Gelecek Partisi Sözcüsü Serkan Özcan, gündeme dair açıklamalarda bulundu. Özcan açıklamasında şu ifadeleri kullandı:

"Partimiz adına haftalık basın açıklamamızı yapmak üzere sizlerin huzurundayım.

Hepinizi sevgi, saygı ve hürmetle selamlıyorum.

Sayın Cumhurbaşkanı, Yargıtay’ın yeni binasının açılışında,

Yine bir hukuk manifestosu sergiledi,  

Yine teorik güzellemeler yaptı.

Adaletin tesisinin öneminden,

Yargının bağımsızlığından,

Devletin dininin adalet olduğundan bahsetti.

Aynı ülkede mi yaşıyoruz inanın bilemiyorum?

Adeta, bir ana muhalefet lideri gibi konuşuyordu Sn.Cumhurbaşkanı.

Sanırsınız ki ülke son 5 yıldır onun ellerinde şekillenmiyor.

“Adalet yoksa zulüm olur” falan diyor.

Her türlü atama ve denetim yetkisine sahip,

Son 3 yıldır Kuvvetler Birliğinin her biçimini bize göstermiş sayın Cumhurbaşkanı acaba bu sözleri kime söylüyor?

Ya Sayın Adalet Bakanı Abdülhamit Gül?

O daha da ileri gidiyor.

Sanki bir yerlere mesaj vermeye çalışıyor.

Diyor ki;

"Statüko, beyaz Toros’ları sever.

Statüko, faili meçhulleri sever.

Ama biz statükoyu, beyaz Toros’ları, siyah Audi'leri,

faili meçhulleri 2023'lere taşıyan,

taşımak isteyen zihniyetle de mücadele edeceğiz"

Hayırdır inşallah.

Yönetimde tek söz sahibi olan bir sistemin başındakiler kime ne anlatmaya çalışıyorlar acaba?

Koskoca Adalet Bakanı, Beyaz Torosları, faili meçhulleri engelleyemediğini itiraf mı ediyor?

Kimi kime şikayet ediyorsunuz Sn.Bakan?

Biz mi yollara barikat kurup engelleyelim?

Biz mi sorumlu yerlere ehliyet liyakat sahiplerini atayalım?

Biz mi denetleyelim İnsan Haklarını çiğneyenlerin fiillerini?

Hayırdır.

İçeride bir siyasi çekişme var da, bunu mu dışa vurumaya gayret ediyorsunuz?

Birileri içeride bizzat bu icraatlarla ülkeyi yönetmek istiyor da,

Sizlerin engellemeye gücü mü yetmiyor?

Biz o icraatların bu ucube sistemle birlikte arttığını,

Ülkenin 90’lar rejimine savrulduğunu biliyoruz da,

Bu halk, toplum, ağlama duvarı değil ki.

Savcılar elinizin altında.

İçişleri Bakanlığıyla koordinasyon içinde olmak zorunda olan sizsiniz

İstihbarat kurumlarıyla irtibatlı olma sorumluluğu sizde.

Bize, kimi şikâyet ediyorsunuz Allah aşkına?

Kaç zamandır o koltukta oturuyorsunuz.

Birileri elinizi kolunuzu bağlamışsa,

Çıkıp açıkça bu millete gerçekleri söyleyin.

Hukuk devletini teslim almış bu zorba gücün kim olduğunu,

Milletle ve yargıyla paylaşın.

Ha şayet bu mücadeleyi veremiyorsanız, o koltuktan kalkın!

Bizim bildiklerimizi, zaten yıllardır muzdarip olduğumuz konuları,

Bize itiraf etmenizin kimseye bir faydası yok.

Sayın Cumhurbaşkanı’nın “Adalet” temalı gerçek ötesi konuşmasına gelince.

Belli ki sayın Cumhurbaşkanı artık gerçeklikle olan ilişkisini her konuda olduğu gibi tamamen yitirmiş durumda.

