Et tüketimi ve feminizmin birbiriyle bağlantısı incelendiğinde, bir Afrika kabilesi olan Bumaş yerlilerine ait olan efsane dikkat çekmektedir. Bu efsaneye göre, geçmişte kadın ve erkek topluluklar birbirlerinden ayrı yaşıyorlardı. Daha düzenli bir yapı oluşturan kadınların ateşi sönmezken, daha dikkatsiz olan erkekler yaktıkları ateşlerinin sönmemesini sağlamakta zorlanıyorlardı. Erkekler, avladıkları hayvanlarla beslenirken, kadınlar toplayıcı bir topluluktu. Bu yapıya şahit olan erkekler zamanla kadınlarla birlikte yaşamaya başladılar. Erkeklerin etle beslenip, kadınların tahıl, sebze ve meyve tükettiği olgusuna birkaç yüzyıl önce resmedilen eserlerde de rastlamak mümkündür. Et tüketmenin üst zümreye ait olduğu anlayışta, alt sınıf olarak görülen kadınların tahıl, meyve ve sebze tüketirken resmedildikleri görülmektedir. Buradan da anlaşılacağı üzere et tüketimi sınıfsal bir çağrışım yaratmaktadır. Ete yüklenen bu anlam, et tüketiminin yoğun olduğu topluluklara çeşitli ataerkil statüler kazandırmış, et tüketimi yiğitlikle ilişkilendirilmiştir.
Erkeğin beslenmesinin, kadınların beslenmesinden daha üstün olma durumunun en yoğun hissedildiği dönemler çoğunlukla kıtlık zamanlarıdır. Ataerkil yapının hüküm sürdüğü toplumlarda yaşanan olası kıtlıklarda kadınların beslenmesi bir öncelik olarak görülmezken, erkeklere en iyi besinlerin sunulduğu görülmektedir. Günümüz toplumlarında da benzer toplum yapılarıyla karşılaşılabilmektedir. Kadınların ikinci sınıf insan statüsünde yer aldığı bazı günümüz ataerkil topluluklarında erkeklere hizmette bulunan kadınlar, erkekler yemek yedikten sonra kalanlarla beslenmektedir. Kadınların ikinci planda tutulduğu bu toplumlarda kız çocuklarının erken yaşta evlendirildiği ve hatta “başlık parası” adı altında para karşılığı satıldığı da görülebilmektedir. Bu toplumlarda yaşayan kadınlar, erkeklerin hayatlarını kolaylaştırmaya yarayan bir tür araç olarak görülüp, insani değerlerin hiçe sayıldığı bir toplum yapısı oluşturulmaktadır. Bu toplulukların değer yapısını destekleyen ana unsurların başında, bu değer yargılarıyla yetiştirilen çocuklar ve bu anlayışın dışına çıkan insanların toplum nezdinde yargılanması bulunmaktadır. Çocukluk çağından itibaren bu zihinsel kodlamalara maruz kalan kadınların bu düzeni sorgulamak yerine destekleyip, doğurdukları kız çocuklarını da bu şekilde yetiştirdikleri ve erkek çocuklarının da toplumun diğer erkek bireyleri gibi yetiştirildikleri görülmektedir.
Kadınları ezen bu anlayışın Dünya üzerindeki birçok toplumda kültürel benlik kazandığı görülmektedir. Bu uygulamaların bir örneğine de Etiyopya’da rastlamaktayız. Etiyopyalı kadınlar her bir öğün için iki farklı yemek yapmaktadırlar. Etin de dahil olduğu besleyici gıdalardan oluşan yemekleri erkekler tüketirken, kadınlar daha az besleyici gıdalardan yapılan yemekleri tükettiği görülmektedir. Ataerkil yapının bir sonucu olan bu haksız gıda dağılımının, kadınların besin ihtiyacının en yüksel olduğu hamilelik ve emzirme dönemlerinde de bir değişikliğe uğramadan sürdürüldüğü gözlemlenmektedir. Etiyopya’daki bu örneğin pek çok toplumda benzer özellikte ve etin erkek yiyeceği olduğu kanaatinde gözlemlenmektedir. Benzer bir biçimde Endonezya’da et bir erkek yiyeceği olarak görülür ve kadınların et tüketmesi erkeklerin vereceği izne tâbidir. Bazı Asya ülkelerindeyse, kadınların deniz ürünleri de dahil olmak üzere et ve yumurta tüketimine izin verilmemektedir. Bu yasağı ihlal eden kadınların ölüm de dahil olmak üzere pek çok ceza ve yaptırıma maruz kaldığı görülmektedir. Et tüketimini erkekliğe dayandıran bu anlayışın evrilerek günümüz toplumlarının gıda tüketim anlayışına etki ettiğini söylemek mümkündür. Günümüz toplumlarının sahip olduğu yemek kitapları, etin erkek gıdası olduğu kabulünü yansıtmaktadır. Yemek kitaplarında yer alan et yemeği tariflerine ayrılan bölümlerin erkeğe hitap eden bir üslupla yazılmalarına karşın, salata gibi sebze ve meyve ağırlıklı tariflerin bulunduğu bölümlerin kadınlara hitap eden bir üslupla yazılmaları bu konuya verilebilecek örneklerden birkaçıdır.
