SİVİL DÜŞÜNCE HABER MERKEZİ / ÖZEL HABER
Semra POLAT

Türkiye hem PKK ile sorun yaşıyor hem de sınır komşusu olan Suriye’deki savaşla başa çıkmaya çalışıyor. Son bir yıl içerisinde Türkiye’de 5 bombalı saldırı meydana geldi. Totalde 150 vatandaşımız hayatını kaybetti.  Son olarak Ankara’nın göbeğinde iki ayrı patlama meydana geldi. Canlı bombalar ve bombalı araçlarla yapılan bu saldırılar nasıl olur da istihbaratın ve emniyet birimlerinin gözünden kaçar? Güvenlikle ilgili zafiyet olduğunu düşünüyor musunuz?


‘’En kötü barış, en iyi savaştan daha iyidir’’ atasözümüz var. Bir Arap atasözünde de ‘’Kan toprağa düşünce akıl ortadan kalkar’’ der. Bizim toplumumuzun anlaması gereken şey şudur: 2002’den itibaren proaktif bir dış politika uygulanıyor. Ve bu dış politika da AK Parti hükümeti programı haline getiren teorisyen sayın Ahmet Davutoğlu’dur. O’nun geçmişte yazdığı ‘’Stratejik Derinlik’’ adlı 600 sayfalık bir kitabı var. Türkiye’nin misyonunun ne olması gerektiğini bütün bölgeyle ve dünyayla ilgili anlatıyor. İlk başta o dönemin Başbakanı R.Tayyip Erdoğan’nın başdanışmanı ve büyükelçi olarak görev yaptı. Sayın Erdoğan’ın döneminde uzun süre dışişleri bakanlığı yaptı. Bunları tekrarlamakta fayda var. ve bugün itibariyle de başbakan. Dolayısıyla, dışarıyla ilgili ne varsa kendisi daha çok bu işin teorisyeni ve pratik olarak da başbakan. Sayın Abdullah Gül’ün başbakan olduğu ve dışişleri bakanı olduğu dönemde de farklı bir perspektifi olduğunu hemen görürsünüz. Sayın Davutoğlu’nun ki Sayın Cumhurbaşkanımız Erdoğan da bu perspektifi kabul etmiş ve uygulayan birisi. Her ikisinin yapmaya çalıştığı proaktif bir dış politika.

‘’Türkiye şöyle bir misyon yüklenmiş durumda: Ben bu olayların içinde olmalıyım, ben yön vermeliyim ve mümkünse ben başaktör olmalıyım. ‘’
Yani bu şu anlama geliyor: Suriye ve Irak karıştığı zaman Afganistan, Libya, Yemen, Mısır’da Arap Baharı olduğu zaman Türkiye şöyle bir misyon üstlendi: Türkiye şöyle bir misyon yüklenmiş durumda: Ben bu olayların içinde olmalıyım, ben yön vermeliyim ve mümkünse ben başaktör olmalıyım. Ben bunu destekleyecek biriyim. Ancak bu olaylar hiç yokken, hatta geçmişte sizinle de röportaj yaptık, Kanal5’teki Siyaset Analizi programımda da hep anlatmaya çalıştım; maalesef ülkemiz alt yapı bakımından proaktif dış politikayı uygulamaya alt yapısına sahip değil.

Yani ‘’Davutoğlu başarısız oldu’’ mu demek istiyorsunuz?

