Sivil Düşünce Haber Portalı Genel Yayın yönetmeni Semra Polat, BİRKONFED Genel Başkanı Osman Ünsal ile gerçekleştirdiği röportajda aşı reddinden ekonomideki fahiş fiyat artılına kadar birçok konuda sorular yöneltti.

Ünsal, Türkiye'de sivillere uygulanan COVİD-19'a karşı üretilen aşılar ile ABD ve Avrupa ülkelerindeki insanlara uygulanan aşılar arasında farklar olduğunu savundu.

Röportajın tamamı şöyle:

Aşı karşıtlığınız ile başlamak istiyorum. Aslında siz “karşıt” terimini olumlamıyorsunuz ve “biz karşıt değiliz. Sadece Faz3 denemesi tamamlanmamış ve yan etkileri kesin olarak bilinmeyen bir sıvının insan bedenine enjekte edilmesine karşı” olduğunuzu söylüyorsunuz. Aşı ile ilgili ne gibi tereddütleriniz var ve neden aşıyı reddediyorsunuz?

Pandemi Türkiye’ye geldiğinde hepimiz bu sürecin yabancısıydık çünkü dünya çok hazırlıksız yakalandı. Tedavi ve teşhis sistemleriyle ilgili henüz hiçbir şey yoktu. Bir anda kendimizi çok hızlı bir şekilde maalesef sürecin içerisinde bulduk. Uygulamalar artık netleşmeye, teşhis ve tedavi sistemi netleşmeye başladığı vakit biz süreçle ilgili birtakım handikapların ortaya çıktığını tespit ettik. Biz bir anda tepkimizi ortaya koymadan önce gerek Türkiye’de gerek Avrupa Birliği ülkelerinde gerekse sınır bölgelerimizde Türki Cumhuriyetlerde yaptığımız araştırmalar neticesinde sürecin aslında çok şeffaf olmadığını, bazı sıkıntıların olduğunu, bu sıkıntıların sanki tek bir merkezden yönetiliyor gibi bir hava oluşturulduğunu görünce daha çok tedirgin olmaya başladık. Ben bir tıp doktoru değilim. Hiçbir zaman da aşıya karşı olduğumu söylemedim ama aklın yolu birdir.

"Önce biz toplum olarak bir şeyleri araştırmalı ve sorgulamalıyız. Nasıl ki markete gittiğimizde aldığımız sütün son kullanma tarihine bakıyorsak kolumuza zerk edilen sıvının da ne olduğuna bakmak zorundayız. Yaptığımız araştırma neticesinde ortaya çıkan kayıtlarımızı önce siyasi erklere (muhalefet partilerine, iktidar partisine ve ortaklarına) ilettik. Şikayetlerden bahsettik. Avrupa’da bir takım yan etkilerin çok hızlı bir şekilde çıktığından bahsettik. Maalesef sürece duyarsız kalındı. Bir de üzülerek söylüyorum ki “Havuz Medyası” yurtdışındaki tespitleri, olumsuzlukları Türkiye’de hiç yayınlamadı. Tamamen sansür uygulandı. Sadece medyada değil, sosyal paylaşım ağlarında da hesaplarınız engellemek suretiyle bir şekilde insanlığa duyurulması maalesef sorunlu halde geliyor. Bir sistem doğru ise siz neden sansür uyguluyorsunuz? Neden insanları farklı fikirlerini çürütmek yerine sadece “evet, bu aşıyı olmak zorundayız, aşı olmayanlar yanlış konuşuyor, aşı olmayanlar felaket senaryosu üretiyor” gibi akla, bilime aykırı söylemler geliştiriliyor."

Siz bir iş insanı olarak aşıyı reddedenlere yönelik baskı uygulanmasını nasıl yorumluyorsunuz?


Buna sadece pandemi konusuyla bakmamak lazım. Dünyada değişim var. Değişimin en büyük sebebi; ekonomik sebepler. Artık küresel sermaye, güçler dengesi bütün küresel piyasayı bünyesinde toplamaya çalışıyor. Yurtdışındaki para akışı bizim merkezimizden yönetilsin isteniyor. Paralar kontrol altına alınmak istendi. İkinci süreç; dünya nüfusu üzerinde bir çalışma yapıldı. İlkim zirvesi gibi handikaplardan bahsediliyor.

