İYİ Parti lideri Meral Akşener, partisinin grup toplantısında gündemi değerlendirdi. Akşener açıklamasında şu ifadeleri kullandı:
"Sözlerimin başında, yerli aşımızın, 3’üncü faz testlerine başlandığı haberinden dolayı,duyduğum memnuniyeti paylaşmak istiyorum.
Uzun zamandır görmek istediğimiz bir gelişmeydi.
Emeği geçen herkese teşekkür ediyorum.
Umarım, üçüncü faz testleri başarıyla sonuçlanır,
ve aşının yaygınlaşmasıyla,
pandemi süreci, milletimiz için olumlu bir düzleme oturur.
Yalnız dün akşam,
iktidarın havuz medyasında ve sosyal medyada yapılan, yoğun propagandayı gördükten sonra,
Sayın Erdoğan’ı uyarmak istiyorum:
Yerli aşı meselesinden, siyaset devşirmeye kalkıp da,
böyle önemli bir süreci baltalama.
Bırak, bilim kurulu, sağlık bakanlığı ve bilim insanlarımız,
süreci, olması gerektiği gibi yürütsün.
Milletimiz, yerli aşımızı uzun zamandır bekliyor.
Şayet, daha önce nice kritik konuda yaptığın gibi,
bu konuyu da, algı operasyonlarına kurban edersen,
bu sefer altında kalırsın.
Sonra söylemedi deme.
Şeyh Edebali, Osman Bey’e öğüdünde diyor ki;
“Geçmişini bilmeyen, geleceğini de bilemez.
Geçmişini iyi bil ki, geleceğe sağlam basasın.”
Bu sözlerdeki büyük hikmete rağmen,
Türkiye, maalesef 19 yıldır, geçmişini bilmeyen,
geleceği de göremeyen bir iktidar tarafından yönetiliyor.
Biliyorsunuz, Sayın Erdoğan ve arkadaşları, lafa geldi mi,
sürekli rahmetli Aliya İzzetbegoviç’ten söz edip,
onun değerlerinin takipçisi olduklarını iddia ederler.
İşte sözüm ona, bu fevkalade muhafazakar arkadaşlar,
Bosnalı kardeşlerimize kin kusan,
Eski Sırp Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı, Milorad Dodik için,
PTT’ye hatıra pulu bastırdılar.
Dün,
“Her bir Sırp’a karşılık, 100 Boşnak ölmelidir.” diyenlerle, kanka olan bu aymazlık,
Bugün de,
insanlık tarihinin, en büyük suçlarından biri olan, Srebrenitza Soykırımı’nı reddeden,
ve okullara, utanmadan savaş suçlusu Karadziç’in adını veren,
Boşnak düşmanı Dodik’in namına, pul bastırma peşinde…
Şu vefasızlığa bakar mısınız?
Şu ilkesiz duruşa bakar mısınız?
Şu sözde muhafazakarlığa bakar mısınız?
Yazıklar olsun size.
Yazıklar olsun sizin zihniyetinize.
Sayın Erdoğan;
sana rahmetli İzzetbegoviç’in bir sözünü hatırlatmak istiyorum:
“Savaşta büyük zulme uğradınız.
Zalimleri, affedip affetmemekte serbestsiniz.
Ne yaparsanız yapın, ama soykırımı unutmayın.
Çünkü, unutulan soykırım tekrarlanır.”
Bosna’daki soykırımı reddeden birine hatıra pulu bastırmak,
Rahmetli Aliya İzzetbegoviç’in dediği gibi, soykırımı unutmaktır.
İnsanlık suçunu unutanların, insanlığın gönlünde yeri olmaz.
İnancımıza ve değerlerimize göre,
o pullarda kullanılan mürekkep değil, Müslüman kanıdır.
Bu yanlıştan derhal dönün ve o pulları, vakit kaybetmeden imha edin.
Ayıptır!
Milletine verdiği sözleri unutan, milletine yabancılaşan,
milletinin dertlerini, acılarını görmezden gelen bir iktidar,
ömrünü tamamlamış demektir.
Hele ki, bu iktidar, bir de çıkıp, milletine yalan söylüyorsa,
artık uzatmaları bile tamamlamış demektir.
Ve böyle bir iktidarın, en azından utanması gerekir.
Ama maalesef, ne Sayın Erdoğan’da, ne de arkadaşlarında zerre utanma göremiyoruz.
Aksine, her şeyi iyi yaptıkları yalanını, ısrarla söylemeye devam ediyorlar.
Hizmet siyaseti yaptıkları masalını, her fırsatta anlatmaya devam ediyorlar.
Mesela;
Nice yetenekli gencimiz iş bulamazken,
müdürlerine 11, danışmanlarına da beş maaş vermeye, utanmıyorlar.
Mesela;
İşçilerimiz, memurlarımız, emeklilerimiz, ay sonunu getiremezken,
yollar, köprüler, havalimanları üzerinden,
o beş müteahhide, para aktarmaya utanmıyorlar.
