CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, TBMM grup toplantısında konuştu. Kılıçdaroğlu konuşmasında şu ifadelere yer verdi:
"Değerli arkadaşlarım, bizleri televizyonları başında izleyen saygıdeğer vatandaşlarım, radyolarında, sosyal medya hesaplarında dinleyen saygıdeğer yurttaşlarım; Cumhuriyet Halk Partisi Grubu’ndan bütün Türkiye'ye sevgilerimizi, saygılarımızı, muhabbetlerimizi gönderiyoruz.
Hepimiz huzur içinde yaşamak istiyoruz, beraber yaşamak istiyoruz, birlikte yaşamak istiyoruz, bayrağımızın altında özgürce yaşamak istiyoruz, hiçbir çocuğun yatağa aç girmediği güzel bir Türkiye istiyoruz. Bu umutlarla emin olun her salı bu umutlarla kürsüye çıkıyorum ve bu umudumu, bu beklentimizi her salı mutlaka dile getiririm. Çünkü buna ihtiyacımız var. Kucaklaşmaya ihtiyacımız var, barışmaya ihtiyacımız var, helalleşmeye ihtiyacımız var; ayrılmaya değil, kavga etmeye değil, bölünmeye değil, birlikte olmaya ihtiyacımız var. Birlikte olduğumuz zaman güç olacağız. Birlikte olduğumuz zaman saygınlığımız artacak. Bütün hedefim, bütün amacım bunun üzerine inşa edilmiş vaziyette. Bunu da bilmenizi isterim.
Efendim, bu hedef sadece benim hedefim değil. Bu hedef aynı zamanda Türkiye'nin büyük çoğunluğunu oluşturan Millet İttifakı'nın da hedefi. 6 lider bir araya geldik, ikinci kez bir araya geldik. Aslında toplumun bütün kesimleri orada temsil ediliyor. Siyasal olarak da toplumun bütün kesimleri orada, 6'lı masada temsil ediliyor. Devletin karar alma mekanizmalarının bir kişiye teslim edilmesinin getirdiği felaketi, getirdiği olumsuzluğu hepimiz görüyoruz. Bunu sadece ben görmüyorum, diğer liderler de görüyorlar ve Türkiye'nin bu bataktan çıkması lazım. Türkiye'nin huzuru içinde buradan çıkması lazım. Türkiye'nin az önce de ifade ettiğim gibi sadece benim değil, Millet İttifakı'nı oluşturan liderlerin de ana hedefi bu. Parlamentoyu işlevsiz hale getirdiler ama biz parlamentoyu yeniden halkın meclisi haline getirmek istiyoruz. Bir kişinin emir ve talimatıyla hareket eden bir Türkiye Büyük Millet Meclisi değil, milletin iradesi ile hareket eden ve milletin sorunlarına çözüm üreten bir parlamentoyu yeniden inşa etmek istiyoruz. Bu anlayışı yeniden inşa etmek istiyoruz. Kutuplaşmayı değil, beraber olmayı, birlikte olmayı hedefliyoruz. Bir bildiri yayınladık, o bildiride 5 temel mesaj var. Bu 5 temel mesajı sevgili yurttaşlarım da paylaşmak isterim.
Birincisi şu: Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem geçiş sürecinin yol haritasını belirlemek üzere bir çalışma gurubu oluşturduk. Güçlendirmiş Parlamenter Sistem’den neyi anladığımızı anlattık, bununla ilgili metni kamuoyuyla paylaştık. Bu ülkenin insanları oturdular, konuştular, tartıştılar; şimdi bu hedeflere hangi yol haritasıyla ulaşacağız? Bunun çalışmasını yapacağız.
İkincisi, birlikteliğimizi bozmayı amaçlayan Seçim Kanunu Teklifi üzerinde de görüştük. Bugün görüşülecek. O konudaki görüşümüzü metinden aynen okumak isterim: "Milletimizin bilmesini isteriz ki, demokratik ilkelere dayanan birlikteliğimiz bu gibi siyasi mühendislik çabalarından etkilemeyecektir. İşbirliğimizi uyum içinde sürdürmeye kararlıyız." Bu önemli bir irade beyanı. Yani hangi kanunu getirirlerse getirsinler, koltuğu korumak için "efendim şöyle değişiklik yapalım, böyle değişiklik yapalım..." Anlamadıkları bir şey var: Yahu bu millet kararını verdi zaten kardeşim. Bu millet bütün acıları sinesine çekti zaten. Bu millet 21’inci Yüzyıl'da açlığı, yoksulluğu yeniden yaşıyor ve yaşamaya da devam ediyor. Ve bunu yaratanları, bu ortamı bizim önümüze koyanları gayet iyi biliyor. Sizi gönderecek kardeşim; iradesi ile sizi gönderecek, sandıktan gönderecek, demokratik yollarla gönderecek... Kanunu istediğiniz gibi değiştirin, göndereceğiz arkadaş, göndereceğiz. Türkiye'nin huzura ihtiyacı var, beraberliğe ihtiyacı var, dirliğe ihtiyacı var.
Teşekkür ederim arkadaşlar. Göndereceğiz, göndereceğiz, göndereceğiz; Allah'ın izni ile göndereceğiz. Yolcu edeceğiz onları.
