CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Faik Öztrak, MYK gündemine dair basın toplantısı düzenledi. Öztrak basın toplantısında şu açıklamaları yaptı:

"Başbağlar katliamının yıl dönümü"

Bugün Başbağlar Katliamı’nın yıl dönümü. Aslında Başbağlar, toplumsal hafızamızda büyük bir acının adıdır. Bundan tam 28 yıl önce, Erzincan’ın Başbağlar köyünde, bölücü terör örgütü, 33 yurttaşımızı katletti. Köyü ateşe verdi. O ateş, o gün bugündür, yüreklerimizi yakıp kavuruyor. Ben buradan bölücü terör örgütünü bir kez daha lanetliyor, yaşamını yitiren 33 yurttaşımızı rahmetle anıyoruz. Merkez Yönetim Kurulu toplantımız devam ediyor. Toplantımızın gündeminde, şahlanan hayat pahalılığı, şişen faturalar, hükümet kadrolarındaki çürüme, derinleşen devlet krizi, sağlık krizi ve aşılamadaki son durum, bu sıkıntılardan milletimizi çıkarmak için, nelerin yapılması gerektiğine dair, değerlendirmeler vardı. 
 

Ekonomi şahlanacak dediler, zamlar şahlandı

Erdoğan Şahsım Hükümeti, Temmuz’da, “Ekonomi şahlanacak” demişti. Ama şahlanan; evlerimize gönderdikleri faturalar, çarşı, pazardaki etiketler ve enflasyon oldu. Erdoğan şahsım hükümeti, zam oldu, zulüm oldu, milletimizin üzerine yağdı. Temmuz ayına girerken, önce yüzde 15 elektrik zammıyla çarpıldık. Sonra doğalgaz fiyatlarına yapılan, yüzde 12 ile yüzde 20’lik sözde “güncellemeyle” yandık. Yetmedi üzerine LPG’ye gelen yüzde 8’lik fiyat artışıyla, ne yapacağımızı şaşırdık. Aileler perişan, esnaf perişan, çiftçi perişan, sanayici perişan. Sadece bu üç zammın, TÜİK’in makyajlı enflasyonuna doğrudan katkısı, bir puana yakın, 0,8 puan… Dolaylı etkileriyle birlikte katkı 1,5 puanı buluyor.
 

Milletin porsiyonu mideye girmeden küçüldü

Ama zamların zamanlamasındaki hinlik de dikkatimizden kaçmıyor. TÜİK’in makyajladığı enflasyona, bir de zaman ayarı yaptılar. Zam yağmuru, Temmuz ayına kaydırılarak, 11 milyon SSK ve Bağ-Kur emeklisine, yılın ikinci yarısında verilecek aylık zamlar törpülendi. 5,5 milyon memur ve memur emeklisinin, ilk altı ay için alacağı enflasyon farkları düştü. Bu zamları, Temmuz ayına öteleyerek, her bir memurun aylık 70 lirasını, her bir memur emeklisinin de aylık 49 lirasını kestiler. Yılın ikinci yarısında, sadece memur ve memur emeklisinin evine girecek, toplam 2 milyar 63 milyon lira, Erdoğan Şahsım Hükümeti tarafından, ince işçilikle gasbedildi. Anlaşılan millete “porsiyonları küçültün” diyen Saray, işi şansa bırakmak istemiyor. Milletin porsiyonunu, daha midesine girmeden küçülttü. Sarayın beslemeleri, yanaşmaları, zencefilli somonlu suşileri, kornişona sarılı dana rozbifleri, susamlı levrek simitlerini, ejder meyveli smoothie eşliğinde, rahat rahat götürsün diye… Sarayda debdebe, şatafat ve israf sürsün diye… Milletin porsiyonlarına çöktüler.  
 