Böyle rijit bir cevap vermekten ziyade, daha önemli şeyle açıklayacağım: Davutoğlu’nun başarılı olduğu konular da var, fakat her başbakanın ve hükümetin de olduğu gibi başarısız olduğu konular da var. Suriye özelinde 5 buçuk yıl önce Esad şöyle bir cümle kullandı: ‘’Suriye, Ortadoğu’nun kalbidir. Eğer Suriye çatlarsa, bütün dünyada huzursuzluk olacaktır’’ Bu doğru bir cümleydi. O günlerde ben ısrarla AK Parti yöneticilerine, ‘’Beşşar Esad’ın Kuzey Suriye’de Kürtlere kimlik vermediğine bakmayın, gün gelir bizi bunlarla yüz yüze bırakır, yani arada tampon bölgede Kürtler var. Geri çekilir, Kürtlere ‘ben burayı size teslim ettim’ der’’ dedim. Bunu ısrarla söyleyen biriyim. Yok Esad çok katıymış, yok politika geliştiremezmiş… Maalesef benim dediğim gibi çıktı. Esad ne yapıyor? Rojava bölgesiyle ilgili siz oraya kara harekatına yeltendiğiniz zaman ‘’bu benim ülkemin milli egemenliği’’ diyor ve bütün BM-NATO bunu kabul ediyor. Halbuki bir bütün Suriye yok ama kanunen böyle bir durumla karşı karşıyayız. Girmediğin takdirde PYF-YPG sizinle savaşıyor. PYD’nin başında Salih Müslim var. Salih Müslim, Türkiye’de okumuş bir adam; katı solcu, PKK ideolojisini taşıyan biri. Türkiye, Salih Müslim’i birkaç kez davet etti. Belki olması gereken buydu. Ama Türkiye’nin 2-3 tane kırmızı çizgisi vardı.

1- PKK ile irtibatını kes., kırmızı çizgi değildi. Neden? Çünkü o dönemde PKK ile masada müzakere sürecini yürütüyorduk, çözüm süreci devam ediyordu. Davutoğlu, Müslim’e ‘’sen bizimle birlikte Suriye’de bizim de desteklediğimiz Özgür Suriye Ordusuyla Esad’a karşı savaşacaksın’’ dedi. Bunların geliştirdiği politika şuydu: Araplar birbirine girdi, biz bu yıllarda uzun yıllar bu bölgede sıkıntı çektik, biz bu sıkıntıların bir parçası değil bunların kavgasından belki bir politika geliştirelim…’’ dediler ve böyle oldu. PYD’yi PKK besledi. O dönemde Türkiye’nin çok net bir hatası var, bunu kabul etmek istemiyor olabilirler. Rojava’da tıpkı Doğu ve Güneydoğu’da PKK ile müzakere başladığında AK Parti hata yaptı ya, sanki bütün Kürtlerin tek temsilcisi PKK imiş gibi masaya oturdu. Benim hakkımı, hukukumu PKK ile konuştu. Halbuki PKK ile konuşacağı tek şey vardı: Sen nasıl silahsızlanacaksın, senin topluma entegre olman için hangi kanunları çıkaracağım. PKK’yı PKK ile konuşacağına AK Parti bütün Türkiye’deki Kürtlerin hak ve hukuklarını konuşmak için PKK ile masaya oturduğu gibi, aynı şekilde Salih Müslim ile de PYD ve YPG şimdi bizim düşman ilan ettiğimiz bu yapıya izin verdi.

‘’Rojava’da 15 tane PYD’nin dışında Kürt örgütü vardı. Bu örgütlerden birinin başında da Salih Müslim’in abisi vardı. Bunların hepsini PYD yok ederken Türkiye göz yumdu, karışmadı.’’
Rojava’da 15 tane PYD’nin dışında Kürt örgütü vardı. Bu örgütlerden birinin başında da Salih Müslim’in abisi vardı. Bunların hepsini PYD yok ederken Türkiye göz yumdu, karışmadı. Ve işte Suriye, Rojava, biz birlikte müzakere masasını devirdik, bozduk. 23 Temmuz 2015’te Adana’da iki polisimizin kafasına kurşun sıkılarak şehit edilmesinden bugüne, özellikle Diyarbakır-Sur, Şırnak-Cizre-Silopi ve bugünlerde de başka ilçelerde hakimiyetini sağlamaya çalışıyor. Buralarda 4000 insan ölmüş durumda. 400 asker ve polis şehitlerimiz, geri kalan az miktarda sivil ve PKK’lılar var. Sur’a baktığımız zaman, Suriye’deki gibi yakılmış, yıkılmış kentlerden hiçbir farkı yok.

Ben en son 2013’te Diyarbakır’a ve Irak Kürdistanı’na gittiğimde rahatlıkla tek başıma dolaşabiliyordum. Fakat bugün hendekler, barikatlar, çatışmalar, insanlara hayatı yaşanmaz hale getirdi. Bölgede onca mobese kamerası, güvenlik güçleri olduğu halde PKK’nın hendek kazarak mühimmat yığması anormal değil mi? Devletin içindeki ‘Paralel Yapı-FETÖ’ göz yummuş olabilir mi?

