Endüstriyel olarak üretilmiş yiyeceklerin tüketiminin artmasına paralel olarak kanser vakalarının da çoğaldığını vurgulayan Dr. Ümit Aktaş, “Meyve suyuna renk vermek, cipslerin, kahvaltılık gevreklerin çıtır olmasını sağlamak, yoğurdun bozulmasını önlemek, yiyeceklerin raf ömrünü uzatmak için kullanılan kimyasalların ve üretim süreçlerinin toksik olduğu, kanserojen etkileri biliniyor. Sadece basit bir adım atarak ve sofraları bu zehirlerden arındırarak kanser vakalarının çoğu önlenebilir” uyarısında bulunuyor. 

Kemoterapi “out” immünoterapi “in” 

Bunlar hastalığın oluşumunu engellemek için öneriler. Peki hastalık durumunda tedavi tarafında neler yaşanıyor? Bugün dünyada kanser tedavisi üstüne yapılan araştırma ve çalışmalara bakıldığında, kemoterapi uygulamasından kaçınma çabası göze çarpıyor. Hastanın bağışıklık sistemini çökerten kemoterapi yerine alternatif tedavi arayışının odak noktasında ise immünoterapi yani bağışıklığı destekleyici yöntemler var. Bu noktada kanserde etkisi kanıtlanmış bitkisel ekstreler de ön plana çıkıyor. Dünyanın pek çok ülkesinde uzmanların hastalarına bağışıklık sistemini destekleyen bitkisel tedavi seçenekleri sunmaya başladığını aktaran Dr. Ümit Aktaş, “Pek çok kanser türünde hastanın beslenmesi düzenlenerek, bağışıklık sistemini destekleyici tedaviler ve kanserde etkisi kanıtlanmış bitkisel takviyeler kullanılarak, yani fitoterapi desteği ile kanser tedavi edilebilir” diyor.Kanser tedavisinde beslenmenin büyük rol oynadığı artık herkes tarafından bilinen bir gerçek. Sonuçları geçtiğimiz günlerde yayımlanan kapsamlı bir araştırma için kanser hastalarından alınan tümörlerde 12 farklı bağışıklık modeli olduğu görüldü. Araştırmalar, bitkisel lifler açısından zengin bir diyetin en agresif kanserlerden biri olan melanoma hastalarına uygulanan immünoterapi tedavisinin başarısını artırdığı ortaya konuyor.  

Beslenme hem korunmada hem tedavide önemli

 Hastalık oluştuktan sonra tedavi etmek, hastalığı önlemekten çok daha zordur. Bu kanser için de geçerli. Gerçek besinler tüketerek, mevsimsel beslenerek kansere karşı önemli bir korunma elde etmek mümkün. Bu beslenme modelinin; bazı vitaminlerle, kansere karşı koruyucu etkisi kanıtlanmış besinlerle desteklendiğinde vücudun savunma hattının çok daha güçlü kılınacağını aktaran Dr. Ümit Aktaş, bu konuda tavsiyelerini ise 4 grup altında sıralıyor:      

D vitamini: D vitamini kanserden korunmada, bağışıklık sistemini formda ve güçlü tutmada son derece önemli. Son yıllarda giderek artan kanser vakalarının ardında yatan önemli faktörlerden birinin D vitamini eksikliği olduğunu gösteren birçok bilimsel yayın bulunuyor. Maalesef D vitamini eksikliği son derece sık rastlanan, eksikliğinde mutlaka takviyelerle desteklenmesi gereken bir sorun. Geçen yıl yayımlanan bir analize göre D vitamini, aralarında pankreas, yumurtalık, meme, prostat, akciğer ve cilt kanserlerinin de olduğu pek çok kanser türüne karşı koruyucu etkiye sahip.

Omega-3 yağ asitleri: Herkes, özellikle de ailesinde meme kanseri olanlar,  omega-3 yağ asitlerinin koruyucu gücünden mutlaka faydalanmalı. Omega-3 yağ asitlerinin meme kanserine yakalanma riskini önemli ölçüde azalttığını gösteren çalışmalar mevcut. Ayrıca, omega-3 yağ asidi takviyesini D vitamini ile birlikte almanın östrojene duyarlı meme kanserini önlemede daha büyük fayda sağladığı yolunda bilimsel bulgular var. 

Anti-kanser besinler: Brokoli, bol miktarda sülforafan içeriyor. Bu maddenin özelliği ise kansere yol açan hasara karşı hücreleri koruma altına alması. Sarımsak ve avokado da güçlü anti-kanser bileşenlere sahip. Zerdeçalın vücuttaki enflamasyonu azaltmak, tümörleri baskılamak ve kanserli hücrelerin çoğalmasını önlemek gibi etkileri var. Zerdeçal, kanser tedavisinde de ön plana çıkan mucize bir bitki. Zeytin ve soğuk sıkım sızma zeytinyağı, içeriğindeki oleik asit, hidroksitirosol ve tirosol gibi güçlü antioksidanlarla kansere karşı etkili bir savunma hattı oluşturuyor. 

Fermente yiyecekler: Son 20 yılda ev yoğurdu, ev turşusu, sirke ve kefir gibi fermente besinlerin içindeki probiyotiklerin bağışıklık sistemi üzerindeki etkisi üzerine pek çok araştırma yapıldı. Görünen o ki bağırsak florasında yeterli probiyotik olmadığında bağışıklık sistemi etkin bir şekilde çalışamıyor. Üstelik mikrobiyomdaki dengesizliğin vücuttaki enflamasyonu tetikliyor ve kansere yakalanma riskini artırıyor. 


Hibya Haber Ajansı