Emekliye bu bayramda 2 bin TL ikramiye verin

Bugün, Haziran enflasyonu açıklandı. TÜİK’in makyajlı rakamlarıyla dahi tüketici enflasyonu yüzde 1,94 oldu. Yüzde 2’ye dayandı. Yılın ilk altı ayında, TÜİK’e göre enflasyon yüzde 8,45. Bağımsız iktisatçılardan oluşan, Enflasyon Araştırma Grubuna göreyse 6 aylık enflasyon yüzde 19,16. Aradaki fark iki kattan fazla. Diğer taraftan TÜİK’e göre yıllık enflasyon, 2019 Mayıs ayından bu yana, en yüksek seviyesine çıktı. Şahlanan öyle gözüküyor ki ekonomi değil ama enflasyon şahlanmış. Son bir yılda: Benzinli otomobil fiyatı yüzde 107. Televizyon yüzde 100. Bulaşık makinesi yüzde 74 zam gördü. Allah gençlere kolaylık versin, gençlerin yuva kurması, milletin araba alması artık hayal oldu. Erdoğan Şahsım Hükümeti, mutfakların bereketini kaçırdı. Millette ne yapacağını şaşırdı. Bayram geliyor. Küçükbaş kurbanlık bin 500 TL, büyük başta pay 2 bin TL olmuş. Emekli bayram ikramiyesini bekliyor. Hiç olmazsa bu sefer emekliyi şu enflasyona ezdirmeyin. 2 bin TL ikramiye verin de emekli de kurban kessin aileleriyle bayramda doya doya bir kap et yemeği yesinler.
 

Ekmeğe zam, tuza zam, doğru söyleyene dam

Ama enflasyon fırtınasında, turpun büyüğü heybede… Haziran’da üretici ve tüketici enflasyonu arasındaki fark, 25 puanla, tüm zamanların rekorunu kırmış. Çekirdek enflasyon göstergeleri de, tüketici enflasyonunun üzerinde. Bütün bunlar enflasyonun önümüzdeki dönemde daha da azacağının işaretlerini veriyor. Enflasyon dünyanın en acımasız vergisidir. En çok da fakir, fukaranın satın alma gücünü, aç bir fare misali gizlice tüketir. Aslında Usta Şairimiz Can Yücel ne güzel diyor; “Ekmeğe zam, tuza zam, doğru söyleyene dam.” Erdoğan Şahsım Hükümeti, Genel Başkanımız, doğruları söyledi, milletin hakkını, hukukunu savundu, zulme karşı sessiz kalmadı diye, damda 4 yıl yatırmakla tehdit ediyor. Biz Cumhuriyet Halk Partisi’yiz. Tehdit ettiğin Genel Başkanımız “Hak, hukuk, adalet” diyerek, Adalet Yürüyüşünü yapan, dünya demokrasi tarihine geçen kişidir. Biz demirden korksak trene binmeyiz. Bizler zulmü alkışlayan, zalimi seven olmayız, olamayız. Biz biliriz ki; “Haksızlık karşısında susan, dilsiz şeytandır.” Zamma, zulme sessiz kalamayız.  
 

Boğaziçi’yle ve gençlerle uğraşmayın

Boğaziçi Üniversitesi’ndeki zulmü de görmezden gelmeyiz. Kayyum Rektör, “Eylemler en fazla altı ay sürer” diyordu. Ama ne oldu? Hem öğrenciler, hem de Boğaziçili akademisyenler, üniversitelerine sahip çıkmaya devam ediyorlar. Biber gazıyla, plastik mermilerle, coplarla, gençleri yıldırmaya çalıştılar ama gençler yılmadı. Boğaziçi’nin kapısına kelepçe taktılar. Gençler sinmedi. Kredi ve burslarını kestiler. Gençler tınmadı. Boğaziçili akademisyenler de, hem okullarının geleneklerine, hem de öğrencilerine sahip çıktılar. Kayyum rektöre sırtlarını döndüler. Şimdi o kayyum, üniversitenin 15-20 yıllık hocalarını kampüse almıyormuş. Dağdan gelip bağdakini kovmaya kalkıyor. Gencecik bir öğrenciyi, özel güvenlikçilere tekmeleterek, okul kampüsünden attırıyor. Bilimle, bilim insanlarıyla ve gençlerle kavga eden bir yönetimin sonu her zaman hüsran olmuştur. Bir kere daha tekrarlıyoruz. Artık gençlerle, Boğaziçi Üniversitesi’yle uğraşmayın. Gençlerin ve Boğaziçi’nin sesini dinleyin. Kibri, nobranlığı bırakın. Millet bu tavırlarınızdan bıktı, usandı. Bunu artık bir anlayıverin.  
 