Sağ olun, sağ olun. Çok teşekkür ederim. Hepimiz güzel günler göreceğiz, bu ülkede yediden yetmişe herkes güzel günler göreceğiz. Öte yandan hangi şartlarda olursa olsun milli iradeyi parlamentoya tam olarak yansıtmak üzere seçim güvenliğini sağlamak amacıyla bir çalışma gurubu daha oluşturduk. Bunların ne yapacağını biliyoruz. Her türlü dalavere bunların işi, her türlü üçkağıt bunların işi. Bunu da gayet iyi biliyoruz ama bizim görevimiz ne? Madem ki bunları biliyoruz, önlemini alacağız. 6 lider bu konuda anlaştık; sandık güvenliğini, seçim güvenliğini sağlayacağız. Bu konuda da kararlılığımızı ifade ettik. Bu konuda da ayrı bir çalışma gurubu oluşturduk.
Dördüncü konu, şu çağrıyı yaptık: “Buradan tüm vatandaşlarımıza seslenmek istiyoruz. Bizler Türkiye'yi karanlık günlerden çıkartma kararlığı içerisindeyiz. Umutlarımız ve geleceğe olan inancımız Türkiye'nin sorunlarından çok daha büyüktür diyoruz. Umutlarımız ve inancımız sorunları aşacaktır ve sorunları çözecektir.”
Beşincisi, hedefimiz istişare ile derin sorunlarımıza son vermek ve her bir vatandaşımızı insan onuruna yaraşır bir yaşam ve refah standardına kavuşturmaktır. Temel hedefimiz de bu zaten. Bizim hiç birimizin bireysel bir beklentisi yok. Bizim beklentimiz vatandaşın huzur içinde yaşamasıdır. Hiç birimiz devletin hazinesine el uzatma gibi bir niyet asla ve asla taşımadık ve taşımıyoruz. Ama devletin hazinesine el uzatanlara, beytülmale el uzatanların da oturup hep birlikte hesabını soracağız milletin iradesiyle.
Hiç birimiz adaletsizliği savunmadık, adaletsizliği savunanların da yanında olmadık. Hiç birimiz, hiç birimiz tüyü bitmemiş yetimin hakkını yemedik, tüyü bitmemiş yetimin hakkını yedirmemeye de kararlıyız. Bunu da herkesin bilmesini isteriz.
Bizler, 6 lider, Londra'daki bir avuç tefeciye hizmet etmeyeceğiz. Bizim hizmet edeceğimiz tek alan var, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin hedefiyle amacıyla 84 milyona hizmet etmektir. 84 milyona hizmet edeceğiz.
6 liderin ortaya koyduğu gerçek hedef bu. İnşallah daha güzel bir süreci hep beraber yaşayacağız değerli arkadaşlarım.
Değerli arkadaşlar; toplumun her kesimi bir şekliyle sorunlarını bizim dillendirmemizi istiyor. Takdir edersiniz ki sorunlar çok fazla ve bunları topluca bir seferde dile getirmekte mümkün değil. Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı'ndan ulaştılar bir gurup arkadaşımız. Ek ders karşılığı çalışanlar bunlar, ek ders karşılığı çalışanlar... Aslında öyle ders falan yok, ek ders verdikleri de yok. Ama bunlar bu isim adı altında, ek ders karşılığı çalışanlar adı altında Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nda görev yapıyorlar. Bunların içinde sosyologlar var, öğretmenler var, sosyal çalışmacılar var, psikologlar var, hemşireler var. Bunlar diğer devlet memurları gibi, yani bakanlıkta çalışan diğer memurlar gibi görev yapıyorlar. Sabah geliyorlar işlerini yapıyorlar, akşam da dönüyorlar. Her birisinin görev alanı tanımlanmış vaziyette. Zaten "şurada çalışacaksın" deyince, bunlar da çalışıyorlar.
Bunların sorunları: İş güvenlikleri yok. Her yıl bakan onayladı, onaylamadı... Onaylamazsa, hepsinin işine son veriliyor. Devlette çalışıyorsunuz, kadrolu çalışanla aynı görevi yapıyorsunuz; onların güvencesi var, sizin güvenceniz yok. Bunun düzelmesi lazım.
İki; tam zamanlı çalışıyorlar bunlar. Tam zamanlı çalışan memurlar nasıl ücret alıyorlarsa, aylık alıyorlarsa, bunların da aynı haklara kavuşması lazım. Bunlar tam zamanlı çalışmakla beraber, yıllık izinleri yok, analık izni yok, evlilik izni yok, süt izni yok; buna benzer pek çok sıkıntıları var. İzin hakları öyle bir noktada ki, doğum yapıyorsa bir kadın, izin hakkı olmadığı için işine son veriliyor. Böylesine vahim bir tablo da var. Aynı sürede çalışıyorlar, aynı işleri yapıyorlar ama aldıkları aylık son derece düşük. Eşit işe eşit aylık, eşit maaş olması gerekirken bu uygulama yok. Kadrolu personelle beraber bunlar da sahaya çıkıyorlar bakanlık dışında görevler olduğu zaman; onlar yolluk alıyorlar ama bunlara yolluk verilmiyor. Bunlar da yine sürekli çalışıyorlar, başarılı görevler yapıyorlar ama kadrolular görevde yükseldikleri halde, bunlar görevde yükselemiyorlar. Bunları 21’inci Yüzyıl'ın çağdaş kölesi gibi çalıştırıyorlar. Düşük aylık veriyorlar, izin hakları yok, itiraz etme hakları yok, iş güvenceleri yok... Buradan bunun çıkması lazım.
Tabi dramatik olanı, bunun Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı içinde olması. Ailenin korunması gerekirken, doğum yapan anneye "işine son verdik, senin izin hakkın yok" diyor. Nasıl yapacağız bunu? Aile Bakanlığı, aileyi korumuyor, Sosyal Hizmetler Bakanlığının sosyal devletten haberi yok. Bu kardeşlerime de sesleniyorum: Hiç meraklanmayın. Az kaldı, sandık gelecek, gidecekler. Aynı işi yapıyorsanız, aynı aylığı alacaksınız. Aynı güvence kadrolu memur için varsa, sizin için de aynı güvence olacaktır, bunu bilin değerli arkadaşlarım.
