İYİ Parti Milli Güvenlik Politikaları Başkanı Nuri Okutan’ın, Mecliste görüşülmekte olan Torba Yasa teklifinde yer alan OHAL yetkilerinin uzatılmasına dair açıklamada bulundu. Okutan şu ifadelere yer verdi:

"Çağdaş milli güvenlik siyaset stratejisinin öncelikli hedefi, ülke vatandaşlarının temel hak ve özgürlüklerini koruyup refahını geliştirmektir.

Ulusal güvenlik ve terörle mücadele gerekleri, zaten hukuka aykırı olan OHAL yetkilerinin uzatılmasına mazeret teşkil edemez. Söz konusu düzenlemelerden derhal vazgeçilmelidir.

Atalar sözümüzdeki gibi; zulümle payidar olunmaz. Bununla birlikte, bütün zalimler payidar olabilmek için her türlü yola başvururlar. Zalimlerin başvurdukları yollar ise genellikle yasa ve meşruiyet dışıdır. Ve onlar öyle zalimdirler ki, kötülükte sınır tanımazlar. Türkiye’yi despotik bir karanlığa sürüklemekte olan mevcut tek adam iktidarı da payidar olabilmek için kötü yollara başvurmaktan çekinmemektedir. Nitekim, son olarak, Olağanüstü Hal döneminde çıkarılan Kanun Hükmünde Kararnamelerin idareye verdiği hukuka aykırı bazı yetkiler, Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulan bir torba yasa teklifi ile üçer yıl süreyle yeniden uzatılmak istenmektedir. 15 Temmuz 2016 hain darbe girişiminden sonra geçilen Olağanüstü Hal rejiminde pek çok KHK çıkarılmış ve fütursuzca uygulanmıştır. Hatta bu KHK’lerin bazı hukuka aykırı maddelerinin süreleri olağan dönemde de uygulanmak üzere uzatılmıştır.

Bilindiği gibi, olağanüstü hal ve sıkıyönetim usulleri, çağdaş demokrasilerde olduğu gibi, ülkemizde de Anayasa ile kabul edilip düzenlenmiş hukuk rejimleridir. Bununla birlikte, bu olağan üstü hal rejimleri, diğer demokrasilerde olduğu gibi ülkemizde de Anayasa ile belirli kısıtlamalara tabi tutulmuşlardır. OHAL uygulaması da Anayasamızda, yetki, sebep, usul ve şekil, konu, süre ve denetim gibi unsurlar bakımından çerçevesi belirlenmiş bir uygulamadır. Öte yandan, Anayasamıza göre, olağan üstü hal rejimlerinde dahi, kısıtlamalara tabi olabilecek temel hak ve özgürlüklerin özüne dokunulamaz.

Hal böyle iken, gerek OHAL şartlarında çıkarılan KHK’lerin çoğu, gerekse bunların idareye tanıdığı hadsiz yetkilerin uzatılması unsur şartları ve insan hak ve özgürlüklerinin özüne dokunmama ilkesi bakımından zaten Anayasaya aykırı iken, iktidar bu yetkilerden, bırakın özüne dokunmamayı bazı temel insan hak ve hürriyetlerini toptan çiğneyen ve yok eden bir kısmını kullanma süresini üçer yıl daha uzatmak istemektedir.

Teklifte yer alan ilgili maddelerden birine göre, zaten yeterince uzun olan gözaltı sürelerinin OHAL dönemindeki gibi 12 güne kadar uzatılmasına üç yıl daha devam edilmesi öngörülmektedir. Bu durum ilgili kişi veya kişilerin hâkim karşısına çıkamadan özgürlüklerinden keyfi bir şekilde mahrum bırakılmaları, yargısız infaz mahiyetinde cezalandırılmaları anlamına gelmektedir.

Bir diğer madde, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonunun keyfi bir şekilde belirlenecek şirketlere kayyım olarak atanmasının üç yıl daha uzatılmasına dairdir. Burada da ilkel müsadere yöntemiyle, devletin vatandaşının malına mülküne hukuksuz şekilde çökmesiyle mülkiyet hakkı çiğnenmekte ve yok edilmektedir. Müsadere yöntemi, kanun devletlerinde değil, ferman devletlerinde dahi çok sınırlı şekilde uygulanmış temel hak ihlallerinden biridir. “Yeni” Türkiye’nin “ileri” demokrasisinde bu yöntemin bundan sonra da tepe tepe kullanılmak istenmesi, yandaş ve beslemelerin yeterince doyurulamadığının, ya da iyice semirtilmek istendiğinin işaretidir.

Müsadere yetkisi kapsamında sadece yandaşlar arpalık sahibi kılınmamış, bu yetki tehdit unsuru olarak kötüye kullanılıp büyük FETÖ borsaları kurularak ilgisiz pek çok kişi fidyeye bağlanmış, bunların bazılarının mallarına da çökülmüştür. Sadece adliyelere intikal eden dosyalar bile bu borsanın büyüklüğünü göstermeye yeterlidir. Bu kirli işlere yargı ve kolluktan bazı unsurların da katıldığının anlaşılması ise kaygı vericidir.