Tütün üreticisi feryat ediyor

Bir başka zulüm ise Adıyaman’da yaşanıyor. Adıyamanlı tütün üreticisi feryat ediyor. Sarmalık tütün üretenler, hapis cezasıyla karşı karşıya. Biz geçtiğimiz haftalarda, CHP Ekonomi Masası olarak, Malatya ve Adıyaman’daydık. Yüzbinlerce aile bu işten geçiniyor. Hükümet, kendi kusurunun faturasını, üreticiye kesmeye kalkıyor. Üreticinin kooperatifleşmesini sağlayacak düzenlemeleri, zamanında yapmayan bu Erdoğan Şahsım Hükümeti. Şimdi üreticinin deposundaki 2020 ürününün ve daha yeni ekilen 2021 mahsulünün, elde kalma riski var. Aslında yapılması gereken belli. Tütün ticaretine ilişkin hapis cezasının yürürlük tarihi, en azından bir yıl süreyle ertelenmesi gerekiyor. Üreticinin kooperatifleşmesi için gereken zamanın tanınması gerekiyor. Ama öyle gözüküyor ki, Erdoğan Şahsım Hükümeti bu işi yapamayacak. İktidara geldiğimizde, bu zulme de Cumhuriyet Halk Partisi hükümeti son vereceğiz. Çiftçilerin derdine derman biz olacağız.  
 

Cumhur ittifakı kavgalı ev oldu

“Kanunların bittiği yerde, zulüm başlar…” Erdoğan Şahsım Hükümeti yönetiminde, Türkiye ne yazık ki, bıraktık hukuk devleti olmayı, artık kanun devleti olmaktan bile uzaklaştı… Cumhur İttifakı kavgalı ev oldu. Şimdi kalkmış kendi evlatlarını yiyor. Ordu’da Büyük Birlik Partisi Kadın Kolları Başkanı; “Şu anki durumda herkes tek partili olmak zorunda… AK Parti Genel Başkanından korktukları kadar, Allah’tan korkmuyor bu insanlar. Bunu hepimiz görüyoruz. Din, kitap, Allah’ın emirleri yok sayıldı. AK Parti Genel Başkanının dedikleri yapılmaya başlandı. AK Parti Genel Başkanı bugün Recep Tayyip Erdoğan’dır. Yarın Ahmet, Mehmet’tir. Hiç önemli değil. Ama bir siyasi parti genel başkanıdır. Bu kadar korku niye kardeşim?" diye isyan ediyor. Vay sen misin isyan eden ertesi gün polis kapıya dayanıyor. Ters kelepçeyle gözaltına alıyor. Ayıptır, günahtır bu yapılanlar. 

Türkiye’yi dünyanın en büyük kara para aklama makinesine çevirdiler

Bu ülkede doğru söyleyen dokuz köyden kovuluyor. Ama hırsızlar, dolandırıcılar, rüşvetçiler için maşallah Türkiye’den daha güvenli bir liman yok. Yurtdışında yakalanan, ya da sıfırı tüketen her suçlu Türkiye’ye dönmek istiyor. Bu ülkede mali suçlar, suçtan sayılmıyor. Mali suçlular, suçludan sayılmıyor. Millete atılan kazıklar görülmezden geliyor. 19 yılda 6 kez Varlık Barışı çıkardılar. Şimdi bu düzenlemeyi 6 ay daha uzattılar. Türkiye’yi, dünyanın en büyük, kara para aklama makinesine çevirdiler. En son Almanya’da, bir kara para soruşturmasında, Türkiye’nin adı geçiyor. Hollanda’daki uyuşturucu ticaretinden ve kaçak tütünden elde edilen gelirlerin aklandığı, bu çerçevede 1 milyar 600 milyon Avro değerindeki altının, Türkiye’ye sokulduğu iddia ediliyor. Bunlar doğruysa korkunç bir rezalet…  
 