PKK, Sur’u kullanmak istedi fakat halk bırakıp kaçtı. Devlette PKK’ya ateş açınca böyle bir fotoğraf çıktı ortaya. Irak’ın büyük bir kısmı IŞİD2in kontrolü altında. IŞİD bütün dünyayı tehdit ediyor. Rusya gelmiş Suriye’ye girmiş, mevcut olan Lazkiye’deki hava üssüne ilaveten hava üsleri kurmuş. Özellikle Bayırbucak Türkmenleri’ni yok etmeye çalışıyor…vs.

‘’Bütün bu karmaşık hale gelen ortamda Türkiye, maalesef terör örgütlerinin hedefi haline gelmiş durumda. Bu bölgede SSCB olduğunda NATO’nun bekçisi olmuştur. ‘’
Bütün bu karmaşık hale gelen ortamda Türkiye maalesef terör örgütlerinin hedefi haline gelmiş durumda. Bu bölgede SSCB olduğunda NATO’nun bekçisi olmuştur. Bugün itibariyle de NATO’nun hudududur. NATO son geldiğimiz aşamada PYD ile hareket ediyor, IŞİD ile anlaşabiliyor. Esad’a ‘’erteleyebiliriz’’ diyebiliyor.

Kobane’e PYD ve IŞİD arasında çatışmalar yoğunlaştığında Irak Kürdistanı’ndan peşmergeler ağır teçhizatlı savaş araçları ve tanklarıyla Türkiye üzerinden Kobane’ye geçtiler. Geri döndüklerinde bu teçhizatları görmedik. Bu durum Türkiye için önemli bir sorun. Türkiye oyuna mı getirildi?

Evet, Türkiye karayollarında altın çağını yaşıyor. Terör patlamasından 4 dakika sonra olay yerine ambulanslar gidiyor, sağlıkta altın çağını yaşıyor. Ama eğitimde dibe vurmuş durumda. AK Parti’nin kanunlarla yasakladığı katı ideolojik, Darwinizmi, inkarcılığı, milliyetçiliği önceleyen ne kadar tortular varsa bu memleketin çocuklarına öğretiyorlar. Tankımızla, tüfeğimizle Emevi Camii’nde namaz kılacağımıza, burada İslami tedrisatı verebilsek… Kürt kardeşlerimizin Osmanlıyla hiçbir sıkıntısı olmadı. Lawrens hangi aşirete gidip Osmanlıya karşı örgütlenelim dediyse, halifeye karşı örgütleşemeyiz, seninle de tokalaşamayız, sen cins bir adamsın…dediler.

Bunu dillendirecek olan Kürt Milletvekilleri değil mi? AK Parti’nin içindeki Kürt milletvekilleri neden susuyorlar?

Kürt milletvekilleri AK Parti’yi Doğu-Güneydoğu’da çok iyi temsil ediyorlar. Ama Doğu-Güneydoğu’yu Ankara’da temsil edemiyorlar. Senden, benden iyi Kürtçe konuşuyorlar ama Kürtlerin hassasiyetiyle değil. ‘’Ben söylediğim zaman Sayın Başbakan, Sayın Cumhurbaşkanı yanlış anlar mı?’’ düşüncesiyle hareket ediyorlar. Daha iki hafta önce sizin bahsettiğiniz milletvekilleri Sayın Davutoğlu’nu Mardin’e götürmediler mi? Orada Korucu Başı’larıyla biraraya getirmediler mi? İktidara yakın bir televizyon kanalı gece boyunca canlı yayın yaptı. Korucubaşları, aşiretlerin liderleri diye tanıtıldı. Şu anda 40 bin korucu var. Yani aileleriyle birlikte 600 bin insan ediyor. Bu, Doğu’nun bir gerçeğidir.

‘’Kürt sorununun çözümünde korucu faslını da açmazsanız bu sorunu çözmemiş olursunuz.’’
Asıl Kürt sorununun bir parçası bu vatandaşlarımız bu kardeşlerimiz değil. Kürt sorununun çözümünde korucu faslını da açmazsanız bu sorunu çözmemiş olursunuz. Bu vatandaşlarımız göreve geldiğinde MHP zihniyetiyle geldiler. şu anda da bıyıklarına bakarsanız Türk milliyetçiliği sentezini önerdiklerini davranışlarıyla görürsünüz. Tekrar bir çözüm sürecinden bahsediliyor ama Sayın Başbakan gidiyor bu sefer de korucularla görüşüyor. Müzakere masasına oturduğunuzda biraz taviz vermeniz gerekir. Yani şunu diyemezsiniz ‘’gelin, ben, sizi eğiteceğim, Müslüman yapacağım, Türk yapacağım’’ diyemezsiniz. İyi niyet göstermeniz lazım.