Mesela;
esnafımız, çiftçilerimiz iflasın eşiğindeyken,
memleketin akarsularına, HES projeleriyle çökmüş yandaşlarına,
tıkır tıkır garanti ödemeye utanmıyorlar.
Mesela;
milletimize pandemi şartlarında, 10 milyar liralık desteği, rica minnet verirken,
beşli çetenin, vergi borçlarını tek kalemde silmeye utanmıyorlar.
Mesela;
Tank Palet’i peşkeş çektikleri yetmiyormuş gibi,
şimdi de bir diğer stratejik kurumumuzu,
Makine ve Kimya Endüstrisi Kurumu’nu özelleştirmeye hazırlanıyorlar.
Ordumuzun mühimmatının, önemli bir bölümünü üreten bu stratejik kurumu da,
peşkeş maceralarına kurban etmeye utanmıyorlar.
Sözüm ona muhafazakarlar ama,
talan etmedik, kırmadık, dökmedik, satmadık bir şey bırakmadılar.
Satarak tükettikleri gibi,
girdikleri garip akçeli ilişkilerle, yiyerek de tüketmeye utanmıyorlar.
Utanmıyorlar, çünkü milletimizin gerçekleri artık umurlarında bile değil.
Çünkü, Ak Parti ve ortakları için birinci öncelik, saray sefasının sürmesi.
Nitekim, çok konuşup, az iş yapan, Sayın Erdoğan’ın aklı, özellikle şu sıralar,
içeride düşman ilan edip, dışarıda dost olduklarıyla meşgul.
Bunun son örneği, Afganistan meselesi.
Biliyorsunuz Amerika, Afganistan’dan çekiliyor.
Ama aklı, oradaki havaalanında kalıyor.
“Ne yaparım?” diye, kara kara düşünürken,
iç politikada, Amerika’ya etmedik laf bırakmayan Sayın Erdoğan,
devreye giriyor, ve nedense bu işe gönüllü oluyor.
Yani bir anlamda diyor ki;
“Dostum Biden, sen rahat ol, biz bu işi üstleniriz.”
Şu devlet insanlığına bakar mısınız?
Buradan Sayın Erdoğan’ı, aklını başına almaya davet ediyorum.
Afganistan ile tarihi bağlarımız var.
Türk askeri, orada görev yaptığı süre boyunca, asla muharip görev üstlenmedi.
Tam tersine, kardeş Afgan halkına yaptığı yardımlarla gönülleri kazandı.
Şimdi, hiçbir güvenlik gerekçesi yokken,
ve sırf sen yeni Amerikan başkanına şirin görüneceksin diye,
böyle bir riske girmenin akılla izah edilir bir yanı yoktur.
Üstelik, bu anlamsız göreve aday olurken,
para-pul konuşmanın da manası yoktur.
Sayın Erdoğan;
Afganistan’ı kim bu hale getirdiyse, bırak o toplasın.
Dostun Biden’a söylemen gerekenleri söyleyemedin,
Söylememen gerekeni de, büyük bir iştahla söylüyorsun.
Amerikalı askerin canını kurtarmak için,
kendi askerini feda etmeye, bu kadar hevesli olma.
Böyle diplomasi olmaz.
Böyle devlet yönetilmez.
Bu maceraya atacağın kınalı kuzuların, ayağına taş değse senden biliriz,
hesabını da sana sorarız.
Bunu da böyle bilesin!
Sayın Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı sıfatıyla öncelikli görevi,
Afganistan’da havaalanı güvenliği sağlamak değil,
Kendi milletinin huzur ve refahını sağlamaktır.
Ancak maalesef kendisi, işini yapmadığından,
milletimizin huzur ve rafahı için, İYİ Parti olarak biz çalışıyoruz.
Nitekim Sayın Erdoğan, zengin masalarında hesap yapmakla meşgulken,
ben ve arkadaşlarım, il il, ilçe ilçe dolaşıyor, milletimizi dinliyoruz.
Kendisi, Biden’in ne dediğiyle ilgilenirken,
biz, Bitlisli esnafımıza kulak veriyoruz.
Kendisi, yeni kankalıkların peşinde koşarken,
biz, Afyonlu vatandaşlarımızın dertleriyle dertleniyoruz.
Kendisi, Türkiye’nin değil, şahsının çıkarlarını kovalarken,
biz, yüzbinlerce kamu çalışanının toplu sözleşmesine kafa yoruyoruz.
Buradan Sayın Erdoğan’a seslenmek istiyorum:
Sen önce dön;
Bitlis’te, baba yadigarı dükkanlarda,
yaşam savaşı veren, esnafımıza yapılanları gör.
Dükkanları yıkılmak üzere olan esnafımızın, çaresizliğini gör.
“Dere ıslahı yapacağım.” diye,
yüzlerce Bitlisli esnafın, ekmeğiyle oynayan vurdumduymazlığı gör.