Pamuk eller cebe, vergi mükellefleri yine nöbete

Diğer taraftan BDDK, 21 Tasarruf Finansman Şirketinin faaliyetine son verdi. Bu şirketler pıtrak gibi büyürken ses çıkarmadılar. Şimdi “Kimseyi mağdur etmeyeceğiz” diyorlar. Yani pamuk eller cebe. Vergi mükellefleri bir kez daha nöbete… Çiftlik Bank tezgâhının mucidi, binlerce kişiyi dolandıran Tosuncuk, yurtdışında paralar suyunu çekince, Türkiye’ye döndü. Dönerken de, Brezilya’dan Türkiye’ye uçak biletini bile, Türk vergi mükelleflerine ödetti. Umarız en azından uçak parasını devlet kendisinden geri alabilir.  
 

O da adamını bulur

Kara para aklama suçundan hem ABD’nin, hem de Türkiye’de yargılanan Sezgin Baran Korkmaz, “Beni Türk hâkimlerine emanet edin” diyor. Nasıl demesin? Amerika’da 225 yılla yargılanan bu şahıs; Türkiye’ye gelirse aynı suçtan en fazla 7,5 yılla yargılanacak. Bu arada adamını da bulursa, ki bulacağından hiç şüphem yok, hiç hapis yatmadan bu işten kurtulabilir.
 

Skandallar bir değil, on değil

Bakanlara elbise askılarında, çikolata kutularında rüşvet dağıtan Reza Zarrab, Türkiye’de hapis yattı mı? Hayır. Onun yerine, rüşvetçiye, Bakanlar eliyle ödül veren, televizyonda program yaptıran, rüşvet paralarına faiz ödeyen ilk hükümet olarak, bu hükümet Erdoğan Şahsım Hükümeti dünya tarihine geçti. Şerefli Türk askerinin başına çuval geçirildiğinde, ABD’ye verilmeyen nota, bu rüşvetçi için bir değil, tam da iki kez verildi. Erdoğan Şahsım Hükümeti’nde skandallar bir değil, on değil… Önceki Ticaret Bakanı, kendi bakanlığına kendi şirketinden mal sattı. Yaptığını da itiraf etti. Ama hala hakkında bir soruşturma yok. Oysa bu suç… Bu ülkenin İçişleri Bakanı, “Mafyadan 10 bin dolar alan siyasetçi olduğunu söyledi.” Rüşveti veren mafya lideri de, “10 bin dolar değil, çanta çanta para verdim” dedi. Çantayla para verdiği siyasetçinin ismini de söyledi. Bu ülkenin ne yargısı gık çıkardı, ne AK Parti gıkını çıkardı, ne de Erdoğan gıkını çıkardı.  
 

Asıl kaybettikleri ar ve hayâ

Ama kurdukları rant ve sefahat düzenini sürdürmek için, kutsal değerleri istismar ederken, sesleri pek bir gür çıkıyor. “Esenyurt’u kaybedersek, Kudüs’ü kaybederiz. Mekke’yi kaybederiz. İslam’ı kaybederiz” diye nutuklar atanların, asıl kaybettiklerinin ar ve hayâ olduğunu gördük. Partimize etmedik hakaret bırakmayan, on parmaklarıyla kara çalmaya kalkanların, yüzlerinin de yürekleri kadar kapkara olduğu her geçen gün ortaya çıkıyor.  
 