Efendim, ısrarla söylediğim bir şey var: Devleti yönetemiyorlar; yönetme güçleri yok, yönetme kapasiteleri yok, sorunların altında ezilmiş vaziyetteler. Ekonomiyi yönetemiyorlar, kurumları yönetemiyorlar, yani özet olarak devleti yönetemiyorlar. Sorunların altında eziliyorlar; her soruna çözüm üretelim derken, bir başka büyük sorun patlamış oluyor. Dolayısıyla sık sık tekrar ettiğim; devlet akılla yönetilir, devlet bilgiyle yönetilir, devlet birikimle yönetilir, devlet siyasetle yönetilir... Eğer siz bunları yapmazsanız, devleti sağlıklı yönetemezsiniz. Devleti bir sorunlar yumağı haline getirirsiniz ve o devlette yaşayan insanlar kendi üzüntüleri, kendi dertleriyle baş başa bırakılmış olurlar. Biz hem sorunları çözmek, hem insanların huzur içinde yaşayabileceği bir Türkiye'yi inşa etmek istiyoruz. Bunlar ise tam tersini yapıyorlar ve yönetemiyor.
Bunların ayrıca sosyal devletten de haberleri yok. Devletin sosyal olması gerektiği, devletin fakir fukaraya yardım etmesi gerektiği, devletin içinde devleti oluşturan bireyler arasında gelir dağılımının dengeli olması gerektiği, hiçbir çocuğun yatağa aç girmemesi gerektiği, her ailenin en azından belli bir güvencesinin olması gerektiğini devleti yönetenlerin bilmesi lazım. Neden diyoruz, sosyal devlet Anayasa'nın değiştirilemez hükümleri arasında yer alıyor? Bunun için yer alıyor. Devleti yönetenler devleti adaletle yönetsinler, geliri hakça bölüşsünler, kimseyi aç ve açıkta bırakmasınlar, işsizliğe mahkum etmesinler kimseyi. Bunun için devleti yönetenlere büyük görev düşüyor.
Hep diyorlar ya, "CHP hep eleştiriyor ama hiç öneri getirmiyor." Bu sefer 5 tavsiyem olacak: Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni bir kişi yönetiyor. Hiçbir kurumun, Türkiye Büyük Millet Meclisi dahil, mahkemeler dahil, hiçbir kurumun esamisi okunmuyor. Bütün yetkiler bir kişide toplanmış ve o kişi Türkiye'yi bir sorunlar yumağı içine sürükledi ve bugün bu sorunu hep beraber yaşıyoruz. Nasıl çıkacağız? Benim 5 tavsiyem olacak. Çok iyi niyetlerle bu tavsiyelerini yapıyorum, çok iyi niyetlerle... AK Parti'ye oy veren kardeşlerim, Milliyetçi Hareket Partisi'ne oy veren kardeşlerim; size de özellikle sesleniyorum. Benim önerilerimde yanlış varsa, açın telefonu söyleyin, "bu öneri yanlıştır" deyin. Benim önerilerimde, tavsiyelerimde veya "bu doğru değil" diyorsanız, açın söyleyin bu doğru değildir diye. Bana doğruyu söyleyin. Ben kızmam, ben üzülmem. Benim hatam varsa, hatamı söyleyin. Hatadan ders çıkarmasını bilecek kadar da erdemli bir insanım. Yanlışımız olabilir ama biz tavsiye ediyoruz, yeni öneriler sunmak istiyoruz. Bu önerileri sormanızı nedeni de şu: 84 milyon insan huzursuz, gelecek kaygısı taşıyor. Bu sorunları işleyip iktidar olmak değil, tavsiyelerde bulunup iktidar olmak çok daha değerlidir benim için. Çünkü biz hem sorunları bilen, hem sorunları çözen bir anlayışla iktidar olmak istiyoruz. O nedenle 5 tavsiyem olacak.
Birinci tavsiyem şu: Maceracı para ve kur politikalarından vazgeçin. Devlet macera ile yönetilmez değerli arkadaşlar. "Ben doları şu kadar yaptım, ben şöyle yaptım..." Bu anlayışla olmaz, devlet yönetilmez. Devlet akılla yönetilir, bilgiyle yönetilir, birikimle yönetilir, liyakatli yönetilir. Siz devletin Merkez Bankasına arkeolog atarsanız, o devlette liyakat yok demektir. Yani ameliyathaneye tıp eğitimi görmemiş bir mühendise "gel şu ameliyatı yap" derseniz, orada liyakat yok demektir. İşi ehline teslim etmek gibi inancımızda da, kültürümüzde de, aklımızda da yer alan bir kural var. Niye işi ehline teslim etmiyorsunuz? Ben atadım bir kişiyi ve benim dediklerimi yapacak. O zaman niye atıyorsun sen o kişiyi? O kişinin iradesi yok mu? O kişinin aklı yok mu? O kişinin eğitimi yok mu? Macera ile devleti yönetemezsiniz ve sürüklediğiniz nokta tam bir felaket. Ne oldu? Macera ile yönettiler, 128 milyar dolar gitti mi? Gitti. Nereye gittiğini bilen var mı? Bilen yok. Laf Aramızda damat yeni bir kitap çıkarmış. Baktım kitaba, bu 128 milyar dolar var mı? Tık yok... O kitapta da tık yok.