Sen önce;
İstanbul Pendik’te,
“Yardımlar için iki defa başvuru yaptım,
ikisinde de alamadım, çünkü Ak Partili değilim” diyen, esnaf kardeşimi duy.
“Gelen 100 müşterinin 90’ı dert yanıyor.
Ülkenin kaynakları heba ediliyor.
Ama hiçbir şey yapamıyoruz” diyen,
kuyumcu kardeşimi duy.
“Beş çocuğum var.
Bu şartlarda nasıl ayakta kalacağız bilmiyorum” diyen,
ayakkabıcı kardeşimin feryadını duy.
Ama görmüyorsun, duymuyorsun.
Çünkü umursamıyorsun.
Küçük ortakla kafa kafaya vermişsiniz,
“bu eğri düzeni nasıl ayakta tutarız?” diye, hesap yapıyorsunuz.
Ne hukuk tanıyorsunuz, ne de ahlak.
Ne insafınız kalmış, ne de vicdanınız.
Varsa yoksa iktidarınız.
İki gün önce Afyon’daydım.
Senin o iktidar hesabın için, Afyonlu kardeşim ne diyor biliyor musun?
“Böyle iktidar yere batsın.” diyor.
Bir kasap kardeşim;
“Eskiden haftada bir gelen müşteri, şimdilerde ayda bir gelebiliyor.
Üreticinin maliyeti arttığı için, hem onlar, hem de biz sürekli fiyat artırıyoruz.
Millet kasabın yolunu unuttu.” diyor.
Turizm acentesi sahibi bir kardeşim;
“Nefes kredisi en yüksek faizle veriliyor.
Adı Nefes Kredisi ama, bu faizle nefesimiz kesiliyor.” diyor.
Bolvadin’deki bir çiftçi kardeşim, feryat ediyor;
“Ne olacak bizim halimiz?
Yem 160, 170 lira.
Yemin ederim, 70-80 hayvandan, 2-3 hayvanım kaldı.
Gübremiz pahalı, mazot pahalı.
Mera diye bir şey de kalmadı.
Yayladaki yerleri de elimizden alıyorlar.” diyor.
Sen, milletimizin gerçeğini görmesen de, Çay ilçesindeki kardeşim görüyor.
Diyor ki;
“Malcılık bitti, çiftçilik bitti.
Biz bitince esnaf bitiyor.
Televizyona çıkıp, ‘’Vatandaşım iyi durumda” diyor.
Gelsin de görsün bakalım ne haldeyiz.”
Aynen böyle diyor.
Sayın Erdoğan;
İşte sana milletimizin gerçekleri.
Sefa sürdüğün saraydan, bir zahmet başını çıkar da, vatandaşını bir dinle.
Bu ucube sistemle, devleti devlet olmaktan, vatandaşı da çileden çıkardın.
Bir zahmet sokağa çık da, milletin gerçeklerini gör bakalım.
Bu hafta Milletin Kürsüsü’nde,
senin o duymazdan geldiğin insanlarımızdan biri var.
Okullar kapandı, evden çalışma dönemine geçildi,
ve koca bir sektör, çaresizlik içinde kıvranıyor.
Servis firmaları ve emekçileri zor durumda.
Onlardan biri, servisçilik yapan, Ahmet Alper İntepe kardeşim, bugün aramızda.
Şehit babasına bile, utanmadan, sıkılmadan, ekranlarını kapayan,
TRT ve Meclis Televizyonu’ndan,
servisçi kardeşlerimizin sesini duyurmalarını, elbette beklemiyoruz.
Ama onlar istedikleri kadar sansürlesin,
biz, milletimizin sesini, Türkiye’ye duyurmaktan vazgeçmeyeceğiz.
Buyur Ahmet kardeşim, söz de kürsü de senindir.
Teşekkür ederim.
Bu iktidarın gerçekleri görmeye niyeti,
milletimizin sesini duymaya da tahammülü yok.
İşte o nedenle,
biz vatandaşımızın ayağına gidip,
dertlerine tercüman olduğumuzda, arkadaşlar çileden çıkıyor.
İftiralar, hakaretler, havada uçuşuyor.
Varsın olsun.
Onlar, gönüllerince çileden çıkabilirler.
İstedikleri yalanı söyleyip, istedikleri çamuru atabilirler.
Biz ısrarla milletimizin sesini duyurmaya,
ve itinayla onları çileden çıkarmaya devam edeceğiz.
Kimse merak etmesin.
Hayatı ve Türkiye’yi, betondan ve 5 müteahhitten ibaret zanneden bu zihniyet,
enerji konusunda da, maalesef sınıfta kalmıştır.
Türkiye’nin potansiyelinin ve imkanlarının farkında bile değiller.
Her zaman söylüyorum.
Güçlü, zengin ve mutlu bir Türkiye için ihtiyacımız olan her şeye sahibiz.