Ya da danışmanları, Prompter’a konan eski hatıralarla sayın Erdoğan’ı oyalıyorlar.

O zaman bari biz kendisini uyaralım:

Sayın Cumhurbaşkanı;

“Adalet”, “hukuk”, “yargı bağımsızlığı”, “devletin dini adalet”,

“Hz.Ali, Hz.Ömer” sözleri başka bir paralel evrenin cümleleri.

Siz zaten Kuvvetler Birliğini oluşturmuş bir sistemin Cumhurbaşkanısınız.

Tüm yetki elinizde.

Dilediğiniz atamaları bir gece kararnamesiyle yapabiliyorsunuz.

O halde sizi engelleyen,

Kontrol edemediğiniz ne oldu da, Yargıdan şikayet ediyorsunuz?

Siz hukuk devletine ve yargı kurumlarına saygı duydunuz da birileri mi engelledi?

“AYM kararını kabul etmiyorum. Karara uymuyor, saygı da duymuyorum” diyen siz değil miydiniz?

Yargılanan kişiler hakkında yargıya müdahale edip,

Onlar hakkındaki kararı toplum önünde veren,

Yargının birçok kararını yönlendirmeye çalışan siz değil miydiniz?

Ya verilen “hak ihlali” kararlarını sert sözlerle eleştiren İçişleri Bakanınız,

Anayasa Mahkemesi Başkanı’nı tehdit ederken,

Çıkıp ona da böyle “hukuk” hatırlatmasında bulundunuz mu?

Haddini bildirdiniz mi?

“Hukukun kestiği parmak acımaz” dediniz de biz mi duymadık?

Yargı bağımsızlığı öyle mi?

Sizler hükümet olarak;

Kimler devlet açısından sakıncalı,

Kimler terörist ya da hain,

Kimler ne kadar içeride kalmalı diye yüksek perdeden konuşurken,

Atadığınız yargıçların bu ülkede bağımsız kararlar vermesini bekleyebilir misiniz?

Bağımsız olmaya çalışanlara, hukuk dili ve zihniyeti dışında,

Kural tanımaz, keyfi, despotik söylemlerle hakaret edenlere,

Bu ilkeleri hatırlatıp haddini bildirdiniz de biz mi duymadık?    

Yönettiğiniz ülkede, 2 milyona yakın kişinin terör şüphelisi olarak sorgulanır hale geldiğinin;

FETÖ Borsalarıyla pek çok insanın canının yakıldığının,

Yargıdaki bu yozlaşmanın bir türlü engellenemediğinin;

Onbinlerce KHK’lıya haksız hukuksuz kararlarla hayatın zindan edildiğinin;

FETÖ’den kurtulduktan sonra, birilerinin ajandasının bu ülkede yürürlüğe sokulduğunun;

Kaçırılan ve halen kendilerinden haberdar alınamayan insanlar olduğunun;

Evrensel normlara tamamen aykırı kriterlerle,

Binlerce kişinin mahkûmiyet alıp cezaevlerine doldurulduğunun;

Adil kararlar vermek isteyen hukuk adamlarının,

“Hain” damgası yiyerek haklarında işlem başlatıldığı ve sürüldüğünün;

Sivil toplum mensubu, aktivist, gazeteci ve yazarların,

Haklarında iddianame bile hazırlanmadan yıllarca cezaevinde tutulduğunun;

Suç örgütü liderinin düzenli ödeme yaptığı siyasetçilerin sorgulanamadığının;

Sokakta, evinin önünde, sosyal medya yoluyla,

Gazeteci ve siyasetçileri darp ve tehdit eden,

Ağır hakaretlerle insanların izzet-i nefislerini ayaklar altına alanların,

Hangi zirvede oldukları bilindiği halde,

Sorgulayacak bağımsız bir hukuk düzeninin kalmadığının farkında mısınız? 