Hâlâ nereye gittiğini kimse bilmiyor. Maceracılık budur değerli arkadaşlar, bedeli ağırdır. 128 milyar dolar buharlaşacak, dile kolay ya... Yeni bir Türkiye inşa ederseniz 128 milyar dolarla. Eylül ayında dolar 8 liraydı, şimdi 15 liraya dayandı, maceracı politika sizi buraya getirir. Öngörüsüz politika sizi buraya getirir. Devlette liyakati yok ederseniz, aklı mantığı ötelerseniz sizi buraya getirir. Merkez Bankası'nın kasasına baktım bu sabah tekrar; 18 Mart itibariyle Merkez Bankası'nın kasasında, Merkez Bankası'nın sahip olduğu 1 senti bile yok, 1 senti bile yok. Borç paralar var, eksi 45,3 milyar dolar Merkez Bankası'nın rezervi, eksi 45,3 milyar dolar. Maceracı bir politika ile devleti yönetmeye kalkarsanız, para politikasını bunun üzerine inşa ederseniz, bunun kaybı ağır olur değerli arkadaşlar.
Bu nedir aynı zamanda? Devletin itibarını temelden sarsmaktır. Şimdi borç para almak için Körfez ülkelerine tura çıkıyoruz, yalvarıyoruz, yakarıyoruz, boyun eğiyoruz, ikiye katlanıyoruz "ne olursun bana borç para ver" diye. Ya Milli Kurtuluş Savaşı'nı veren bir ülkenin insanları, bir ülkenin yönetimi borç para için gidip boyun eğer mi, gerdan kırar mı? Benim ağrıma gidiyor. Laf aramızda, Bahçeli'nin hiç ağrına gitmiyor, hiç ağırına gitmiyor.
Düşünebiliyor musunuz? Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nde yaşıyoruz; milli paramız var, adı Türk Lirası; biz gidiyoruz, kendi vatandaşımızdan dolarla borçlanıyoruz. Çünkü vatandaş bana güvenmiyor. Maceracı bir politikanın, kur politikasının, para politikasını Türkiye'yi getirdiği nokta budur. Türkiye'nin buradan çıkması lazım. Baktım değerli arkadaşlar; merkezi yönetim borcu şu an için: Yüzde 68'i dolar, yüzde 68'i dolar borçlanması; yüzde 18'i enflasyona endeksli. Yaklaşık yüzde 86, yüzde 90'ı farklı... Enflasyon çıkınca faizler artıyor, yük artıyor, dolar çıkınca da zaten hem faizi hem doları birden artıyor.
Ve ben bu hükümeti, yani tek kişilik hükümeti uyarmak zorundayım. Bu Türkiye'yi felakete götürür. O nedenle birinci tavsiyemi dinlesinler Yine söylüyorum; benim bu tavsiyemde bir yanlışlık varsa, bir kusur varsa, bir eksiklik varsa, rahatlıkta çıkıp söyleyebilirler. "Burada yanlışın var" desinler, "bizim yaptığımız doğrudur" desinler, "sizin söylediğiniz doğru değildir" desinler. Tabii cesaret ederlerse televizyona da çıkmaya hazırım. Eğer cesareti varsa, söylediği her sözde haklıysa ve ben haksız bir insansam, dünya kadar televizyonları var onların, beni davet ederler. Çıkarız beyefendiyle, o da söyler, ben de söylerim, o da anlatır, ben de anlatırım. Millet de bizi dinler; kim doğruyu söylüyor, kim yanlışı söylüyor? Cesaret eder mi? Edemezler, edemezler... Çünkü biz haklıyız.
Efendim ikinci tavsiyem: Kur korumalı mevduata derhal son verin. Bir daha ifade ediyorum; kur korumalı mevduat uygulamasına derhal son verin. Ya Türkiye'yi felakete sürüklüyorsunuz. Akılla, mantıkla bağdaşır bir uygulama değildir. Fakirden alıp zengine veriyorsunuz. Değerli arkadaşlarım; dövizi sabit tutamıyorsun, kur korumalı mevduat... Dövizi sabit tutamıyorsun. Dövizi sabit tutmak için "efendim Merkez Bankası faizi düşürsün ama biz başka yerde yükseltelim, milleti kandırırız böylece..." Kur korumalı mevduatta 3 ay için ödenen faiz yüzde 17,75 devletin kesesinden çıkan. Bankalar hariç, onlar da ayrıca veriyorlar. Devletin kesesinden çıkan 3 aylık faiz 17,75; yıllık yüzde 92. Şimdi ben AK Partili kardeşlerime şunu sormaz mıyım? Nas dediler, din dediler, iman dediler, Kur'an dediler; peki yüzde 92 faizin neresinde din var, iman var, Kur'an var kardeşim? Neresinde var yüzde 92?
Bir şey daha var, bir şey daha var: Faiz veriyorsunuz yüzde 92, sıfır vergi, vergi almıyorsunuz. Beyefendi çıkmış, "çocuk bezinden vergiyi indiriyorum "diyor. Çocuk bezinden indirdin; ya asıl bunlardan indireceksin, bunlardan alacaksın vergiyi kardeşim sen. Yüzde 92 veriyorsun, yüzde 92 faiz veriyorsun, bir de diyorsun "senden vergi almayacağım." Peki, o faizi nereden ödüyorsun? İşte o çocuk bezi alan, ekmek alan, simit alan, çay içen, minibüse binen, dolmuşa binen insanların ödedikleri vergileri alıp, bir avuç kişiye veriyorsun. Bu mudur adalet ya? Ben haklı mıyım, haksız mıyım? Bunu sormak isterim; hayır, ben AK Partililere ve MHP'lilere sormak isterim, onların yöneticilerine sormak isterim, onların bakanlarına sormak isterim: Yüzde 92 faiz veriyorsunuz. Nas diyordunuz? Ne oldu da Nas birdenbire pas oldu? Ne oldu Allah aşkına?