Küstüm diyerek sıyrılamazsınız

Şimdi ortaya saçılan bu kadar rezaletten sonra, Erdoğan, kendi atadığı İçişleri Bakanını, Sarayındaki toplantılara davet etmiyormuş. Neden? Beraber resim vermek istemiyormuş. İçişleri Bakanı, “Ben dünyanın en kötü adamıyım değil mi” diyerek, basın mensuplarının önünde kendini acındırıyor. Erdoğan da anlaşılan, “Küstüm, konuşmuyorum” diyerek, bu işten sıyrılabilirim zannediyor. Oysa ne demişti firari suç örgütünün başı; “Biz hepimiz aileyiz, her suçta beraberiz." Ortalığa dökülen tüm bu rezaletlerde, müteselsilsen sorumluluk vardır. Öyle küserek, konuşmayarak bu işler temizlenmez. Ne diyor istiklal şairimiz Mehmet Akif, “Kenar-ı Dicle’de bir kurt aşırsa bir koyunu, gelir de adli ilahi sorar Ömer’den onu!” Bu ülkeyi kim yönetiyor? Bu ülkede hükümet kim? “Her şeyin sorumlusu benim ben” diyen, Erdoğan Şahsım Hükümeti. Bugün bu ülkede marinalara çökülüyorsa, otellere çökülüyorsa, fabrikalara, yalılara, plazalara, AVM’lere, uçaklara çökülüyorsa, 100 yıl önce işgal döneminde bile delinmeyen tapu, bugün delik, deşik oluyorsa, memlekette ne can, ne de mal güvenliği kaldıysa, bunun sorumlusu kim? Elbette Erdoğan Şahsım Hükümeti.  
 

Çocuklarımızın geleceğine mali ipotek koydular:

Aynı sorumlular, devletin hazinesini de çökerttiler. 19 yılda 62 milyar dolarlık kamu varlığını sattılar. Yetmedi. Milletin cebinden tek kuruş çıkmayacak diyerek, yandaşlarına yaptırdıkları, geçilmeyen köprüler, otoyollar, uçulmayan havalimanları için, yabancılara avro ve dolarla garanti verdiler. Çocuklarımızın geleceğine “mali ipotek” koydular. 2017’den bu yana, bunları yapan beşli çeteye, bütçeden tam 47 milyar lira para ödediler. 5 kuruş değil 47 milyar lira çıktı milletin cebinden.  
 

TEİAŞ özelleştirmesi elektrik fiyatlarını artırır

Milletin tapusunu deldirenler, hafta sonu şimdi bir yeni özelleştirme kararı yayımladılar. Türkiye Elektrik İletim A.Ş., özelleştirme kapsamına alındı. Sata sata bir şey kalmadı. Şimdi tüm dünyada doğal tekel olarak kabul edilen, elektrik iletim işini yapan TEİAŞ’ı satacaklarmış. Doğal tekel olan bir işletmenin, devletten alınıp şahıslara verilmesinin yaratacağı, çok ciddi rekabet sorunları ve bunun sonunda millet için çok ciddi bir refah kaybı vardır. Bunu yapanlar bir değil, birkaç kez düşünmelidir. Yani verdiğiniz özel sektör “Ben istediğimi alamadım, şu olmadı, bu olmadı, ben bu iletim hatlarını kapatıyorum” dese ülke felç olur. Bunu yaparsanız, zaten arşa yükselmiş elektrik fiyatları daha da artar. Milletin cebindeki, evindeki yangın büyür. Bu yangını söndürecek Rekabet Kurumu ve EPDK gibi kurumlar zaten siyasetin aracı olmuş durumda. Enerji üretim ve dağıtımını daha önce özelleştirdiler. Sonuçları ne oldu? Ortada. Yatırım yok. Özellikle dağıtım şirketleri, kur farkından ciddi zararlar yazdılar şimdi bu zararları tüketiciye yansıtmaya çalışıyorlar. Aslında elektriğe yapılan son yüzde 15’lik zam da bunun bir sonucu. Şimdi iletimi de versinler bakalım ne olacak.  
 