Bakın;
Türkiye’nin, enerjide toplam kurulu gücü, 97 bin megavat.
Bunun yanı sıra, sadece rüzgar enerjisi potansiyelimiz, 48 bin megavat.
Yani, tüm kurulu gücümüzün yarısı kadar, rüzgar enerjisi potansiyelimiz var.
Yıllık, 100 milyon ton petrole eşdeğer, güneş enerjisi potansiyelimiz var.
Bu rakam ne demek?
İran’ın yılda ürettiği toplam petrol kadar, güneş enerjisi potansiyelimiz var demek.
35 bin megavatlık da, jeotermal enerji potansiyelimiz var.
Ama gel gör ki, 2020’de enerjimizin yüzde 33’ünü kömürden sağlamışız.
Bu kömürün de, yüzde 60’ını ithal etmişiz.
Yani enerjimizin en büyük kısmını,
çevreye en zararlı enerji kaynağından elde etmişiz.
Avrupa’nın bütün ülkeleri kömüre veda ediyor.
Belçika, 5 yıl önce tüm kömür santrallerini kapattı.
Avusturya ve İsveç, geçen yıl tüm kömür santrallerini kapattı.
Fransa 1 yıl içinde, İngiltere 3 yıl içinde, İtalya da 4 yıl içinde, kömüre veda ediyor.
Kömürle enerji üretimi artan tek ülkeyse, maalesef Türkiye.
Mesela Almanya, enerjisinin yüzde 56’sını, yenilenebilir enerjiden karşılıyor.
2038 yılına kadar, Almanya’da karbondioksit salan tüm santraller kapatılacak.
Türkiye, daha ilk nükleer enerji santralini açmakla meşgulken,
2022 yılında, tüm nükleer enerji santralleri kapatılacak.
Onlar, “Bu teknoloji riskli ve eski.” diyerek kapatıyor.
Bizimkilerse, “Yeni ve muhteşem bir teknoloji.” diye, kendilerince hava atıyor.
İki anlayış arasındaki farkı görebiliyor musunuz?
Bugünün kısır siyasi tartışmalarını bırakıp, dünyadaki gelişmeleri takip edince,
maalesef dünyanın, Türkiye’den çok daha hızlı adımlarla ilerlediğini görüyoruz.
Türkiye, çimento ve asfalt ustalığıyla övünürken, giderek dünyadan kopuyor.
Gelin, Türkiye ve Almanya’yı karşılaştıralım.
Türkiye’nin, güneş enerjisinde, kurulu gücü 7 bin megavat.
Almanya’nınsa, tam 54 bin megavat.
Yani neredeyse, Türkiye’nin 8 katı.
Alman vatandaşları, güneş görmek için, tatillerde Türkiye’ye geliyor,
ama Almanya, güneşten, Türkiye’nin sekiz katı enerji elde ediyor.
İşin trajik yanı da şu:
Bir güneş panelini, Almanya’ya kurarsanız, bir birim enerji üretiyor.
Aynı güneş panelini, Türkiye’ye kurduğunuzda, en az 2 katı enerji üretiyor.
Yani Türkiye’de güneşten elektrik üretmek, 2 kat daha verimli, 2 kat daha kârlı.
Üstüne üstlük, Almanya’nın yüzölçümü, Türkiye’nin yarısı kadar bile değil.
Ama bizden 8 kat fazla, güneş enerjisi gücüne sahip.
Rüzgar enerjisinde de durum aynı.
Almanya, rüzgar enerjisinden geçen yıl, Türkiye’den 20 kat fazla üretim yaptı.
20 kat.
Biokütle enerjisinde de gerideyiz.
Türkiye’nin yarısı kadar bile, tarım alanına sahip olmayan Almanya,
biokütleden de, Türkiye’den 20 kat fazla enerji üretiyor.
Bu tabloya bakıp da, “Almanya bizi kıskanıyor.” diyebilmek,
en hafif tabiriyle şuursuzluktur.
Biliyorsunuz, Sayın Erdoğan her fırsatta,
petrol ve doğalgaz ithal ettiğimiz için, ülkemizde cari açığın kaçınılmaz olduğunu söyler.
Bu şartlarda, aslında bu tespit doğrudur.
Ancak mesele, bu durumu tersine çevirebilmektir.
Bunu hatırlatınca da, 19 yıldır iktidarda olan kendisi değilmiş gibi,
“Zaman içinde şöyle olacak, zaman içinde böyle olacak.” der.
O da yetmeyince, doğalgaz müjdesi, petrol müjdesi verir.
Ne hikmetse, aynı gün, akaryakıta zam gelir.
Çünkü Sayın Erdoğan ve ekibinin anlayışına göre,
Türkiye’nin zenginleşmesi,
üreterek, gencine, kadınına istihdam yaratarak,
yüksek teknoloji ürünleri geliştirip, ihraç ederek,
kaynaklarını, potansiyelini harekete geçirerek değil,
gelirine çökülecek, doğal kaynaklarla mümkündür.