Değerli arkadaşlarım, daha dramatik olanı; pandemi döneminde çiftçilere karşılıksız para verdiler, hepimiz de alkışladık, küçük para verdiler. Şimdi pandemi döneminde yaptıkları karşılıksız yardımı vergiliyorlar. “Karşılıksız yardım aldınız, bunun vergisini vereceksiniz.” Yüzde 92 faiz alan, hiç vergi ödemeyecek. Vergileyeceksin kardeşim. Yetimin hakkını korumak istiyorsan, yüzde 92 faiz verdiğin adamın gelirini vergileyeceksin. Üstelik daha ağır vergileyeceksin, emek mi harcadı, çaba mı gösterdin, alın teri mi döktü, toprağı mı ekti, esnaf dükkanını mı açtı, lokantasını mı çalıştırdı? Hayır, elinde bir bardak viski, köşesine oturmuş, keyfi yerinde; bankaya veriyor parayı, yüzde 92 faiz alıyor, üstelik dolar garantili, üstelik faiz garantili ve krallar gibi yaşıyor. Hizmet eden kim? Din-iman edebiyatı yapan kişi de ona hizmet ediyor; ağırıma giden de bu.
Bu ülkenin ilahiyatçılarına da sesleniyorum: Ya her şeyi ben mi konuşmak zorundayım? Sizin konuşmaya hakkınız var, niye konuşmuyorsunuz kardeşim? Niye sessizliğinizi koruyorsunuz? Fakirden alıp tefeciye hizmet eden bir uygulama yanlıştır. Tavsiyem bunu düzeltsinler, süratli bir şekilde düzeltsinler.
Üçüncü tavsiyem: Hazine'yi ölçüsüz yük altına sokan kamu-özel işbirliği; tam bir soygun düzeni. Kardeşim derhal bunu öyle dolar-avro falan değil, derhal Türk Lirası'na çevir kardeşim. Zorlanıyorsan, çıkıp şunu dersin: "Ben bunu yapıyorum, Cumhuriyet Halk Partisi de benim arkamda kapı gibi duracak." Vallahi de billahi de kapı gibi dururuz, kapı gibi dururuz.
Çünkü biz beşli çeteye değil, 84 milyona hizmet etmek istiyoruz. Sen kararını 84 milyondan yana al, sana her türlü desteği veririz ama "beşli çeteye hizmet ederim" dersen, kusura bakma kardeşim. Benim sana tavsiyem, bu milleti açlıkla sınama kardeşim, yoksullukla sınama bu milleti. Zam geliyor, ben de biliyorum, "efendim biraz katlanacağız." Ne katlanacağız? Sen katlanıyor musun? Sarayda krallar gibi yaşıyorsun. Yandaşların katlanıyor mu? Onlar da krallar gibi yaşıyor. Fakir fukaradan aldıkları milyon avroları, sterlinleri, dolarları nereye götürdüler? Londra'ya götürdüler. Git Londra'daki malikanelere bak, o beşli çetenin ne kadar malikaneleri var oralarda? Bu millete söz verdim, o paraların tamamını kuruşu kuruşuna bu memlekete getireceğim. (Alkışlar)
Öyle bir tabloyla karşı karşıyayız ki, ya öyle bir insafsızlık var ki, sanki enflasyon yetmiyor, sanki dolar bu kadar aldı başını gittiği yetmiyor, bir de Amerika'daki, Almanya'daki enflasyonunu da getirip bu milletin sırtına yıkıyorsun. Ya sizde vicdan var mı, sizde ahlak var mı? Hadi bizim enflasyonu anladık, hadi biz katlanalım; ya Almanya'daki enflasyonu niye bu milletin sırtına yıkıyorsunuz? Amerika'daki enflasyonu niye bu milletin sırtına yıkıyorsunuz? Bana söyle bakalım: Bunun dinde, imanda, ahlakta bir yeri var mı, yok mu? Yeri yok arkadaşlar. Haramzadelerin kitabında vardır bu, devletin soyanların kitabında vardır bu. Almanya'daki enflasyonu da, Amerika'daki enflasyonun da getireceksin 84 milyon insanın sırtına yükleyeceksin, sonrada da "ben devleti yönetiyorum" diye ortada afra tafra gezeceksin. Ben bunları söylemeyecek miyim?
Değerli arkadaşlarım; Erdoğan'ın cesur olmasını istiyorum. Cesur ol kardeşim, "ben soyguna izin" vermem de, "ben bu milletin hakkını, hukukunu her yerde savunurum" de, "ben fakirden fukaradan, garip gurebadan yanayım" de, "ben emekten yanayım, ben alın terinden yanayım" de... Sen tavrını beşli çeteden yana koymuşsun; olmaz, değiştireceksin bunu. Değiştirirsen ne olur? En büyük desteği CHP'den alacaksın kardeşim, destekleyeceğiz seni. Ben bu milletin soyulmasını istemiyorum, fakirin fukaranın perişan olmasını istemiyorum, herkesin karnı doysun istiyorum, herkesin işi gücü olsun istiyorum.
Bakın değerli arkadaşlar; soygunun boyutlarının bir daha AK Parti'ye oy veren, geçmiş dönemde oy veren ve şimdi de oy verme eğiliminde olan kardeşlerime aktarayım: Şehir hastaneleri, maliyeti 12 milyar dolar. Kaç lira ödeyeceğiz? 97 milyar dolar. Ya kardeşim 12 milyar dolar... Hadi 14 verdik, hadi 15 verdik; ya 97 milyar dolar ne oluyor Allah aşkına? Cebinden mi ödüyorsun sen bu parayı? Fakir fukaranın içtiği sudan, yaktığı elektrikten alıyorsun ya. Ya insaf yok mu sizde ya, ahlak yok mu sizde ya?