"2014-2015-2016 yıllarında Avrupa’da yapılan panellere bakıyoruz, aynı zamanda Avrupa Birliği ve Birleşmiş Milletlerin iş dünyasının içinde bulunduğu Avrupa iş adamları klübündeki Türkiye üyesi 7 kişiden biriyim. Biz bütün ülkelerle üst düzey görüşen insanlarız. Sırf bu işe muhalefet edelim, kendimize bir merkez oluşturalım gibi bir kaygımız olmadığı gibi maalesef iş gücümüzü, çevre gücümüz kaybetmek pahasına bu süreci tartışıyoruz çünkü sıkıntı var. Sağlık Bakanımıza şu soruyu yönelttim: Avrupa’da Amerika’da kullanılan İsrail ve Fransa’da kullanılan BionTech aşısı ile Türkiye’de kullanılan BionTech aşısı aynı aşı mıdır? Eğer aynı aşı olduğunu iddia ediyorsanız acil kullanımı niye yoktur? Onay formunu niye imzalatıyorsunuz?"

Avrupa ve Amerika’da kullanılan BionTech aşıları ile Türkiye’de kullanılan BionTech aşıları farklı mı diyorsunuz?

Ben, aynı olmadıklarını iddia ediyorum.

Neye dayanarak?

Çünkü Almanya’da şu anda kullanılan BionTech aşısı için onay formu imzalatılmıyor. Acil kullanım onayı da alınmış. Mesela siz Pfizer-BionTech sitesine girdiğinizde, baktığınızda, onay kodu alan ülkelerin listeleri ve isimleri var. Bir yan etki yaşadığınızda o sorma giriyorsunuz, ülkenizi, kullandığınız dili seçiyorsunuz ve aşıda gördüğünüz yan etkiyi yazıyorsunuz, size yetkililer bir şekilde dönüyorlar. Türkiye o listede yok.

Olmayışı neyi gösterir?

Acil onay kodu alınmamış olması oradaki aşılarla bizdeki aşıların aynı olmadığını gösterir. Zaten Sayın Bakanımız bir açıklama yaptı ve dedi ki “BionTech bize özel bir aşı üretti.” Bunu kendisi itiraf etti zaten. Ben bir STK başkanı olarak, nedir STK; toplum önderidir, toplumun düşüncelerini, fikirlerini, sorumluluklarını konuşan kişidir. Ben temsil ettiğim bir topluluğa bilgileri ne t olarak vermek adına bunu sorma hakkım yok mudur?

Türkiye’deki aşılamada bir deneme sürecinin mi yaşandığını düşünüyorsunuz?

Bunu birçok bilim insanımız da çıkıp izah etti ve anlattı. Bakın yanlış şurada başlıyor: Amerika’daki verileri, İsrail ve İngiltere’deki verileri baz alarak Bilim Kurulu çıkıp açıklama yapıyor. Biz aynı aşı üzerinde mi değerlendirme yapıyoruz? Öncelikle Türkiye’nin kullandığı Pfizer-BionTech aşılarının ABD ve Avrupa’da aynı olduğunu bize göstermeleri lazım ki biz de yapılan istatistikleri değerlendirmeyi ona göre baz alalım. İkincisi, aşı olmak için baskı var.

"Genelgelerle bu işler yapılıyor. Bu genelgelerin de hukuksal hiçbir karşılığı yok. Aşı olduktan sonra rahatsızlandığınızda hastaneye gittiğinizde “bu olabilir, yan etki değildir” demek suretiyle insanlar geri gönderiliyor ve bunlar kayıtlara girmiyor. Bir Bilim kurulu üyesi ekranlara çıkıp şunu söyledi: “Türkiye’de elimizde veri yok” diyor. “Aşıdan sonra yan etki yaşadığınıza dair ölüm olduğuna dair veri yok” diyor. O halde senin, benden ne farkın var?! Sen Bilim Kurulu üyesi olarak bu verileri almak zorundasın senin elinde veri yoksa sen hangi Bilim Kurulu’nun üyesisin? Hangi bilimi temsil ediyorsun? En acı olanı ise toplum ayrıştırılmaya başlandı. Bu büyük bir tehlike. Ben iş dünyasını temsil ediyorum. Şu anda uygulanan ayrıştırıcı politika o denli tehlikeli bir hale geldi ki artık insanlar aşılı-aşısız diye birbirlerine düşmanca bakıyorlar. Aşısızsan sinemaya gidemiyorsun, otobüse binemiyorsunuz..."

Basın ve medyanın bunda etkisi olduğunu düşünüyor musunuz?

Biraz önce de ifade ettiğim gibi, sansür uygulanıyor. Bilim tartışılmalı. İnsanları sansürleyerek, onlara hakaret ederek ve saldırtarak bu aşıyı överseniz bu sefer bu aşıyı yaptıran insanlar da kaygı yaşamaya başlarlar.


