İki sanatçının tanışmasının arkasında, Hülya Avşar’ın siyasetçi halası Yüksel Avşar’ın desteği olduğu öğrenildi. Yüksel Avşar, özellikle müziğin ve sanatın, toplumsal meselelerde bir köprü işlevi görebileceğine inanıyor. Yüksel Avşar, siyasetteki duruşuyla birlikte kültürel etkinliklerde de aktif bir rol alarak, sanatın ve siyasetin bir arada nasıl var olabileceğini gösteriyor. Özellikle Kürt kimliği ve kültürü üzerine yaptığı çalışmalarla bilinen Yüksel Avşar, hem siyasetteki etkisi hem de ailevi bağlantılarıyla saygı duyulan bir kadın figür.
Pervin Çakar, Avşar ile birlikte çektikleri fotoğrafları sosyal medya hesaplarında paylaştı.
Mardin’in Derik ilçesinde beş çocuklu bir ailede dünyaya gelen Çakar, babasının öğretmen olması nedeniyle Ordu’nun Fatsa ilçesinde büyüdüğünü aktardı. 90’lı yıllarda ailesinin Diyarbakır’ın Bismil ilçesine tayin olmasıyla müzikle tanıştığını belirtti. Bu süreçte Barış Manço’nun etkisiyle müzik hayatına adım attığını vurguladı.
Çakar, Bismil’deki bir halk müziği yarışmasına katıldığını ve 14 yaşında bu yarışmayı kazanarak müzik kariyerine yön vermeye başladığını ifade etti. Daha sonra Diyarbakır Güzel Sanatlar Lisesi’nden mezun olduktan sonra müzik eğitimine devam etti.
Dedesinin radyoda dengbej dinlediğini söyleyen Çakar, “Ben kimim?” sorusunu kendine yönelterek Kürtçe opera şarkılarına yöneldiğini aktardı. 2012 yılına kadar Kürtçe şarkı söylemediğini, bu durumun kimlik çatışması ve kültürel nedenlerle ilgili olduğunu vurguladı.
Ankara’ya gittiği bir ödül töreninde şarkı söylemesinin dikkat çektiğini ve sesinin operaya uygun olduğunun fark edildiğini anlatan Çakar, Gazi Üniversitesi’nde eğitimine devam etti. Daha sonra İtalya’ya giderek bursla yaşamını sürdürdüğünü belirtti.
Pervin Çakar, 5 dil bildiğini ve konserlerinde etnik dillerdeki şarkı ve türküleri de seslendirdiğini söyledi.
Çakar, dönemin İngiltere Prensi Charles ve eşi Camilla’nın da kendisini dinlemeye gelenler arasında bulunduğunu ve onların kendisinden afiş imzalamasını istediklerini de ekledi.
Bu buluşma, hem Kürt müziği hem de sanat dünyası açısından önemli bir anı olarak kaydedildi. Hülya Avşar’ın içten ve samimi sorularıyla devam eden bu keyifli sohbet, iki sanatçının müziğe ve kültüre olan tutkusunu bir kez daha gözler önüne serdi. Avşar ve Çakar, izleyicilere ilham veren anekdotları ve deneyimleriyle dolu şu sohbeti gerçekleştirdi:
H.A: Kürt, Türk meselesi seni biraz yormuş. Hatta bayağı bir yormuş. Bu sebepten dolayı aslında Türkiye’de istediğin yere gelemediğini düşünüyorsun. Buda engellendiğini düşünüyorsun. Sahne organizasyonlarını kendin yapıyorsun. Dünyada herkesin ayakta alkışladığı, saygınlıkla karşıladığı, birçok yeri birincilikle bitirmiş, Prens Charles’ın imza istediği bir Türk sanatçısı nedense kendi organizasyonlarını kendisi yapıyor, onu da bir tarafa bırakıyorum, yaptığı organizasyonları 700 kişilik salonlarda oluyor. Bir sürü devasa sahnelerimizin olmasına rağmen ve birçok insanın da haberi yok. Bunu nasıl değerlendiriyorsun?