E, zaten hükümet iyi niyet gösterdiği için PKK suiistimal ederek hendek kazmadı mı?

Hayır. Şöyle ki: Sadece 2 buçuk yılda 5 bin gencimiz ölümden kurtuldu. Ateş düştüğü yeri yakıyor. Biz ne dersek diyelim, içimiz ne kadar yanarsa yansın. Yavruları kundaktayken yetim kalıyor. Daha dün 34 vatandaşımızın cenazesi kalktı.

‘’Şu anda Doğu ve Güneydoğu’da PKK’ya hiç bulaşmamış bir aşiret bulamazsınız. ‘’
Orada ölenler Kürt gençleri. Şu anda Doğu ve Güneydoğu’da PKK’ya hiç bulaşmamış bir aşiret bulamazsınız. 50 binini devlet öldürdüğünü söylüyor, 10 bin kadarını da PKK kendi içinde infaz ettiğini söylüyor. Etti 60 bin. Bunu ailelerle çarptığınız zaman milyon ediyor. Dolayısıyla bu gerçeklikle bakmamız gerekiyor.

‘’Hükümet samimi davrandı. Onlar samimiyetsiz davrandı.’’
Hükümet samimi davrandı. Onlar samimiyetsiz davrandı. Onlar yığınak yaptılar. PKK 1978’de kuruldu. 1984’te 15 Ağustos Eruh-Şemdinli baskınlarıyla terör olaylarına başladı. İlk defa bu operasyonlar sırasında bugün kendilerine karşı itiraz var. şu anda 102 HDP belediyesi var. Hükümetin, onlara verdiği taviz, halkın gerçeği görmesini sağladı. Bu tavizlerin verildiği günlerde bölgede 71 tane kamp kurdular. Şu imkan çıktı ortaya; Kürtlerden ne kadar vergi topladıkları, Kürtlere ne kadar zulmettikleri, zaman zaman kamplara getirip baş üstü kaynar sulara bıraktıklarına Kürtlerin bizzat kendileri şahit oldu. Öyle bir noktaya geldi ki, devlet kanun biliyor, hukuk biliyor… Devletle PKK arasında bir karşılaştırma yapma fırsatı doğdu. HDP’li bir arkadaş anlattı; biz bir twit attık Kobanê olayları için, bütün Kürtler sokaktaydı. Şimdi biz ne yaparsak yapalım sokağa çıkaramıyoruz.’’ Biliyorsunuz HDP belediyelerinden biri de Ağrı’dır. Semra hanım siz de Ağrılısınız. Belediye Başkanı Sırrı Sakık ‘’ben, size ne araç ne de gereç veririm, ne de Ağrı’ya sokarım’’ dedi. Burada devletin bu belediye başkanlarını iyi koruması gerekiyor. Çünkü güç önemlidir.

Şu sonucu mu çıkarmalıyız; aslında HDP de mi PKK’dan muzdarip?

HDP’nin PKK’dan muzdarip olması gerekiyor. HDP’nin Gaziantepli şu anda da İstanbul Milletvekili Celal Doğan, PKK’nın HDP’yi sevmediğini ve HDP’nin bitmesi gerektiğini söyledi.

‘’Asla ve asla HDP’nin kapatılması, HDP’li milletvekillerin meclisten yasaklanması, meclisten atılması trajedilerini bu ülke yaşamamalı.’’
Asla ve asla HDP’nin kapatılması, HDP’li milletvekillerin meclisten yasaklanması, meclisten atılması trajedilerini bu ülke yaşamamalı. En büyük korkum şu: Türkiye’nin en büyük muarızları başta Rusya, İran, Hizbullah, Esad,, Irak merkezi yönetimi, İbadi, Işid, PKK, PYD,DHKP-C…vd Avrupa’daki birçok destekçileri Türkiye’nin bir kara harekatıyla Suriye batağına girmesidir. Sanki yöneticilerimizde de böyle bir istek var gibi görüyorum. Allah ülkemizi, milletimizi korusun.