Çünkü Sayın Erdoğan için, rant ekonomisi gibi bir imkan varken,
sürdürülebilir bir kalkınmaya, kafa yormanın hiç gereği yoktur.
Büyümeyi doğal gaz keşfinden,
kalkınmayı da, parayı betona gömmekten ibaret gördüğü için de,
hem Türkiye’de, hem de kardeş Azerbaycan’da,
yandaş müteahhitlerinin, şantiye şefi gibi hareket etmekte, hiçbir sakınca görmez.
Ez cümle;
Bugün ülkemizin yaşadığı, ekonomik, sosyal ve çevresel tüm sorunların temelinde,
Sayın Erdoğan ve ekibinin, yanlışta ısrar eden, o çarpık zihniyeti yatıyor.
Oysa, dünyayı doğru okuduğunuzda,
petrol ve doğalgaz zengini olmayan ülkelerin de,
doğru politikalarla, sürdürülebilir bir büyüme yakaladıklarını,
ve cari fazla verdiklerini görebilirsiniz.
Güney Kore’ye bakınca,
başta Almanya olmak üzere, Avrupa ülkelerine bakınca,
bu gerçeği görürsünüz.
Petrol ve doğalgaz müjdesi vermeden,
çayları, dereleri kurutup, doğayı katletmeden de,
büyümenin, kalkınmanın ve zenginleşmenin, mümkün olduğunu görürsünüz.
Ama maalesef;
Sayın Erdoğan ve arkadaşları, inatla üç maymunu oynamaya,
sözüm ona, işinin ehli teknokrat bakanlar da, ısrarla boş boş bakmaya devam ettikçe,
Doğa Ana bize, her biri öncekinden daha çetin dersler vermeye, devam ediyor.
Giderek sıklaşan fırtına ve kasırgalar.
Kıyıya yakın yerlerde oluşan hortumlar.
Konya Havzası’nda, çapı 30 metreyi bulan obruklar.
Marmara Denizi’ni saran ve Ege’ye de sıçrayan müsilaj felaketi.
Yaz ayında sel afetleri.
Yani Doğa Ana bize diyor ki;
“Karbona dayalı enerjiyi, nükleer tesisleri özendirmeye devam ederek,
Ormanları talan ederek,
Su kaynaklarını kurutarak,
Tarım alanlarını, plansızca imara açarak haddinizi aştınız!
Artık aklınızı başınıza alın.” diyor.
Ben de bu vesileyle iktidarı, haddini bilmeye,
iklim değişikliği, atık yönetimi, döngüsel ekonomi, ve Yeşil Mutabakat gibi konularda,
hızlı, kararlı ve doğru adımlar atmaya davet ediyorum.
Yapılan bir araştırmaya göre,
vatandaşlarımızın yüzde 93’ü, iklim değişikliğinin hepimizi etkilediğini söylüyor.
Yüzde 77’siyse, iklim kriziyle mücadele için, acilen kapsamlı tedbirler alınmasını istiyor.
Hangi partiye oy verirse versin, tüm vatandaşlarımız,
aynı duyarlılıkla, çevrenin katledilmesine karşı duruyor.
Toplumumuzun yüzde 75’i,
yani, her 4 kişiden 3’ü, iklim kriziyle mücadele etmemiz gerektiğini söylüyor.
Biz, milliyetçi, demokrat ve kalkınmacı bir partiyiz.
Milliyetçi bir parti olarak,
çevreyle, doğayla, dost olmayan bir büyüme ve kalkınma modelini, reddediyoruz.
Çünkü milliyetçiliği, topraklarımızın, suyumuzun bereketinden ayrı düşünmüyoruz.
O yüzden de Yeşil Mutabakatı,
sadece ticaret yaptığımız ülkelerle, ekonomik ilişkilerimizi iyileştirmek için değil,
ülkemizin geleceği için, ülkemize yakıştığı için istiyoruz.
Çünkü biz biliyoruz ki;
kapsamlı bir yeşil dönüşüm stratejisi izlemek,
ülkemizde, ekonomik ve sosyal refahı büyütecek, istihdamı ve kamu gelirlerini artıracak.
İYİ Parti olarak, bu konuda çalışmalarımızı yaptık, çözümlerimiz hazır.
Nitelikli bir iklim değişikliği politika paketiyle, işsizlik azalacak, katma değer artacak.
Böylece milli gelirimizi, en az yüzde 7 arttıracağız.
İktidara geldiğimizde karbon kotasını uygulayacağız.
Bir sınır getirip, bu sınırın üzerine çıkanlara,
yani çevreyi kirletenlere, caydırıcı düzeyde cezalar vereceğiz.
Yeşil Dönüşüm Fonu kurup, çevreyi kirletenlerin ödeyeceği cezaları bu fona aktaracağız.