P.Ç: O kadar zor bir soru sordunuz ki.
H.A: Bu soruları sormazsak nasıl ilerleyeceğiz ki?
P.Ç: Türkiye’de bir Kürt olarak, özellikle kendi kimliğini savunan, düşünen, kendi kimliğiyle yaşamak isteyen, kendi sanatını icra eden biri olarak tabii ki bu zorluklarla karşılaşacağım ve tabii ki mücadele etmek zorundayım. Fakat elimizden geleni yapıyorum çünkü kendimi kabullendirmek için de bir şey yapmıyorum, yapma gereksinimi duymuyorum.
H.A: Sen sıradan bir sanatçı değilsin, Den, bütün dünyanın ayakta alkışladığı bir Türk ve bir Kürt sanatçısın. Sen neyden bahsettiğinin farkında mısın?
P.Ç: Ne yapayım?
H.A: Bu kadar mütevazi olmana şaşırıyorum. Röportajlar da vermemişsin. Türkiye’de seni aslında muhteşem bir şekilde ağırlamaları lazım. En güzel yerlerde ağırlamaları lazım. En güzel salonlarda konserler vermen lazım. Ben buna şaşırıyorum. Burada kimin hatası var? Bir şey istendi de yapılmadı mı?
P.Ç: Hayır. Ben Türkiye’de kadrolu bir sanatçı olmak için başvurdum ancak listede adım bile yoktu. Hiçbir şekilde kabul görmedim. O yüzden ben de şahsen bir şey yapamıyorum bu konuyla ilgili. Gönül isterdi ki yurtdışında başarı göstermiş kişilerin belli bir yasa vardı, güzel sanatlar yasası. Bu yasayla Türkiye’de kadrolu bir sanatçı olarak alınabiliyordu. Birkaç kez başvurdum ama ne yazık ki alınmadım. 2012 yılında Kürtçe şarkılar, stranlar söylemeye başladım. Bu, benim kendi isteğimle oldu çünkü ilgi alanım oldu. Nasıl yaşadığı, nasıl giyindiği, nasıl yemek yediği, nasıl bir kültüre sahip olduklarını göstermek istedim. Bunu yapabilmek gerçekten çok zor bir durum. Çünkü her şekilde bir yere çekilebiliyorsunuz; hem negatif, hem pozitif. Herhangi bir kurumun, bir (siyasi) partinin ya da başka bir şeyin boyunduruğu altında kalmak istemedim. Bir sanatçı olarak var olmak istedim. Ben sanatçıyım. Ben neden kendimi bu şekilde ifade etmeyeyim ki?
H.A: Benim söylemek istediklerim de, sen bir sanatçısın..
P.Ç: İsteyen geliyor. Mesela Özgür Özel de geldi. Şimdi Kral Prens Charles da geldi. Mesela İrlanda’da opera yaptık, cumhurbaşkanı geldi.
H.A: Sanatçının Kürdü, türkü, İtalyan’ı yoktur…
P.Ç: Kesinlikle!
H.A: Bunu niye göz ardı ediyorlar?
P.Ç: Bilmiyorum. Yaşadığımız bölge çok müsait. Her şekilde bir yere çekilebiliyorsunuz. Ben İtalya’ya gittiğim zaman daha hırçın, daha sert bulurlardı beni. Kendi yeteneğini devamlı birilerinin yüzüne vuruyormuşsun gibi. Bunu devamlı bana derlerdi. Yaşadığım bölgenin karakteriyle ilgili imi dersiniz… Bana, “biraz yumuşaman gerekiyor” derlerdi. Ben, İtalya’da nasıl mütevazı olmam gerektiğini öğrendim. İyi bir sese sahip olabilirsiniz çok büyük bir yeteneğiniz olabilir ama iyi bir karaktere sahip değilsen sen hiçbir şeysin! Ama Türkiye’deki insanlar biyografinizi yüzlerine vurmanızı istiyorlar; ben şunu yaptım, ben bunu yaptım… Maalesef hem olumlu hem olumsuz yönde. Ben, ben ben…dediğiniz zaman da iyi bir şey değil fakat bunu sizden istiyorlar.