Adalet Bakanınızın şikayet ettiği beyaz Toroslardan,

Faili meçhullerden siz de gerçekten mustarip misiniz?

Hiç kafa kafaya verip bizim de sıraladığımız hukuk dışılıklar hakkında dertleştiniz mi Adalet Bakanınızla?

Artık milletin feryadının arşı alaya ulaştığını,

Bu gidişin dönüşünün zor olacağını,

Konuştunuz mu kendisiyle?

Sayın Erdoğan, kitap yazmışsınız “bir başka dünya mümkün” demişsiniz.

“Daha adil bir dünya” için kolları sıvamışsınız.

İyi, güzel, hayırlı olsun!

Memlekete de dünyaya da hayırlar getirsin.

Tamam da, siz son 4-5 yıldır, hassaten 2018’den bu yana,

Ülkeyi bambaşka hale getirdiniz.

Bizzat seslendiğiniz o dünya da bizler de artık bu ülkeyi tanıyamaz olduk!

Dünya daha adil bir yer olsun elbette.

Ama önce evimizden başlasak olmaz mı?

“Adil bir Türkiye” nasıl olur unuttuk.

Evet olsun, hepsi olsun.

Doğru düzgün bir ekonomi yönetimi olsun.

Adam akıllı 3Y ile mücadele olsun.

Yolsuzluk, yoksulluk ve yasaklarla mücadele adam gibi olsun!

Hayaller iyidir güzeldir,

Andersen’den Masallar da çocuklar için iyidir,

Ama bu masallar ancak ve ancak gerçekler dünyasına faydası varsa öğreticidir.

Dünyayı ve ülkemizi hayallerimizde değil de,

Gerçeklikler dünyasında bilinen yöntemlerle değiştirsek nasıl olur sorarım size?

Yargıtay’daki Adli Yıl Açılış Törenine bu sene,

Diyanet İşleri Başkanının katılımı ve Dua bölümü damga vurdu.

Şunu ifade etmek gerekir ki; bu tartışmada 2 kesim var.

Biri “özgürlükçü değerler”den nasibini almamış vesayetçi kesim;

Diğeri “iktidarın sadakat kültürünü sağlamada dini araçsallaştırmasına göz yumanlar”

Normal bir demokraside ve hukuk devletinde aslında bu tablo sorun olarak görülmezdi.

Tıpkı, İncil üzerine yemin eden devlet başkanları gibi.

Ülkemiz açısından esas sorun addedilmesi gereken mesele;

Dini görünürlüğün ve şiarların, iktidara sadakat bildirimine araç kılınmasıdır.

Oysa din de, laiklik de iktidara sadakatin araçları değildir.

Adaleti tarumar ettiğiniz bir ülkede,

Din adamlarına o kurumun başında hayır duası ettirmek,

Dine de dindarlara da yapılmış bir kötülüktür. 

Oysa Din; sadakatin ilkelere yapılmasını ister.

O ilkelerin yüzü suyu hürmetine de bir dönemliğine hukukun

üstünlüğüne bağlı kadrolar görev yapar.

Madem ki dini bu kadar önemsiyorsunuz.

Yargıtay açılışında ettiğimiz duaların karşılığının ne olduğunu,

Ancak denetimle ve hukuku işletmekle ölçebilirsiniz.

Adaletin ikamesi için dua ediyoruz madem;

O halde hukukun evrensel normlarının işleyip işlemediğini de;

Şeffaflığa, denetime açık olup olmadığımız da;

dinin “EMANET”, “EHLİYET-LİYAKAT” ve HESAP VEREBİLİRLİK

ilkelerini de işletmeliyiz.

Bir kez daha altını çizelim ki; burada sorun; iktidarın dinin temel ilkelerini

ve evrensel normları ayağının altına alıp çiğnerken;

Dinin şiarlarına saygıyı,

Kendisine sadakat için araçsallaştırmasıdır.