Yeşil Dönüşüm Fonu ile,
düşük karbon ekonomisine geçişi kolaylaştıracak,
alternatif teknolojilere yatırımı özendirerek,
bu alanlarda çalışan yerlere vergi avantajları sağlayacağız.
Altyapı, üstyapı ve lojistik yatırımlarını,
enerji talebini azaltacak ve döngüsel ekonomiyi mümkün kılacak şekilde yapacağız.
Yeşil dönüşüm projelerine, uygun maliyetli finansman desteği sağlayacağız.
Yeşil Toparlanma Vizyonumuzla uyumlu olarak,
hem kamu, hem de özel sektör için,
iklim politikalarımızı, şeffaf ve öngörülebilir şekilde, uluslararası arenaya sunup,
böylece, iklim finansmanı için yatırım çekeceğiz.
Yani;
bir yanda, sözüm ona daha az maliyetli diye, doğayı kirletmek ve fakirleşmek var,
diğer yanda ise, daha yeşil, çevre dostu, işsizlik sorununu azaltmış,
ve en az yüzde 7 zenginleşmiş bir Türkiye var.
İYİ Parti olarak biz, ikincisini tercih ediyoruz.
Ak Parti iktidarının, yeşil ve sürdürülebilir olmayan,
yanlış enerji politikaları nedeniyle,
Türkiye’nin kaynakları verimsiz kullanılıyor.
Bakın size bir örnek vereyim;
Ülkemiz tarihinde, enerji tüketiminin en yüksek olduğu tarih, 3 Eylül 2020 günüdür.
O gün Türkiye, 49 bin 556 megavat elektrik tüketti.
Türkiye’nin, 97 bin megavat kurulu gücü olduğu düşünüldüğünde,
ortada 45 bin megavatlık bir fark var.
Bu da üretimdeki verimsizliğin göstergesidir.
20 yıl öncesine kadar, yalnızca kamuya ait santrallerimiz vardı.
Son 20 yıldır, özel sektörün de devreye girmesiyle, enerji santrallerinde arz fazlası var.
Arz fazlası olan bir piyasada, fiyatların düşmesi beklenir değil mi?
Peki, ekonomi gurusu Sayın Erdoğan’ın yönettiği Türkiye’de öyle mi oldu?
Maalesef hayır.
Çünkü bu süreçte, kamunun denetim gücü zayıflatıldı,
enerji üretimi adeta, denetimden yoksun bir şekilde, özel sektöre devredildi.
Bugün, özel şirketler, istediği yere, istediği güçte santral yapabiliyor.
Devletse, bu kontrolsüz işlere alım garantisi vererek, israfı katlıyor.
Bugün, elektrik tüketimimize baktığımızda, ülkemizin kurulu gücü yeterli durumda.
Ancak, alım garantileri dolayısıyla, yeni yeni santrallerin açıldığını görüyoruz.
Üstelik bu garantiler de, dolar bazında veriliyor.
Ak Parti iktidarı,
mesela kömür santrallerinde, 16.76 sent,
biokütle santrallerinde, 15.3 sent,
güneş enerjisinde, 13.1 sent,
nükleer santral için de, 12.35 sent alım garantisi veriyor.
Peki sonuçta ne oluyor?
Devlet, vatandaşa 40 kuruştan sattığı elektriği,
bir firmanın santralinden, 101.8 kuruşa satın alıyor.
Yani tükettiği elektrik için, milletin cebinden, 40 kuruş değil, aslında 101.8 kuruş çıkıyor.
Bir başka örnek;
Hani şu milletimize küfreden bir müteahhit var ya,
mesela devlet, ona devredilen santralden, elektriği 50 kuruşa alıyor.
Oysa, devlete ait santrallerde, elektriğin üretim maliyeti, 29 kuruş.
Aradaki fark da, aldıkları onca ihaleye rağmen bir türlü doymayan,
5’li çetenin kurduğu, enerji firmalarının kasasına giriyor.
Olan yine milletin hazinesine oluyor.
Uzun lafın kısası, üretimdeki beceriksizlik,
tüketimdeki soygunla taçlandırılıyor.
Bu düzen böyle gitmez.
Bu düzen böyle gidemez.
Biz böyle büyük bir soyguna, seyirci kalamayız.
Dava arkadaşlarım;
Şimdi de ne yapıyorlar biliyor musunuz?
Dalaman’da, çiftçilerimiz için hayati önemde olan, Akköprü Barajı’nı satmaya hazırlanıyorlar.
Milletin olan barajı özelleştirecekler, sonra da dolar üzerinden alım garantisi verip,
aradaki farkı yine milletin sırtına yükleyecekler.
Tezgaha bakar mısınız?
El insaf kardeşim, el insaf!
Ne doymaz bir iştahınız varmış.
Milletin santralini satıp,
aynı santralin elektriğini, 3-5 katına millete fatura edeceksiniz.
