guldalicoskun @ hotmail.com
 

“Bu anlaşma, yeni kurulan devletimizin tapusu niteliğindedir.”  R.Tayyip Erdoğan, (Lozan Antlaşması'nın,  93. yılındaki konuşmasında.)

Efendim, böyle söyleyen “adam”, şimdi nasıl olur da şöyle söylermiş: “Yıllarca bize zafer diye yutturmaya çalıştılar. Bize Sevr'i gösterip Lozan'a razı ettiler. İşte o anlaşmada masaya oturanlar sebebiyle. O masaya oturanlar o anlaşmanın hakkını veremediler. Veremedikleri için bunun sıkıntısını yaşıyoruz.”

Lozan'ı eleştirmek, bu anlaşmanın, sınırlarımızı tescili nedeniyle, bizim tapumuz olmadığını göstermez. (Öncelikle tarih dersi değil de, “sap ile saman” arasındaki farkları anlatarak, asıl temel sorunlara en azından farklı açılardan bakışı öğrenebiliriz!)

İmzacıların torunları ve ideolojik dostları, yine başladılar koro halinde, anasınıfı bilgilerini tekrarlamaya. Kılıçdaroğlu, bir kanalda, “…Lozan Anlaşması, büyük imkânsızlıkların yaşandığı bir süreç içinde, Batının dize getirildiği anlaşmadır aslında. Türkiye'nin varlık nedenidir Lozan Anlaşması. Ben Sayın Cumhurbaşkanına, ortaokulda, lisede okuduğu tarih kitaplarının ötesinde, çünkü o tarih kitaplarını okumakla insan tarihi öğrenmiyor, onlar ön bilgi veriyor. Ama eğer ben Lozan'ı öğrenmek istiyorum diyorsa, Lozan ile ilgili bir kitap okumasını da istemiyorum. Sadece ve sadece Mustafa Kemal Atatürk'ün Nutuk'unu okusun. Öyle tamamını okumasına da gerek yok, baştaki ilk 30 sayfayı okusun yeter."

Bu muhteşem(!) alıntıdan sonra yazıyı kesme lüksüm olsaydı keşke diye düşündüm. Bir yorgunluk, bir yılgınlık ki sormayın. Bu tarafsız(!) kaynak tavsiyesinden sonra, okullarda  “yedi düvele diz çöktürdük” anlatımının, aslında çok konunun objektif olarak okutulmasına engel olduğu düşünülebilir.

Her ülkenin kahramanlık hikâyeleri vardır. Ancak bu hikâyeler, abartılınca gerçeklikten kopan, muhalefet liderlerinin de, birçok kişinin de onca yıla rağmen hiç değişmemesine neden oluyor. Öyle ki, Lozan görüşmelerinin yapıldığı dönemde dahi, bunu sertçe eleştiren, aslında birçok konuda daha adil ve halk egemenliğini savunan Birinci Meclis vardı. 1921 Meclisi, enteresan bir şekilde, şimdiki tartışmaların, aynı farklı bakışlarla yaşandığı bir meclisti.

Gram değişmeden aynı zihniyetle devam ediyoruz. O dönemde de, 1.Mecliste Atatürk yanlıları ile sonradan tarih kitaplarında “yobaz, dinci, ayrılıkçı” diye tarif edilerek bize anlatılan diğer bir grup, yönetim tarzı, etnik unsurlar ve hukuk devleti olma çabaları gibi konularda ciddi tartışmalar yaşadılar.

Birinci Meclisin fesh edilmesinin arka planında, bu ittihatçı yapının istediği gibi bir devlet anlayışını getiremeyeceği kaygısı hakimdi. Tıpkı şimdi olduğu gibi, onlar ilerici,  nispeten ileride olanları ise “gerici “olarak tarihe not düştüler.

Gelinen noktada, 21 milyon kilometrekareden avuç içi kadar kalmış ülkeden, üstelik şimdikine benzer bir şekilde, Osmanlı topraklarını aralarında pay eden Batılı güçler, tüm istediklerini aldılar. İngiltere nire, Musul nire!  İmparatorluğun parçalanma sırasında, İtalya, Libya-Trablusgarp'da; Fransa, güney ve Suriye'de, İngiltere, petrol olan her yerde, savaşı kaybettiği halde, abilerini dinlediği için ödüllendirilen cici çocuk Yunanistan'a da hediye edilen adalar,  oldu bittiyle Kıbrıs'ı ilhak eden yine İngiltere, Rusya'ya sus payı edilen Batum ve “yedi düvel” tarafından, tıpkı şimdikine benzer, türlü oyunlar, bölge halklarına verilen devlet sözleri karşılığında isyan çıkartmaları, bazı cephelerde, ne hikmetse bir gecede yanıp kül olan erzak yüzünden savaşamayan Osmanlı askeri ve daha birçok yöntemle amaçlarına ulaştılar.

Misak-ı Milli'deki sınırları bile koruyamadığımız gibi, birçok yerin masada verildiği söyleniyor. Dönemin koşulları, savaşamayacak durum ve borç yükü altında olmak, mutlaka masada zorlamıştır bizi. Hele ki, kendi Boğazlarımızda yıllarca Türk askeri bulunduramamak, o dönem 1. Mecliste sert tartışmalara neden olmuştu.

Ancak  en çok etkili olan şey, milliyetçilik akımının etkisiyle küçülüp, tek unsur üzerine bir devlet kurma isteği de cazip gelmiş olmalı. Ermeni tehciri, Arap nüfustan kurtulmuş olmak, Kürtlerin bölünmesi ve Türkiyeli Kürtlere verilen sözlerle beraberliğin sağlanması, o günkü devlet aklının bir unsura dayalı ulus yaratması için uygun ortamı getirmişti.

Evet, Lozan tartışılmaz değil; öncelikle bu tabulardan kurtulmalıyız. Lozan, bir dayatmaydı ve yenik düştük. Bunu bir zafer gibi sunmak yerine, daha gerçekçi bakmak, şimdilerde vesayet savaşlarıyla bir başka dayatma ihtimaline karşı, Cumhurbaşkanı'nın bu tartışmayı açması, öncelikle emperyalistler karşısında, Türkiye halklarını arkasına almak ve bilinçli olmaya çağrıdır.

Kaldı ki Lozan, azınlık statüsünde saydığı Ermeni ve Rumlara çeşitli ayrıcalıklar sağlarken, diğer halkları sadece dini kimliğinden ötürü aynı hakları sağlamamıştır. Hali hazırda Lozan'ın evrensel haklarla çatışan o maddeler yüzünden şerh düştüğümüz durumlar var.

Her çocuk, anadilinde eğitim alma hakkına sahipken, örneğin Kürt çocukları azınlık statüsünde olmadığından bu hakka sahip değildir. Bakınız ki, şu dönemde yaşadığımız birçok sorunun kaynağında yine Lozan, çizilen sınırlar ve etnik yaklaşımlar var.

Lozan'ı tartışmak, geçmişe dair çok şeyi değiştirmez belki ama geleceğe dair yapılan planlarda önemli bir veri hatta mühim bir kozdur, masamızda duran…

Lütfen; sap ve samanla tanışılsın artık!



guldalicoskun@hotmail.com