Yavuz Sultan Selim Köprüsü, 3 milyar dolara mal olmuş, veriyoruz 9 milyar dolar. Ya 3 milyar dolarlık; hadi aldık 3,5 milyar dolar verelim; 500 milyon doları kâr verelim, hadi 1 milyar dolar kâr verelim; 9 milyar dolar ne oluyor? Ne oluyor arkadaşlar?
Osmangazi Köprüsü, 1.2 milyar dolar, veriyoruz 15 milyar dolar. 15 milyar dolar veriyorsun ya... 1 milyar 200 milyon dolara mal olmuş. 15 milyar dolar para vereceğim sana diyorsun. İster köprüden geç, ister geçme; Deli Dumrul köprüsünün bile bir ahlakı vardı ya, bunlar da Deli Deli Dumrul köprüsünün ahlakı bile yok. Ya akıl alacak şey değil. Emin olun, yani aklı başında olan hiç kimse böyle bir rezalete katlanamaz. O nedenle tavsiye ediyorum; yapmayın, etmeyin, günahtır ya, yazıktır ya.
Zafer Havaalanı Kütahya'da. 50 milyon Euro'ya mal olmuş, biz ona 208 milyon Euro ödeyeceğiz ya. 50 milyona mal olmuş, hadi 55 milyon verelim, hadi 60 milyon verelim, hadi 100 milyon verelim... Ya 208 milyon avro vereceksin ya... Bunlarda gerçekten de akıl, mantık alacak şeyler değil bunlar. Tam bir soygun düzeni; anlaşma yapmışlar, "yetkili mahkemeler İngiliz mahkemeleri olacak" diyor. Kendi mahkemelerine bile güvenmiyorlar, paraları da götürdüler oraya. Valla ister İngiliz mahkemeleri, ister dünyanın herhangi bir yerindeki mahkeme, bu paraları söke söke getireceğim Türkiye'ye, söke söke getireceğim.
Zafer Havaalanı'nın şimdi açığını kapatmak için Eskişehir'deki havaalanını kapatıyorlar şimdi. Eskişehir'deki havaalanını Yılmaz Büyükerşen devletten, Hazine'den bir kuruş almadan yaptı ya, bir kuruş almadan yaptı. 100 bin yolcusu var oranın; yurtdışından gelenler, buradan gidenler... Şimdi orayı kapatıyorlar, diyorlar ki: "Siz buraya inmeyeceksiniz, buradan gitmeyeceksiniz." Ne olacak? Gidecekseniz Kütahya'ya, oradan bineceksiniz. Niye? Orada açığımız var? 208 milyon avro ödeyeceğiz biz. İyi de sen bunu yaparken Eskişehirlilere sordun mu? Eskişehirlilerin iznini aldın mı? Eskişehirlilerin hepsine seslenmek isterim: Elinizi vicdanınıza koyacaksınız. O havaalanı sizin ananızın ak sütü gibi size helaldir, hiçbir yerden 5 kuruş alınmadan yapılmıştır. Havaalanının iktidar sahipleri tarafından birilerine peşkeş çekilmesine izin vermeyin. Yapıyorlarsa da bir tek oy verseniz dahi iki elim yakanızda olacak bir tek oy bile verseniz Ak Parti'ye, bir tek oy bile verseniz... Yeter artık ya. Bu soygun düzeni bu kadar olmaz ya...
Değerli arkadaşlarım; İstanbul Havaalanı, şu kar yağışında çöken, bir bölümü çöken havaalanı. Ya 6,3 milyar Euro'ya garanti vermişler, maliyetini henüz tam bilemiyoruz. Bunlar devlete para ödeyeceklerdi, 2 milyar 100 milyon Euro ödeyeceklerdi, ödemediler. Erdoğan tek imzayla 2 milyar 100 milyon Euro'yu sildi, "almıyorum sizden" dedi, bağışladı yani... Bugünün parasıyla 34 milyar lira, yani eski parayla 34 katrilyon lira; yani çiftçilere 1 yılda verdikleri paradan, yardımdan 5 milyar lira daha fazla. Çiftçiye verdikleri, Türkiye'deki bütün çiftçilere verdikleri yardımdan 5 milyar lira daha fazlasını bir kalemde sildiler. Niye sildiler? Beşli çete bu kadar güçlü; "ya sileceksin ya da ben sırlarını ifşa ederim" diyor. "Size ne kadar para verdiğimi ben de çıkar millete anlatırım" diyor. Tehdit ediyorlar ve Türkiye bu tabloyla karşı karşıya.
Bakın kur korumalı mevduat konusunda bunların CEO'su bir ekonomi yayını yapan bir televizyona çıkmış, Bloomberg'e çıkmış: "Kur korumalı mevduatı kullanmaya başladık." E yüzde 92 faiz, nasıl kullanmayacaksın? "Kur pozisyonu olarak bilançomuzda kur riski taşımıyoruz." Dünyanın parasını aldır, ne kur riski taşıyacaksın zaten? Hem para alacaksın, dolar yükseldikçe zaten veriyor, artı üstüne faiz veriyor, artı bir de vergisiz bu. "Gelirimizin tamamına yakını yabancı para cinsinden. Operasyonlardaki karlık sonucu bir kaynağımız var. O kaynağı etkin ve verimli bir şekilde yönetmeyi hedefliyoruz. Bu anlamda da kur korumalı mevduat ürününden biz de faydalanmaya çalışıyoruz. Ekstra kaynaklarımızın yüzde 10'unu oraya aktardık ama bu oran zaman içinde artabilir" diyor. Yani "soygun düzeni var, biz zaten yeteri kadar soyuyoruz; o soygun düzeninde biz de parayı yatıracağız, biz oradan nasipleneceğiz" diyor.