Böyle arsızlık, böyle utanmazlık olur mu?
Ayıptır, yazıktır, günahtır.
Bakın;
Son 3 yılda, elektrik üretmeyen santrallere bile, 7,2 milyar lira para aktarılmış.
Bu santraller, yerli desen yerli değil, çevreci desen, çevreci de değil.
Ancak, vatandaşın kullanmadığı elektriği,
yine onlara ödeten bu santrallerin, tek bir özelliği var:
O da yandaşların olmaları.
Bu olağanüstü başarılı enerji politikaları,
ve Sayın Erdoğan’ın, sözde hizmet siyaseti sayesinde,
ülkemizde pahalı elektrik, öyle büyük bir sorun haline geldi ki;
Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği’nin, son Ekonomi Şûrası raporunda,
Türkiye’nin her ilinde, sanayicimiz, tüccarımız, elektrik faturalarından dert yanmış.
Sadece faturalardan mı?
Hayır.
Kesintiler de büyük sorun.
Üreticilerimiz de, hane halkı da, hem israfın, hem de kesintilerin bedelini ödüyor.
Mesela;
bölge sakinlerinin, gıyabında DEAŞ diye öfkeyle andığı, Dicle Elektrik,
2018-2019, döneminde 954 milyon lira teşvik alıyor.
Peki bu teşvik niye veriliyor?
Bölgedeki kayıp kaçak miktarı azalsın,
elektrik dağıtım hizmeti, doğru dürüst yapılabilsin diye.
Ama ilginçtir;
teşvikten önce, kişi başına elektrik kesintisi, 1271 dakikayken,
teşvik sonrasında, bir anda iki katına çıkarak, 2433 dakika oluyor.
Dicle Elektrik tek örnek değil.
Osmangazi Elektrik bir başkası.
2019 yılında, 1 milyar 265 milyon lira teşvik alıyor.
Teşviği aldığı gibi de, bölgede elektrik kesintileri başlıyor.
1070 dakika olan kesintiler, 2300 dakikaya çıkıyor.
Birçok firma için tablo aynı.
İşte size Ak Parti iktidarının teşvik anlayışı.
Vatandaşın sırtına vergileri, ateş pahası elektrik faturalarını yükleyin,
sonra teşvik adı altında, soygunculara dağıtın,
bir de üstüne milleti karanlıkta bırakın.
Allah ıslah etsin.
Rezalet bununla bitiyor mu?
Elbette bitmiyor.
Öyle eğri bir düzen kurmuşlar ki, her şey bizlerin aleyhine işliyor.
EPDK, yani Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu,
bildiğiniz gibi, elektrik tarifelerini ve firmalara verilecek teşvikleri belirlemekten sorumlu.
İktidarın rant iştahı ve düzenekleri, tüm kurumları sarmış.
Buradan da pis kokular yükseliyor.
Mesela;
EPDK Tarifeler Daire Başkanı olan kişi,
2021 yılının tarifesini ve verilecek teşvikleri, Ocak ayında belirleyip,
Mart ayında istifa ediyor.
Sonra ne oluyor dersiniz?
Bir elektrik şirketinde, üst düzey yönetici olarak işe başlıyor.
Bir başka grup başkanı da, Şubat ayında istifa edip,
bir başka şirkette yönetici oluyor.
Yine EPDK’de çalışan bir uzman,
bir başka elektrik şirketine, müdür olarak transfer oluyor.
İşe bakar mısınız?
Ocak ayında, verilecek teşvikleri belirleyenler,
hemen sonrasında, bu paraları alacak şirketlere, yönetici olarak gidiyor.
Sonra vatandaş, “Bu faturalar ne böyle?” diye sorunca, iktidardakiler kızıyor.
Kızamazsın kardeşim, kızamazsın.
Böyle kepazelik olur mu?
İş etiği kavramının, bu arkadaşların lügatında olmadığını zaten biliyoruz.
Ama artık ahlakın da, Beştepe’nin yanından yöresinden geçmediğine ibretle şahit oluyoruz.
Böyle kirli bir tezgahtan ne çıkar?
Çıksa çıksa, vatandaşa yüklü fatura çıkar.
Çıksa çıksa, zengin olan bürokrat, ihya olan yandaş çıkar.
Çıksa çıksa, haram çıkar, günah çıkar.
Yazıklar olsun.
Bir yanda, elektrik faturasını ödeyemediği için,
tarlasını sulayamayan çiftçi, üretim yapamayan sanayici,
diğer yanda, kendi cebinden başkasını düşünmeyen, devletin sözde bürokratları.
İşte size, Sayın Erdoğan ve arkadaşlarının, her kürsüye çıktıklarında altını çizdikleri,
hizmet siyaseti anlayışı.
İşte size iktidarın, milletin derdini görmeyen,
yalnızca eşine, dostuna, yandaşına hizmet eden o çarpık zihniyeti.