Ülkemizde fahiş fiyat artışları devam ediyor. Siz bir iş insanı ve bu alanda faaliyet gösteren bir konfederasyonun başkanı olarak iş insanlarıyla bir araya geldiğinizde fahiş fiyat artışına yönelik çözüm üretme anlamında ne konuşuyorsunuz?


Biz 2017’de 81 il kalkınma ve sanayi üretim modelini ortaya koyduğumuzda tek derdimiz şu idi: Türkiye hızlı bir şekilde ithal bağımlılığa doğur gidiyor. Bu bir tehlike dedik. Biz o zamanlar bunları konuştuğumuzda Türkiye 170 kalem ürün ithal ediyordu. Sene 2021 ve Eylül ayındayız, 220 kaleme çıktı. İthal çöplüğe döndü Türkiye. Üretimimizi kaybettik, ithal bağımlılığımızı arttırdık ve kendi toplumumuzu ve kaynaklarımızı bir grup yabancı sermayeye kurban ediyoruz.  O zamanlar bakanlarla görüşerek bir model önerdim: 2017’de 81 ilimizde hem işsizlik problemini çözelim dedim. Genç nüfus sürekli çoğalıyor. İstihdam etmek gerekecek.

"Gençlere yönelik istihdam kaynakları oluşturmamız gerekiyor dedim. Para ve yatırım kaynaklarını da bulduk. Bunun hazineye 20 milyar dolar bir maliyetti olacaktı. Ama o maliyeti kendimiz bulacak ve yatırımı getirecektik. Devlet sadece bize garanti verecekti. Bunu yapmadılar… biz o 170 kalem ürünün 60’nı üretiyor olsaydık bugün bizim ihracatımız 400 milyar dolara çıkacaktı. Ülkemizde beyin göçü var. Gençlerimiz yurtdışına giderek orada yaşamak istiyor."

Sanayi alanında Türkiye ilerleme gösterdi. Selçuk Bayraktar’ın öncülüğünde üretilen İHA ve SİHA’larla birlikte gençler bilime yönelmedi mi?

Savunma Sanayii olarak iyiyiz. Bunun hakkını vermemiz lazım. Türkiye’nin bel kemiği savunma sanayi değil. Sağlık sektörü, medikal, tarım, ev, araç, gereçleri… Bunlar sürekli tüketimi olan şeyler. Sadece sanayiye yatırım yapılırsa bu doğru olmaz. bu olmalı zaten her devletin bir savunma sanayi politikası olmak zorunda. Bu bir yatırım değil, mecburiyettir.

"TOG diye bir araba yapıldı; araba bizim değil, motoru bizim değil, kaportası bizim değil… yarın bir gün Çin dese ki “kaporta vermiyorum, motor vermiyorum” dese elimizde ne araba kalacak ne bir şey kalacak. Artık kendi göbeğimizi kendimiz kesmeliyiz. Biz bunları yapabilecek bir ülkeyiz. 450 milyar dolar dış borcumuz var özel sektörle birlikte, IMF’den yine tuttuk 6,5 milyar dolar borç aldık. Hani IMF’yi ülkeye bir daha sokmayacaktın? IMF’den borç almayacağız, borcumuzu ödedik diye seçim kampanyası yaptılar ama gittiler Londra’da birkaç tane tefeciye çok daha yüksek faizlerle gittiler çok daha fazla borç oluşturdular. Biz bir günde 75 milyon dolar faiz ödüyoruz."

Sayın Babacan döneminde yapılan borçlar mı bunlar?

Tabi, Babacan döneminde yapılan borçlar bunlar. 2002’den beri yapılan borçlar. Sayın Babacan şunu anlatıyor, efendim biz bu süreci çözeceğiz. E, nasıl çözeceksin? Daha düşük borçla düşüreceğini söylüyor. Bu bir politika değildir. Bu bir sistemdir. Belki teknik olarak bunu yapabilirsiniz ama artık millet borçla borç ödemek istemiyor. Bu millet artık üretmek istiyor; bu millet artık çalışmak istiyor; fabrika istiyor. Biz üretime dönmediğimiz sürece sıkıntı günden güne büyüyecek.

"İstanbul’da Çinlilere yönelik bir yerleşim alanı oluşturulmaya başlanacak. Vatandaşlık verilmeye başlanacak. Biz belki de bundan bir sene sonra İstanbul’da mülteci olacağız. İstanbul’da şu anda nereden baksanız 3 milyondan daha fazla yabancı nüfus var."