Torba yasa teklifinin bir diğer maddesinde ise, tüm kamu kurum ve kuruluşlarında çalışan kişilerin, işten çıkarmaya ilişkin mevzuat hükümleri hiçe sayılarak, keyfi idari tasarruflarla işten çıkarılmaları, hatta unvanlarının alınması ve hatta pasaportlarına el konulması uygulamasının üç yıl daha uzatılması istenmektedir. İlgili mevzuatın öngördüğü herhangi bir soruşturma veya mahkeme kararı olmaksızın böyle bir uygulamanın sürdürülmesi, çalışma hakkını, iş güvencesini, seyahat özgürlüğünü kökünden yok etmektir.

Konunun vahim tarafı, bütün bu hak ve özgürlükleri çiğneme ve yok etme tasarruflarının, 15 Temmuz darbe girişiminden sonra ilan edilen OHAL rejimi KHK’leri ile getirilen “iltisakı, irtibatı olmak” gibi hiçbir çağdaş ceza hukukunda yer almayan ucube suç tariflerine dayandırılarak ve üstelik idarenin takdiriyle yürütülecek olmasıdır.

Bu hukuka aykırı yetkilerin uygulanmasının uzatılması talebinin, iktidar sözcülerinin ileri sürdüğü gibi terörle mücadele gerekleri ile izah edilmesi mümkün değildir. Türk mevzuatı terörle mücadele konusunda esasen idareye ve yargıya mensubu olmak istediğimiz Avrupa Birliği ülkelerinin hukuklarında olandan çok daha fazla yetkiyi zaten vermektedir. Yani mevzuat açısından terörle mücadelede hukuk dairesinde mücadelede eksiğimiz yoktur, üstelik tartışmaya açık fazlalıklarımız vardır. Ne garip çelişkidir ki, başta İçişleri Bakanı olan zat olmak üzere iktidar sözcüleri terörle başarıyla mücadele ettiklerini, terör örgütlerinin kökünü kuruttuklarını iftiharla dillendirip dururlarken, bugün tutup olağanüstü yetkilerin terörle mücadele bahanesiyle uzatılmasını talep etmektedirler. Bir başka çelişki ise, Batıya ve ABD’ye yaranma derdiyle ikide bir yargıda sözde reform paketleri açıklayan, şaşaayla insan hakları eylem planı ilan eden iktidarın insan hak ve hürriyetlerini tepelemeye devam etmek istemesidir.

Hal böyle iken, buradaki maksat aleni bir şekilde farklıdır; maksat zulmü payidar kılmaktır.

Gerekiyorsa doğrudan OHAL ilan etmek yerine, ancak Anayasanın sınırlayıcı kurallarına uyularak kullanılabilecek yetkilerin sürelerinin normal hukuk düzeninde uzatılmak istenmesi, zaten fiilen devam eden olağanüstü hal yönetiminin kalıcılaştırılmasıdır. Burada açık bir hilekarlık, zalimane bir güç tamahkarlığı ve fakat derin bir korku da vardır. Tek adam iktidarı, normal, olağan düzende; ne yaparsa yapsın, ilk seçimde vatandaşların oylarıyla düşeceğini iyi bilmektedir. O nedenle de toplumun herhangi bir kesimine, bu demektir ki kendisine muhalif olan her kişi ve/veya gruba karşı hoyratça kullanabileceği diktatörlük yetkilerini elinde tutmak amacındadır. İktidar, erken veya zamanında yapılacak seçimlere, normal düzene giydirilmiş OHAL rejimi altında, topluma korku salarak, sindirme yöntemlerini sürdürerek işte bu şartlarda gitmek istemektedir. Arzu edilen, iktidar açısından dikensiz gül bahçesi bir Türkiye’dir; herkesi susturabileceği, her istediğini gözaltına alabileceği, herkesi işinden gücünden edebileceği, herkesin malına mülküne çökebileceği bir Türkiye! Fakat, bütün bu kötülükler geri tepecektir. Milletimiz basiretiyle bu zalim tek adam rejimine mutlaka son verecektir. Zira zulüm, ne yaparsa yapsın, ilelebet payidar olmaz!

Netice olarak, olağan hukuk düzeninde temel insan hak ve hürriyetlerini tahdit etmeye izin veren hiçbir yetki yasal ve meşru değildir. Çağdaş milli güvenlik siyaset stratejisinin öncelikli hedefi, ülke vatandaşlarının temel hak ve özgürlüklerini koruyup refahını geliştirmektir. Dolayısıyla, ulusal güvenlik ve terörle mücadele gerekleri, zaten hukuka aykırı olan OHAL yetkilerinin uzatılmasına mazeret teşkil edemez. Söz konusu düzenlemelerden derhal vazgeçilmelidir."

Hibya Haber Ajansı