Oysa İlkelere sadakat, kişilere ve kurumlara eleştiriyi,

denetimi, sorgulamayı, hesap sormayı beraberinde getirir.

Eleştiri mekanizmalarının önüne keyfiliğin konmasını;

Yolsuzluk gibi mekanizmaların normalleşmesini, engellemek

Dinin de dindarın da görevleri arasındadır.

Esas tartışma bu olmalıdır!

Esas tartışma Yargıtay’da dua edilmesi

ya da Diyanet’in görünür olup olmaması değil;

bunların OTORİTERLEŞME emellerine araç kılınmasıdır.

Yani dinin; otoriter bir yönetime koşulsuz itaate,

Adaletsizliklerin örtülmesine araç kılınmasıdır rahatsız edici olan.

Topluma da bu gerçeklik bu şekilde anlatılmalıdır.

Yargıtay açılışında diyanete yer veren ve dua ettiren iktidarın,

Önce bu konulardaki karnesi sorgulanmalıdır; yoksa dua seramonisi değil.

Aynı sadakat seramonileri,

Elinde aydınlanma meşalesi taşıdığını düşünen,

Halka tepeden bakan vesayetçi zorbalar tarafından,

geçmişte de bu halka dayatıldı.

Evrensel insanlık ilkeleri umurlarında bile olmadı.

Bugün yapılanın da bundan hiç bir farkı yok !!

Geçmişte de, bugün de ilkeler sahada yok.

EMANET’e ve KAMUSAL ALAN meselesine bakışta da aynı sorunu görüyoruz aslında.

Dün birileri kendisini bu ülkenin maliki görerek,

Kamu kaynaklarını hoyratça kullanmakta, dilediklerini zengin etmekte,

Güç için evrensel norm ve kurumları,

ideolojik kararlarında keyiflerince araç kılmaktaydılar.

İdeolojiden güç devşirmekle belli bir dini yorumdan güç devşirmenin farkı yoktur.

Hele ki ülke kaynaklarının sömürüldüğü,

Keyfe keder kullanıldığı,

Kutuplaştırmayı artırarak toplumsal barışa zarar verildiği,

Meclisin işlemesinin akamete uğratılıp denetim görevini göremediği;

Kurumların ve bürokrasinin görevlerini savsakladığı bir ortamda,

vesayetçiliğin ya da dinin bir yorumunun bu sorunları maskelemede kullanılması bildik bir yöntemdir!

Konumuz madem ki Yargıtay;

o halde “devletin dini adalettir” sözünü pratikte de göstermektir önemli olan.

Bu yapılmıyorsa hatta tersinden örnekler arşa ulaşmışsa,

O halde o duaların da bir anlamı yoktur.

Gerçek dua, fiili duadır.

Yani yargı bağımsızlığını sağlayacak;

Evrensel kriterlere uyacak,

Güçlüye başka zayıfa başka hukuk uygulamayacak bir ortamı yaratmaktır. 

Muhafazakar-mütedeyyin kesimlerin de adalet duası,

Bu tablonun oluşup oluşmadığını denetlemek olmalıdır.

Değilse ses vermek, itiraz etmek olmalıdır.

Esas dua budur.

Yöneten ve yönetilenler olarak,

Hukukun üstünlüğüne inanıp ona göre davranırsak,

Fiili duayı da yerine getirmiş oluruz.

Ne demişti Yunus Emre;

“Zulümle abad olanın, ahiri berbad olur”.

Duamız zulme sapmamak,

Sapanları uyarabilmek için feraset, bilgi ve doğru icraatlar üzerine olmalıdır. 

Madem ki Adalet için dua ediyoruz; O halde duamız,

Seçim yasalarının gayrı ahlaki bir amaçla, keyfice,

Sırf galebe çalabilmek için değiştirildiği değil;

Her türlü yolsuzlukla mücadeleyi şiar edinmiş bir siyaset için olmalıdır.