Erdoğan’a aşkla bağlanmasın da kime bağlansın

AK Parti yolun sonuna yaklaşırken, ekonomide mülkiyetin el değişimi de hızlanmaya başladı. Erdoğan Şahsım Hükümeti’nin, her türlü imtiyaza mazhar sermaye gruplarında da mülkiyet hızla el değiştiriyor. Şehir Hastanelerini işleten yandaş grup, hisselerini Danimarkalılara devretti gitti. Yine savunma sanayinde faaliyet gösteren BMC’nin, sahiplik yapısı sessiz, sedasız değiştirildi. 2014’te Erdoğan’a ilahi aşkla bağlı olduğunu söyleyen bir iş adamı, 751 milyon Türk lirası ödedi BMC’yi aldı. Sadece arazisi bunun iki katı eder. Şimdi bu 751 milyon o günkü kura çevirdiğimizde 359 milyon dolar ediyor. Daha sonra bu şirketin yüzde 49,9’u, 300 milyon dolara, Katar ordusuna satıldı. Satıldı derken BMC’yi kast ediyorum, Sakarya Tank Palet fabrikasını değil. Sakarya Tank Palet fabrikası peşkeş çekildi. BMC’nin geriye kalan hisseleri de iddialara göre 480 milyon dolara, Erdoğan’a yakın başka bir iş adamına devredildi. Şimdi 359 milyon dolara BMC’yi devletten alan işadamı bunun karşılığında 780 milyon dolar elde etti. Yani Erdoğan’a ilahi aşkla bağlı iş adamı, tek bir tank dahi üretmeden, bu ticaretten Dolar bazında yüzde 100 kar etti. Bu işadamı Erdoğan’a ilahi aşkla bağlanmasın da, kime bağlansın? Ama Erdoğan, tıpkı atama İçişleri Bakanı gibi, bu iş adamının adını da, artık ağzına her nedense almıyor. Herhalde ona da küstü. Bu iş adamı nerede? Ortada yok. 
 

Altay tankında gecikme şimdiden 3 yılı buluyor

Bu açıklama yapılıyor: “BMC ile Altay tankının üretimi projesi sözleşmesi imzalandı. Proje 250 adet Altay ana muharebe tankının seri üretimiyle birlikte ömür devri lojistik desteğiyle TSTM kurulumu ve işletilmesini kapsıyor. Buraya dikkat. İlk Altay tankı, 18 ay sonra Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na teslim edilecek”. Bu açıklamayı ne zaman yapmışlar? 9 Kasım 2018. Şimdi 9 Kasım’ın üstüne bir 18 ay ekleyelim. Yani ne zamanmış ilk Altay tankının teslim tarihi? 9 Mayıs 2020. Geçen yıl ordumuza teslim edilmesi gereken tanklar nerede? Tanklar ortada yok. Şimdi Erdoğan, “Altay Tankı 2023 başında orduya teslim edilecek” diyor. Yani teslimatta gecikme yeni sahibe devirle birlikte şimdiden 3 yılı buluyor. Eğer ordumuz planladığı tankları alamamışsa bu ciddi bir milli güvenlik sorunu değil midir? Ordumuz bu süredeki ihtiyaçlarını nasıl karşılamıştır? Bu yaşanan gecikmenin hesabını verecek kimse yok mudur? Bunun bir yaptırımı yok mudur? Anlaşılan Erdoğan için yoktur…
 

Aşıda 6 ayın neden kaybedildiğini açıklasınlar

Sadece bu meselede değil, yine insanlarımızın sağlığını yakından ilgilendiren, aşılamadaki gecikmelerde de, bir sorumlu ortada gözükmüyor. Toplumsal bağışıklık kazanmak için nüfusun yüzde 65 ila 70’inin aşılanması gerektiği biliniyor. Dünyada kabul edilen oran bu… Türkiye’de ise dün itibariyle, birinci doz aşı olan vatandaşlarımızın sayısı 35 milyon 600 bin kişi. İki doz aşı uygulanan vatandaşlarımızın sayısı ise 15 milyon 600 bin kişi. Yani nüfusun ancak yüzde 19’una, iki doz aşı yapılabildi. Bunların önemli bir kısmı da Çin aşısı. Sağlık Bakanı işin başında, Çin aşısını güvenilir aşı ilan etti. Alman aşısını karaladı. “Orta ve uzun vadede etkisi, ne olur bilmiyoruz” demişti. Onun içinde aşıda çeşitlenme yapmadı bir tek Çin aşısıyla gittik. Ama Çin aşılarının tedarikinde sıkıntılar başlayınca, bu sefer Biontech aşısına yani Alman aşısına yöneldik. Allah’tan şansları yaver gitti. Bir Avrupa ülkesinin vazgeçtiği aşıları biz aldık. Şimdi iki Sinovac yaptırana, bir de Biontech vuruyorlar. Yapılan doğru mu? Doğru anlaşılan çünkü tıp adamları bunu tavsiye ediyor. Erdoğan Şahsım Hükümeti, salgının başında, Çin aşısı için neden bu kadar ısrarcı olduğunu, neden yeterince aşıda kaynak çeşitlendirmesi yapmadığını, aşılamada altı ayın neden kaybedildiğini, bu millete açıklamak zorundadır.  
 