Elbette ki bu yapı sadece Asya ve Afrika toplumlarında gözlemlenen bir durum değildir. On dokuzuncu yüzyıl İngiltere’sinde yürütülen bir ulusal beslenme alışkanlığı araştırmasında görülmüştür ki; İngiltere’de kadınların beslenmesi ikinci planda tutulurken, erkekler çoğunlukla et ile beslenmektedir. Özellikle fakir İngiliz ailelerde bu ayrım daha etkilidir. On dokuzuncu yüzyıl İngiltere’sindeki fakir ailelerin en kötü beslenen bireylerinin kadınlar olduğu, ete maddi erişimin bulunduğu dönemlerde, kadınların alınan etleri evin erkekleri için sakladığı bilgisine erişilmiştir. Dönemin işçi restoranlarındaki menüler dahi bu ayrımcılığı destekler niteliktedir. Erkeklere daha çok et veren restoranlar, kadınlara ikinci sınıf insan muamelesi yapmaktadır. Erkeklerin her öğününde et ürünleri bulundurulmaya çalışılırken, kadınlar çoğunlukla haftada bir kez et tüketebilmektedir. Gıda ürünlerine maddi imkansızlar nedeniyle erişemeyen yoksul İngiliz ailelerinin beslenme önceliği erkeklerin beslenmesidir. Çocuklar ise evin erkeklerinden arta kalan yiyecekleri tüketirler. Varlıklı İngiliz ailelerin tüketim alışkanlıkları incelendiğinde, toplumsal cinsiyet ayrımcılığının gıda tüketimine olan yansımasının bu denli hissedilmediği görülmektedir. Varlıklı İngiliz ailelerin mensubu olan kadınların beslenme düzenleri, yoksul İngiliz ailelerin mensubu olan kadınların aksine oldukça çeşitlidir. Varlıklı kadınların et tüketmesi, yoksul kadınların aksine normal karşılanmaktadır ve gıda tüketimleri erkeklerinkine oldukça benzer bir yapıdadır. Sınıfsal ayrımcılığın et tüketimine olan yansıması, yoksul ailelerde görülen toplumsal cinsiyet ayrımcılığına oldukça benzer biçimde gelişmiştir. Dönemin siyahi erkek kölelerine günlük 250 gram civarında et verilirken, siyahi kadınların günlük et tüketimi erkeklerin günlük et tüketiminin yarısından daha azdır.
Sınıfsal ayrımcılığın gıda ürünlerinin tüketimine olan yansımasının en somut örneklerinden birini de “Beyaz Amerikalılar” sergilemiştir. Dönemin yasalarına da yansıtılan biçimde ‘’Beyaz Amerikalılar’’ et tüketmeye layık görülürken, toplumun diğer etnik guruplarının et tüketmesine çoğunlukla izin dahi verilmemiştir. Toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin ve ırkçılığın etkisiyle birlikte et kutsal bir gıda statüsüne erişmiştir. Meyve, sebze ve tahıl ürünleri, etin çok daha altına konumlandırılmıştır. Et tüketen batılı toplumlar kendilerini üstün ırklar olarak nitelendirmiştirler. Et tüketimi üstün olmanın başlıca nedeni olarak görülmüş, bu anlayış beraberinde sömürgeciliği de getirmiştir. Sömürgecilik faaliyetlerinin sürdürüldüğü yıllarda siyahilere karşı yürütülen karalama politikalarına da etki eden bu anlayış, köleleştirilen siyahilerin yamyam oldukları ileri sürülerek köleleştirilmeleri ve köleleştirmenin aklanması sağlanmıştır.
Kıtlık durumlarında olduğu gibi savaş durumlarında da etin erkeğe mahsus olduğu bir yapıyla karşılaşılmaktadır. Etin karneyle, dönemin anlayışınca erkekliğin bir yansıması olarak kabul gören askerlere dağıtıldığı durumlarla da karşılaşılmıştır. Etin tüketilmesi için hazırlanmasını sağlayanlar kadınlarken, tüketimi erkeklere mahsus olarak görülmüştür. Erkekliğe yüklenen güçlü olma ve güçlü olmak için et tüketme gereksiniminin hemen her alanda bir karşılığının olduğu görülmektedir. Özellikle sporcular üzerinden yürütülen bu anlayış gereği, et tüketen erkeklerin güçlü olacağı anlayışı yayılmış ve vegan sporcular görmezden gelinmiştir. Et, güç çağrışımı yapmaktadır ve erkeğin gücünün kaynağı olarak görülmektedir. Bu nedenle ataerkil toplum yapılarında et en önemli besin kaynağıdır ve erkeğin gücünü temsil ettiği düşünülmektedir. Bu nedenle, et tüketmeyen erkeklerin güçsüz olduğu ve yeterince erkeksi olamayacakları düşünülmektedir.
Ataerkil düşünme biçiminde bitkiler de kadınlar gibi ikinci sınıf olarak görülmüş ve bu yüzden kadınlıkla ilişkilendirilmiştir. Bu nedenle bitki tüketimi bir tür aşağılama unsuru olarak kullanılmış ve yakın yıllara kadar erkeklerin birbirlerine yönelttiği alaycı sözlerde geçen aşağılayıcı unsurlar olarak kullanılmışlardır. Et yerine bitkisel gıdalar tüketmeyi tercih eden erkeklerin, et tüketen erkeklere göre daha az erkeksi olarak nitelendirilmesi de bu sebepledir. Etin yerini bitkinin alması düşüncesi, erkeğin otoritesini sarsacak bir unsur olarak görülmektedir. Bu nedenle ataerkil toplumlarda et tüketimi daima sebze, meyve ve tahıl tüketiminden daha değerli görülmüştür.
Kaynak: Carol J. Adams – Etin Cinsel Politikası