H.A: Bu, aile eğitimiyle mi ilgili? Görgüyle mi ilgili?
P.Ç: İnsanlar sizin bir şey olduğunuzu görmek istiyorlar.
H.A: Yani senin titrine göre değer veriyorlar…
P.Ç: Evet, ama bir çöpçü de İtalya’da ya da Almanya’da değer görüyor. Benim oğlum mesela birçok insanla beraber aynı okulda; Suriyeli var, Iraklı var, Afganı ve İtalyan’ı var…ve hepsi farklı farklı meslekten ebeveynlerin çocukları ve bu şekilde büyüyorlar.
H.A: Prens Charles senden imza alıyor, cumhurbaşkanları seni dinleme geliyor. Seni arıyorum, sen yemek yaptığını söylüyorsun. Halamın Kızı Yüksel’i (Yüksel Avşar) arıyorum ki bizim bir araya gelmemize sebep oldu, kendisine teşekkür ediyorum (Pervin Çakar da teşekkür ediyor) sen “yemek yapıyorum” deyince bir insan bu kadar güzel yaşayabilir. Orada yemek yapıyor olman; aile sıcaklığı, çocuğun, eşin vesaire öbür tarafta da bir prensin ve cumhurbaşkanının seyrettiği, ayakta alkışladığı bir sanatçısın. Hayat bu. Bunu kurabilmek aslında. Biz o bilgeliğe ne kadar zamanda gelebiliriz bilmiyorum ama en kısa zamanda gelmemiz lazım.
P.Ç: Benim çok öyle arkadaşım var biliyor musunuz?
"Ayrımcılığa uğruyor musun?"
Pervin Çakar, bu zaman zarfında birçok ünlüyle tanışma fırsatı bulduğunu kaydetti. Hülya Avşar, Çakar’ın Türkiye’de ayrımcılığa uğradığını düşünüp düşünmediğine yönelik sorular da yöneltti
H.A: Türkiye’de bir ayrımcılık yapıldığını düşünüyor musun?
P.Ç: Ne anlamda?
H.A: Yani, Kürt olduğun için.
P.Ç: Çoğu kez, evet.
H.A: Bütün dünyada Kürtçe üzerine mi aryalar yapıyorsun?
P.Ç: Hayır. Normalde ben opera yapıyorum. Konserlerimde hem opera aryaları hem Kürtçe şarkılar söylemeye başladım.
H.A: Fransa’da Amerika’da ya da bir başka ülkede Kürtçe şarkıda nasıl karşılanıyorsun?
P.Ç: Kürtleri çok fazla bilmiyorlar. Bilenler de oluyor. Anlatmaya çalışıyoruz.
H.A: Nasıl anlatıyorsun?
P.Ç: Müziğimizi, nasıl bir kültüre sahip olduğumuzu, anlatmaya çalışıyorum. Bazen Youtube’tan videolarla göstermeye, kendi kaydettiğim eserleri dinleterek anlatmaya çalışıyorum. Kürt müziği, makamsal. Avrupa’nın makamsal kulağa çok alışık değil. Oradaki insanlar diyatoniki makamsal olmayan bir müzik kulağıyla doğuyorlar…
H.A: Kürtlerde dışlanan kısım var, kabullenilen kısım var. Sana nasıl bakıyorlar?
P.Ç: Ben kötü bir şeyle bugüne kadar karşılaşmadım. Beni hep takdir ettiler. Yapmış olduğum sanatı anlattığım için. Saygı duyuyorlar. “Biz konuşulanı anlamıyoruz ama melodi gerçekten çok üzüntülü. Niye böyle?” derler, bunu sorarlar. Hatta ağlayanlar oluyor. Bir insanın kendi sanatına, kültürüne, kimliğine sahip çıkması çok önemli, çok değerli.