Aşıda da yalan rüzgarı

Ama bunun yerine millete yalan rüzgarları senaryoları anlatıyorlar. Erdoğan önce çıktı, “İngiltere’de aşı 100 sterlin” dedi. Sonra tarifeyi değiştirdi, 50 sterline düşürdü. “Avrupa'nın en gelişmiş ülkeleri dahi bu aşıları ücretle yapıyorlar” deyiverdi. Aşı için 100 Avro ücret alındığını da ileri sürdü. Erdoğan’ın açıklamalarını ücret almakla itham ettiği ülkelerin yayın kuruluşları, resmi sağlık kurumları ardı ardına yalanlıyor. Şimdi bu açıklamalarla kendisini cümle aleme rezil etti. Ülkemizi dışarıya da mahcup etti. Avrupa’da bırakın aşı için para vermeyi, burnumuzun dibindeki küçücük Yunanistan, 26 yaşın altındaki gençleri aşıya teşvik etmek için, 150 Avro cep harçlığı veriyor. Para mara almıyor. Hata, bir kez yapılırsa hatadır. Tekrarlanırsa tercih olur. O zaman insanın aklına şu geliyor, acaba Erdoğan şimdi de bu aşılardan, para almaya mı hazırlanıyor? Milletten para mı alacak? Bunun yolunu mu yapıyor? Erdoğan, damadının dediği gibi, “Aya dört şeritli yol yapacağım desem, inanacaklar var” zannediyor. Yalandan medet umuyor. Yalancı çoban hikâyesini hiç aklına getirmiyor. Buradan söyleyeyim, yalancının mumu yatsıya kadar yanar. Yalanla kurulan her şey, zamanla yıkılmaya mahkûmdur. Milletimizin, Erdoğan Şahsım Hükümetine güveni artık kalmamıştır. Bu toprakların insanı şuna iman eder: Zulüm ile abat olanın, akıbeti de berbat olur. Mazlumun ahı, indirir Şahı. Milletimiz herkesin ne yaptığını görüyor. Notunu da veriyor. Erdoğan’a tasdiknamesini vermek için sandığı büyük bir sabırsızlıkla bekliyor.
Benim söyleyeceklerim bu kadar. Teşekkür ediyorum dinlediğiniz için. Şimdi sorularınız varsa alabilirim.

Soru- Efendim iki sorum olacak benim. Birincisi, geçen hafta içerisinde Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu’yla ilgili fezleke TBMM’ye sevk edildi. Bu konu MYK’da ele alındı mı?
İkinci olarak da, İstanbul Milletvekili Gürsel Tekin’in bazı açıklamaları oldu. İttifakın güçlendirileceği, parti sayısının da 6 – 7’ye ulaştırılacağını söyledi. Millet ittifakında böyle bir çalışma var mı? CHP kanadı ne düşünüyor?
 

Faik Öztrak- Birinci sorunuzla ilgili görüşleri biraz önce açıkladım. Ama bu Merkez Yönetim Kurulumuzda ayrı bir gündem olarak ele almadık. Ama bu konuyu değerlendirdik ve bununla ilgili görüşlerimizi de biraz önce burada ifade ettim.
Millet ittifakının genişlemesiyle ilgili olarak da, bunu her seferinde söylüyoruz Millet İttifakı’nın ortakları belli ve Millet İttifakı’nın genişlemesi de ancak mevcut ortaklarının kararıyla olabilir.
 