Değerli arkadaşlar, çağrımı tekrar yapayım: Benim tavsiyelerim, senin oyunu artırır. Benim tavsiyelerim, siyasete güven verir; vatandaş siyasete güven ve siyasetçiye güven sağlar. "Evet, ben halkın çıkarlarını savunuyorum; beş kişinin, üç kişinin çıkarını değil, 84 milyonun hakkını, hukukunu savunmaktan ben sorumluyum" diyeceksin ve çıkacaksın diyeceksin ki: "Ben bunların tamamına son veriyorum. Kılıçdaroğlu'nun dedikleri doğrudur, tavsiyeleri doğrudur. Gereğini yapacağım" de. Dediğin andan itibaren seni alkışlayacağız. Diyeceğiz ki, helal olsun, sözünün eri, cesur adam, fakirin fukaranın yanında adam ve biz de hep beraber diyeceğiz ki, helal olsun kardeşim. Madem yapıyorsun, biz de destek veriyoruz diyeceğiz. Bakın bunu buradan bütün televizyonların önünde söylüyorum, yeter ki yapsın.
Dördüncü tavsiyem: Ya Allah aşkına şu Katar aşkından vazgeçin kardeşim. Ya Katar Tank-Palet'i istedi, Tank-Palet'i verdin. Katar tank üretse, deriz ki: Onların teknoloji bilgileri var, gelecekler bizde de aynı teknolojiyle tank üretecekler. Adamların tank üretmeleri mümkün değil ama verdiniz siz onu. Ordudan alıp verdiniz, 2018'de tankımız olacaktı, 2022 ortada tank yok. Orduya yapılmış en büyük ihanettir, milli ordumuza yapılmış en büyük ihanettir. Buradan bir sefer çıkacaksın. Arsalar verdiler, araziler verdiler; Katar televizyonlarında İstanbul'daki araziler, arsalar, yatlar, katlar hepsi satılık. Ya bir devlet bu kadar pazarlanır mı ya? Ya burası ticarethane mi kardeşim? Burası milli bir devlet kardeşim. Bahçeli'nin ağrına gitmiyor bunlar, Bahçeli alkışlıyor bunları. Benim ağrıma gidiyor. Ben ülkemi seviyorum. Benim milliyetçilik anlayışım onunki gibi değil. Bu ülkenin çıkarları üzerine benim milliyetçilik anlayışım var, ırkçılık bağlamında değil. Bu topraklarda kim yaşıyorsa özgürce yaşamalı, inancını, kimliğini özgürce ifade edebilmeli, özgürce yaşam tarzını sürdürebilmeleri. Borsa İstanbul'u da Katar'a verdiler. Niye verdiler? Büyük paralar var, büyük kârlar verdiler. Bakın son 2 ay içinde 2,5 milyon küçükbaş hayvanı ihraç ettiler. 2,5 milyon küçükbaş hayvanı Katar'a gönderdiniz ucuz et yesinler diye, bize gelince yüze 48 ete zam yaptılar. Katar aşkından... Yüzde 48... Onlar ucuz et yiyecek, bizim fakir fukara et yemeyecek, yüzde 48 zam…
Adana'da 1500 kasap ve tavukçu kepenk indirdi ve gösteri yaptı. Seslerini kestirdiler, televizyonlar bile doğru dürüst vermedi. Doğru dürüst vermedi bunları. Kardeşim; öyle bir tabloyla karşı karşıyayız ki, bunu da milletin bilmesini isterim: Kırmızı etle ilgili normalde TÜİK belli dönemlerde kamuoyuna açıklama yapar. Yani enflasyon gibi nasıl yapıyorsa, diğerlerinde nasıl yapıyorsa bu konuda da açıklama yapar. Son 25 aydır TÜİK kırmızı etle ilgili hiçbir bilgi vermiyor. Gizli, saklı... Yüzde 48 niye zam yapıldı? Katar'a koyun gönderiyorsun, canlı gönderiyorsun; kardeşim Türkiye'de millet perişan vaziyette ya, ucuz et yesin bari. Bu Katar aşkından da vazgeçmesi lazım. Bizim vatandaşımız çocuğuna et yedirmezken, ete yüzde 48 zam yapıyorsun. Buradaki kırmızı eti dışarıya götürüyorsun, bizim insanımızı da, fakiri fukarayı da ete muhtaç hale getiriyorsun. Bu doğru değil, buna da karşı çıkmak lazım.
Beşinci tavsiyem: Tarımda ve enerjide Türkiye'yi dışa bağımlı hale getirdiler. Tarımda ve enerjide Türkiye'yi dışa bağlı hale getirdiler. Şimdi hep beraber şey diyoruz, neredeyse yağmur duasına çıkar gibi, "Allah'ım şu gemiler gelsin de, şu yağlar gelsin de, milleti alsın, ayçiçek yağı alsın." Ya böyle bir tablo Türkiye'de yaşandı mı Allah aşkına? Türkiye bu noktaya nasıl geldi? Dua ediyoruz gelsinler diye, gemiler gelsinler diye; gelmezse efendim bilmem ne olacak... Şeker karaborsaya düştü ya. Benim bildiğim şekerin karaborsaya düşmesi İkinci Dünya Harbi'nde olmuşsa olmuştur. Kardeşim, 21’inci Yüzyıl'dayız, dünya kadar şeker fabrikalarımız var, tarlalarımız var, şeker pancarı ekiyorlar. Nasıl oluyor da şeker karaborsası oluyor?