Bu kirli çarkı kırabilmenin yolu belli.
Ve emin olun ki, ilk seçimde milletimizden yetkiyi alıp,
o kirli çarkı, haramzadelerin başında kıracağız.
Eleştirdiğimiz her konuda, gördüğümüz her yanlışta yaptığımız gibi,
bu konuda da, İYİ Parti olarak çalışmamızı yaptık, çözümlerimizi hazırladık.
Yetkiyi aldığımızda,
işsizliği 4 sene ötelemek dışında, bir fonksiyonu olmayan,
merdiven altı üniversiteler yerine,
enerji alanında, küresel iş birliklerine dahil olacak yetkinlikte,
araştırma merkezleri kuracağız.
İleri enerji teknolojileri araştırmalarına, bütçeden daha fazla pay ayıracağız.
Hani Sayın Erdoğan, 100 yıl hedefleri koymayı çok seviyor ya,
biz de, Elektrik İşleri Etüt İdaresi’nin kuruluşunun 100. yılına denk gelen 2035 için,
karbonsuz elektrik üretimi hedefi koyacağız.
İmzacıları arasında yer aldığımız, Paris İklim Anlaşması’nı onaylayıp,
2050 için, net sıfır emisyon hedefi koyacağız.
Fosil yakıt desteklerini aşamalı olarak kaldırıp,
enerji fiyat ve tariflerinin, tüm kullanıcılar için, şeffaf hale gelmesini sağlayacağız.
Yerel yönetimlere, enerji planlaması yapmaları için yetki verip,
hedefler koymalarını sağlayacak, ve bunları etkin şekilde izleyeceğiz.
Dağıtım şirketlerinin, maliyetlerini şişirmelerini engelleyeceğiz.
Üretim teşviklerinde, dolardan kaynaklanan maliyetleri,
Türk lirasına çevirip, piyasa takas fiyatıyla bağlantılı hale getireceğiz.
Teşvikleri, yenilenebilir enerjiyi, etkin şekilde üretecek projelere vereceğiz.
İletimde doğru planlamayla, kısıt maliyetlerini düşüreceğiz.
İYİ Parti iktidarında Türkiye,
bu ucube sistemden ve milletine sırtını dönmüş bu çarpık zihniyetten kurtulacak.
İyileştirilmiş ve Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem’le birlikte,
Türkiye’yi, akılcı bir yönetim anlayışıyla tanıştıracağız.
İnanın, iktidarın bize reva gördüğü bu çile, kaderimiz değil.
Zorluklarınızı görüyoruz, dertlerinizi biliyoruz.
Çözümlerini ürettik, üretmeye de devam ediyoruz.
Kadrolarımız, planlarımız, projelerimiz hazır.
İYİ Parti olarak biz hazırız.
Siz sandıkta yetkiyi vereceksiniz,
biz geleceğiz ve Türkiye’ye iyi geleceğiz.
Çünkü önce millet, önce memleket diyeceğiz.
Gerisi, Türkiye’nin zenginliğiyle hallolacak.
Bütün mesele, bu zenginliği kimin, nasıl paylaşacağı.
Haramzadelerin hortumunu kestik mi, gerisi kolay.
Biz geleceğiz, ve milletimize hakkı olan zenginliği sunacağız.
Bundan şüpheniz olmasın.
İktidarın bacası alev almış, panik her geçen gün büyüyor.
Panik arttıkça, çirkinlikler, yalanlar, iftiralar, saldırılar artacak.
Varsın artsın.
Bizim yolumuz, hak yoludur, hakikat yoludur.
Bizim yolumuz, millet yoludur.
Bu kutlu yolda, durmak yok.
Bu kutlu yolda, dönmek yok.
Bu kutlu yolda, vazgeçmek yok.
Varsın iktidar, abuk sabuk konularla, gündemi meşgul etsin.
Varsın küçük ortak, her hafta kürsüde, kendini paralasın.
İstedikleri kadar ağlayıp, sızlansınlar.
O sandık, er ya da geç ,milletin önüne gelecek,
millet iradesi, er ya da geç, tecelli edecek.
Onlar istedikleri kadar kaçsın.
O sandık gelecek ve Sayın Erdoğan’la ortakları, tıpış tıpış gidecek.
Hazır olun.
İYİ Parti iktidarı yaklaşıyor.
Allah’ın izni, milletimizin takdiriyle, yetkiyi alıp,
milletimize olan borcumuzu, memlekete hayırlı hizmetlerle ödeyeceğiz.
O kutlu gün gelene kadar,
Türkiye’yi hak yolunda, hakikatle yönetecek kadrolar olarak,
her kapıyı çalacak, her eli sıkacak, dinlenmedik dert bırakmayacağız.
Yılmayacağız, yıkılmayacağız ve sonunda mutlaka KAZANACAĞIZ!
Toplantımızı şereflendirdiniz.
Sağolun, varolun, Allah’a emanet olun."