Röportajın başında ‘’siz onlara benzemedikçe onlarla dost olamazsınız’’ ayetinden bahsettiniz. İran, Rusya’nın ve ABD’nin dininden değil lakin dış ilişkiler söz konusu olduğunda onlarla dost ve müttefik oluyor. İran, İslami rejimle yönetiliyor. Bu anlamda, dış politikada Türkiye’nin yanlışları yok mu? Elinde geçen fırsatları iyi değerlendiremedi mi? Örneğin Egit-Donat’ta başarısız oldu, Özgür Suriye ordusunu eğitti fakat başarı sağlayamadı.

İran, dış politikada çok başarılı. Benim elime geçen bir rapora göre, bizim elimizde 5556 tane personel var. bundan sadece 6 kişi Arapça biliyor. Ve dışişleri bakanlığı yapan bir zatı muhtereme dedim ki, 6 kişi Arapça biliyormuş, şaşırdı, kimmiş onlar getirin Arapçalarını test edeyim, diyerek güldü. Ortadoğu’yu kontrol edeceksiniz. ‘’Efendim çok önemli değil’’ne demek yani. ABD’nin Suriye’deki büyükelçisi bırakın Arapça bilmeyi hangi ilde hangi lehçe konuşulduğunu biliyor. Kürtçe de biliyor, Türkçe de. O yüzden bizim alt yapı çok eksik.

Gazeteci ve siyasetçi kimliğinize dayanarak soruyorum: Ankara patlamasının olduğu gece, ortada devlet açıklaması yokken, ajanslara haber düşmemişken Sözcü Gazetesi muhabiri Salih Neccar ismini ortaya attı. Aracın neden ve nasıl kiralandığından tutun da bombanın hangi güzergahta getirilmesine kadar herşeyi açıkladı. Sözcü madem bu ‘’uydurma’’ bilgiyi birilerini kollamak ve asıl sorumlulara ulaşılmaması için mi ortaya attı?

Ben istihbaratçı değilim. Daha önce gazeteciler benzeri istihbarat bilgilerini devlete ve hükümete sunmuşlardı. Bu konuyla ilgili iki okumam var:Uzun bir süredir, Türkiye kara harekatına girmeye çalışıyor. Kara harekatına çekmeye çalışan çok büyük güçler var.Takriben 15 günden bu yana, mesela Şamil Tayyar, kendisi AK Parti Milletvekilidir. TSK’nın içinde ve istihbarat içinde Tayyip beye karşı bir hareketlenme var. başkanlık sistemiyle ilgili.Benim okumam da, şu: 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün yanında olduğunu bildiğimiz birtakım yol arkadaşları hareketlendi. Öyle şeyler söylediler ki, kendileri olmadıklarını sandım. Mısır’la ilişkiler iyi olmalı, İsrail ile, PYD, PKK ile hemen şimdi masaya oturmak lazım… dediler. Sonra Gül, kimilerine göre geldi, sayın Erdoğan’ı ziyaret ederek aradaki buzları eritmeye çalıştı. Ama bana göre başlattığı çalışmanın merhalelerinden bir tanesiydi bu. Yarın çıkar der ki, Külliye’de sayın Erdoğan’ı uyardım. Şunlar şunlar iyi gitmiyor, e daha ne yapayım, madem ki olmuyorsa, bizim arkadaşlar da böyle bir oluşum yapsınlar, ne yapalım...,dedim diyebilir. 

‘’Şamil Tayyar o konuşmasında Gaziantep başta olmak üzere bölgedeki emniyet teşkilatı değişmezse ‘Paralel Yapı’dan kurtulma şansımız yok, dedi. ‘’
Tayyar o konuşmasında Gaziantep başta olmak üzere bölgedeki emniyet teşkilatı değişmezse ‘Paralel Yapı’dan kurtulma şansımız yok, dedi. Ben, çocukluğumdan beri başkanlık sisteminin taraftarıyım. Sistemin iyi tartışılması lazım. Erdoğan’ın şahsında sistemi tartışmak demokratik değil. Başkanlık sistemine AK Parti içinde de bir direnç olduğunu görüyorum.