Yasaların, siyasi iradeye muhalif olan gazeteci, siyasetçi, öğrenci, veya işadamına keyfice işletildiği değil,

Hukukun her şeyin üzerinde addedildiği bir siyaset için olmalıdır.

Yargıtay açılışında dua ediyoruz ama dünya sıralamasındaki hukuk karnemiz tam bir fecaat.

Yolsuzlukla mücadele sıralamasında 106 ülkenin gerisine düştük.

O dualar adrese teslim ihalelerin olmaması,

İmar rantlarının engellenmesi,

Iddianameleri bile yazılmamış insanların, yıllarca cezaevinde tutulmaması için de yapılmalıdır.

Sonuç olarak bugün meselemiz denge ve denetimin olmadığı,

Kuvvetler ayrılığının inşa edilemediği bir siyasi ahlak ve rejim sorunudur.

Mesele bu ülkenin milyonlarca ferdinin ritüelinin sorgulanması sorunu değil.

Bu, farklı mezhepten, dinden, etnik kökenden tüm toplulukların şiarları için de geçerlidir.

Meselemiz o görüntülerin neleri örttüğü hangi yolsuzluklara usulsüzlüklere perde edildiğidir.

Biliyorsunuz yeni bir OVP açıklandı.

Hazinenin hala bu ucube sistemde OVP yazabilmesi bile bir başarı aslında.

Peki bu metne ne ölçüde itibar edeceğiz?

Elbette bu metnin itibar görebilmesinin kriterleri var.

En önemli kriter hali hazırdaki sistemde;

Bağımsız düşünebilen, çalışma özgürlüğüne sahip bir bürokrasi olup olmadığı.

TV’den sinyal alan bürokratlar tarafından yazılmış olması bile aslında bu metnin itibarının olmadığının en açık göstergesi.

Bir diğer kriter ise bu metni hazırlayan siyasi iradenin geçmiş performansı, öyle değil mi?

Hatırlayacak olursak; bundan 3 sene önceki OVP’ye göre enflasyonda bu yılı %5 ile kapatacaktık.

Bugün enflasyon nerede? %19.

Bu denli kötü performans gösteren bir siyasi iradenin hazırladığı dokuman güven verebilir mi?

OVP bize diyor ki;

Önümüzdeki 4 yılda ortalamada %6,25 büyüyeceğim.

“Madem bunu yapabiliyordunuz, Cumhurbaşkanlığı sistemine geçtiğimizden beri;

Neden sadece yıllık %2,4 büyüdünüz?” diye sormazlar mı insana?

Bir diğer itibar sorunu da hukuka, kurum ve kurallara olmayan saygı.

Eğer bir ülkede OVP’yi hazırlayan kurum ve kurullar baştan aşağı çökertilmişse, bu metnin bir itibarı olabilir mi?

TV’den “bu ay olmadıysa, bir sonraki ay faizi düşür” diyen bir akılla yönetiliyoruz.

Artık enflasyon hedeflemesi politikasını açıkça rafa kaldırmışız.

45 gün evvel Merkez Bankası’nın açıkladığı tahmin %14, OVP’de %16.

2022’de % 9.8; 2023’de % 8; 2024’te % 7.6 tahmin edip bana güvenin diyorsun ama,

Daha 45 gün önceki hedefinden %15 sapmışsın?

45 gün önce yaptığın enflasyon ve cari açık tahminleri, OVP’ye konulacak kadar bile değer görmemiş.

Bırak vatandaşı, çalışanı, işvereni veya yatırımcıyı, seni o makama atayan hükümet bile sana inanmamış.

Şimdi sırf faizleri talimatla düşürmek zorunda olduğunu bildiğin için,

Enflasyondaki yükseliş geçici, çekirdek enflasyon belirleyici diyorsun.

Sana kim, neden inansın?

OVP’nin bir diğer parçası faiz harcamaları ile ilgili.