Gıda krizi kapımızda, hepimiz bunu biliyoruz. Çiftçiye 211 milyar lira alacağını ödeyeceksin kardeşim. Çıkacaksın, diyeceksin ki çiftçi kardeşlerime: "Kanuna göre size milli gelirin her yıl yüzde 1'i oranında destek verecektik. Bunu veremedik, tam veremedik. Sizin 211 milyarları alacağınız var. Ananızın ak sütü kadar helaldir bu. Bu Meclis'in kararıdır. Vermediğim parayı size vereceğim, sizden bir şey istiyorum. Beni el aleme mahkum etmeyin. Gidip dışarıdan ayçiçeği getirmeyeyim, dışarıdan nohut getirmeyeyim, dışarıdan buğday, arpa, yulaf getirmeyeyim, mercimek getirmeyeyim" sözünü alacaksın. Bu millet bunların tamamını yapar hakkını teslim edersen. Hakkını teslim etmezsen olmaz. İşte bu noktaya Türkiye gelmiş olur.
Enerjide de değerli arkadaşlarım dışa bağımlıyız, büyük ölçüde dışa bağımlıyız. Hele bir de nükleer santral devreye girerse bağımlılığımız çok daha fazla ve üstelik bir devlete bağlıyız. Bir devlete yüzde 60 oranda enerjiye de bağımlı hale gelinir mi ya? Bu devletin bir Milli Güvenlik Kurulu var. Bu Milli Güvenlik Kurulu bunu gündeme getirdi mi, getirmedi mi bilmiyorum. Getirmemişse, o Milli Güvenlik Kurulu da görevini yapmamıştır. Bir daha rahat ifade edeyim: Eğer bir ülkeyi enerji konusunda bir başka ülkeye yüzde 40'lara, 50'lere, 60'lara aşan oranda enerjiye bağımlı hale getiriyorsanız, Milli Güvenlik Kurulu olarak siz görevinizi yapmışsınız demektir.
Şanlıurfa'ya gittim, dedim ki: Türkiye'yi enerji bağımlılığından kurtaracağız, buraya güneş tarlaları oluşturacağız, çiftçilere de elektriği bedava vereceğiz dedim. Hâlâ sözümün arkasındayım; sadece Şanlıurfa'ya değil, Diyarbakır'a, Batman'a, Mardin'e, Siirt'e ve Şırnak'a Allah nasip eder iktidar olduğumuzda göreceksiniz, çiftçilere tamamen bedava vereceğiz elektriği.
Beyefendi dedi ki: "Yap, elinden tutan mı var?" Kardeşim, senden yer istedim, vereceksin. Beşli çeteye verdiğin imkanları istemiyorum, herhangi bir sanayiciye bu konularda verdiğin imkanları vereceksin. Para istemiyorum, teşviki vereceksin, derhal bize ruhsatı vereceksin. Ben yapacağım, sen de göreceksin; elektriğin nasıl ucuza verildiğini sen de göreceksin, bütün dünya da görecek. Sonra çıktı dedi ki: "Bunları biz yapacağız." Yap, niye yapmıyorsun? Yapmıyorsun ama yaptırmıyorsun. Niçin? Başka bir enerji lobisi seni teslim almış vaziyette, doğalgaz lobisi seni teslim almış vaziyette. Dışarıdan kömür getiriyorsun, enerji elde etmek için; ya Zonguldak var orada kardeşim, Zonguldak var, binlerce işsiz var. Diyorum ya, devleti yönetemiyor, yönetme kapasiteleri yok.
Değerli arkadaşlarım, Ramazan ayına gireceğiz. Bütün belediye başkanlarıma şunu söylüyorum. Defalarca söyledim ama bir kez daha ifade edeyim: Bulunduğunuz beldede -büyükşehir, il, ilçe, belde- hiçbir çocuk yatağa aç girmeyecek, hiçbir aile gıda kriziyle karşı karşıya kalmayacak. Her ailenin, ihtiyaç sahibi olan her ailenin yanında olacaksınız. Ramazan'ı bu aileler huzur içinde geçirecekler. Bu ailelere barışı, sevgiyi, huzuru götüreceğiz. Bu ailelerle kucaklaşacağız. Onların evlatları, aynı zamanda bizim de evlatlarımız. Hiçbir evladın yatağa aç girmesini istemeyiz. Belediye başkanlarımıza bu konuda büyük görevler düşüyor. Biliyorum çok ciddi yükleri var, biliyorum. Enerji artışları, akaryakıt artışları büyük sıkıntılar yaratıyor biliyorum. Gerekirse her şeyi tatil edin ama çocukları düşünün, evlatları düşünün, huzuru düşünün, bereketi düşünün, bunları yapın. İftar sofralarının güzelliğini bu ailelerde yaşasınlar. Dolayısıyla en büyük arzumuz da bu.
Tavsiyelerimi söyledim, yine söyleyeyim: Benim önerdiğim tavsiyelerde "şu yanlıştır" diyen bir kişi varsa -onların kalemşorları dahil, -yazıyorlar ya köşelerinde sürekli CHP'yi eleştiren- varsa bir eksiğimiz yazsınlar, varsa bir hatamız yazsınlar. Türkiye sıradan bir ülke değildir. Türkiye birilerinin babalarının çiftliği değildir. Türkiye onurlu bir ülkedir, gururlu bir ülkedir, saygın bir ülkedir, adaletle yönetilmesi gereken bir ülkedir ve biz bunu yapacağız. Halkımızın iradesiyle yapacağız. Hepinize saygılar sunuyorum."
Hibya Haber Ajansı