H.A: Türkiye’de Kürtçe konserler veriliyor iken, Kürtçe televizyon kanalları var iken senin gibi sanatçı nasıl zorluk yaşıyor?
P.Ç: Sahne bulmakta zorluk çekiyoruz. Gönül isterdi ki opera sanatçısı olarak akustiği olan sahnelerde söyleyebileyim.
H.A: Neden o salonlarda konser vermiyorsun?
P.Ç: Bilmiyorum. Başvurularımı yaptım ama olumlu cevaplar alamadım.
H.A: Şu an ne diyeceğimi bilemiyorum. Şaka gibi geliyor.
P.Ç: Bazen gerçeklerle de yüzleşmek gerekiyor. Türkiye’de en büyük korku bu! Yüzleşmek yok!
H.A: Bu ülkede sadece Türkler yaşamıyor; Kürtler de var; Kürt sanatçılar da var. Onlara da bir alan yaratılması gerekiyor. Bunun bir şekilde bilinmesi ve çaba gösterilmesi gerekiyor diye düşünüyorum. Fakat belirli bir kitle de buna engel oluyor. Farklı düşünüyorlar.
H.A: Bu durum sadece Kürtler için mi geçerli?
P.Ç: Evet.
H.A: Yani tamamen Kürt sanatçılar için mi geçerli?
P.Ç: Yani bir Kürt sanatçı ne düşünebilir ki; güzellikten, dostluktan, barıştan, arkadaşlıktan bahseden bizler.. ne olabilir başka?
H.A: Bende Kürt sanatçı, Ermeni ya da Süryani ancak barışı işaret edebilir. Sen sahnende Süryanice, Kürtçe, Türkçe, Ermenice bütün şarkıları okuyorsun. Bu ne demektir, herkesi, her kültürü kucaklamak demektir. Bir sanatçının yaptığı şey zaten budur. Bu da her zaman güzelliktir. Şu anda kafamda seninle ilgili bir sürü soru işareti var… Şu anda çok mutluyum, senin gibi bir sanatçıyla burada olduğum için…
P.Ç: Estağfurullah. Asıl ben, sizin gibi değerli biriyle beraber olmaktan
H.A: Hepimiz değerliyiz. Senin değerinin bilinmesini istiyorum. Bu da bir eksiklik var, bunu yapmamaları lazım. İnşallah bir şekilde toparlayacağız. Özgür Özel, elini öptüğü zaman ne hissettin? Orada bir sürü siyasi mesaj vardı. Bunların güzel mesajlar olduğunu düşünüyorum.
P.Ç: Bu, önceden ayarlanmış bir konserdi. Mutlaka bir iki tane Kürtçe şarkı söylemeliyim diye düşünüyordum içimden. Çünkü bu yönde talep de vardı. Bir sürpriz yaparım dedim herhalde. O gün (Özgür Özel) kendileri geldi. Sahneye çıktı. Çünkü konserlerde genelde kulislere gelinir, O da sahneye geldi. Olumlu gördüm,
H.A: Olması gereken bir şey.
P.Ç: (Özgür Özel) Geldi, çok etkilendiğini söyledi. Performansımın çok iyi olduğunu ve tebrik etmek istediğini söyledi ki gözlerinin yaşardığını gördüm. Bu beni çok mutlu etti. Çünkü bir sanatçı, partinin genel başkanı tarafından takdir ediliyor. Ben bu durumdan çok etkilendim.
Hülya Avşar, Pervin Çakar'a takı hediye etti
Yayının sonunda Avşar, Çakar'a takı hediye etti. Çakar, kolundaki saati göstererek, yıllar önce yurtdışındaki konserinden birinde bir seyircisinin bu saati kendisine hediye ettiğini ve yıllardır kolundan çıkarmadığını aktardı.