Soru- İki yüz siyasi parti ve kurumun bir araya gelmesiyle yapılan Demokrasi Konferansı’nın ilk toplantısında bir bildiri yayınlandı. Bildiride terör operasyonlarının durdurulması, yeni bir açılım başlatılması, sınır ötesi operasyonlar, saldırgan tutum olarak değerlendirildi. Bütün OHAL KHK’larının iptali istendi ve bu süreçte tutuklananların serbest kalması talep edildi. Bildiriye bazı tepkiler de geldi. Sizin bu bildiriye ve bu toplantılara ilişkin değerlendirmeniz nasıl olur?
 

Faik Öztrak- Bu toplantıyı düzenleyen bir sivil girişim. Partimizin, Cumhuriyet Halk Partisi’nin orada resmi bir temsilcisi yok. Dolayısıyla orada serdedilen görüşlerde hiçbir şekilde bizi bağlamaz.
 
Soru- HDP’li Gergerlioğlu Anayasa Mahkemesinin hak ihlali kararına rağmen hala tahliye edilmedi. Siz bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
 

Faik Öztrak- Anayasamızın 153.maddesine göre “Anayasa Mahkemesi kararları yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını gerçek ve tüzel kişileri bağlar” ve bu hüküm son derece açık. Dolayısıyla Anayasamız ve hukuk ne emrediyorsa o yapılmalıdır. Her zaman bunu söyledik, bunu da söylemeye devam ediyoruz. Anayasa Mahkemesi kararlarının gereği biran evvel yerine getirilmelidir. Yoksa hukuk devleti olmaktan çıkıyoruz.
 
Soru- TBMM Başkanı Mustafa Şentop, İçişleri Bakanının dile getirdiği Sedat Peker’den ayda 10 bin dolar alan siyasetçiyle ilgili CHP’nin yazdığı mektuba yanıt verdi. Özetle, “Meclis Başkanlığının hukuki sorumluluğu yok, konu yargının işi” dedi. Siz bu yanıtı nasıl değerlendiriyorsunuz?
 

Faik Öztrak- Atanmış İçişleri Bakanı Meclis’e gitmiş, tam 1,5 saat Meclis Başkanıyla görüşmüş. Yani bu 1,5 saatlik görüşme süresince 10 bin dolar alan rüşvetçi siyasetçinin ismini söylememiş. O zaman bunlar ne konuşmuşlar? Bir kere şunu söyleyeyim, bu iddialar içinde ismi geçen siyasetçi eski bir milletvekili. Eski milletvekillerinin itibarı da Meclis’i bağlar. TBMM İçtüzüğü’ne göre eski vekiller Genel Kurul’a katılma dışında milletvekillerine tanınan bütün haklardan yararlanırlar. Dolayısıyla vekile eski diyerek bu işin içinden sıyrılınmaz. Hadi diyelim ki bu iş Meclis’in işi değil. O zaman bu işin hukuken sorumlusu bellidir. Türk mahkemeleri… Meclis Başkanının, en azından eski Meclis Başkanı Cemil Çiçek kadar cesur olup, eğer kendisini hukuken sorumlu görmüyorsa bu işten sorumlu olan savcıları göreve çağırması gerekir. Ama bu da yok ortada. Kaldı ki, bu kadar pisliğin ortaya saçıldığı bir dönemde millet iradesinin tecelligahı olan Meclis’in, milletin tek güvendiği Meclis’in Başkanının “Hukuki sorumluluğumuz yok” diyerek TBMM’yi bu işin dışına çıkarmaya kalkması TBMM’nin itibarını da zedeler, hukukuna da aykırıdır. Yeni Anayasayla ne kadar zorlaştırılırsa zorlaştırılsın, TBMM’nin yürütmeyi denetleme görevi de vardır."

Hibya Haber Ajansı