Buradan ülkenin sırtından zengin olmaya alışmış bir avuç tefeciye, faizciye müjdeyi verelim!!

İktidar yine en çok sizi düşünmüş.

Bu yıl faiz ödemelerini 180 milyardan 190 milyara çıkarmış.

Yetmemiş, önümüzdeki yıl için de her bir saat başına yaklaşık 29 milyon TL faiz ödemesi koymuşlar.

Hani faizle nasıl uğraşılırmış gösterecektiniz Sn.Cumhurbaşkanı?

Eğer doğru yönetseydiniz 2013-2017 arasında olduğu gibi hala 50-60 milyar,

Hadi enflasyonu da katalım 80-90 milyar ödeyecektiniz faize.

Ne oldu da sizin faiz teorileriniz bu ülkeyi önümüzdeki yıl 250 milyar TL faiz ödemesine mahkum etti?

Nihayet yüzyüze eğitim başladı.

Ama maalesef öğretmen eksikliği, sınıfların kalabalıklığı,

okulların fiziki yapısı gibi temel sorunlar hala çözülmüş değil.

Derslik sayıları diğer yıllarda olduğu gibi aynı.

Sağlık Bakanı, “2 metre fiziksel mesafe” diyor,

Ama bunun nasıl korunacağı belli değil?

"Tedbir" deniyor ama tedbirler için hangi önlemleri aldılar muamma.

Aşılanmamış Öğretmen ve çalışanlara haftada 2 kez PCR testi zorunluluğu

getirilecekmiş.

“Aşılanmamış öğretmen” sözü bile ürkütücü olmaya yetiyor ama gelin görün ki,

Hem çocukların hem öğretmenlerin aşılanması sorunu halen devam ediyor.

Depreme dayanıklı olmayan okulların tadilatı konusu da ayrı bir cendere.

Maalesef, bu ucube sistemin plansızlıkta nasıl tavan yaptığını ortaya koyan bir başka gösterge bu.

Bir buçuk yıldır okullar kapalıyken ayakta mı uyudunuz?

Yoksa yetkililer bu sorunu önünüze koyduğunda,

“kaynak yok” diye refüze mi ettiniz? Hangisi?

Yüzyüze eğitimin başlayacağı bilindiği halde,

neden bu okulları daha önceden tadilata almadınız?

Şimdi 950 kişilik bir okula ek 900 öğrenci daha gelecek!

Hak mıdır reva mıdır?

Çocuklar sizin için sadece kurdela kesme aracı mı?

Bu çocuklar iki okul nüfusuyla bir arada nasıl eğitim görecekler?

Bu riski onlara nasıl dayatırsınız?

Normal eğitime geçmeyi bırakın,

ikili eğitim veren okul sayısı iki katına çıktı.

Bazı yerlerde üçlü eğitim başladı.    

Hadi iki yıl uyudunuz, sorumluluğu üstlenmediniz,

Bari Haziran’dan itibaren işe koyulsaydınız da eğitim yılına yetişseydi.

Dile kolay en az 80 okuldan bahsediliyor.

Bu nasıl bir vurdumduymazlık, nasıl bir sorumsuzluktur.

İş hazine garantili müteahhitlere gelince ödemeler tıkır tıkır,

Mesele onların hakları olunca hiçbir iş aksamadan yürüyor,

Ama çocuklarımızı ve velilerini 1500-2000 kişilik okullara,

50 ila 70 kişilik sınıflara mahkum ediyorsunuz.

Allah size biraz vicdan nasip etsin.

Şu seçim sisteminin değişmesi,

Ve %7 seçim barajı meselesinden ne anlamalıyız acaba?

Bu iktidar daha fazla demokrasi,

daha fazla temsilde adalet ve yönetimde istikrar istiyor olabilir mi?

“Ne ilgisi var?” dediğinizi duyar gibi oldum.

Peki şimdi ne oldu da barajın %7’ye düşürülmesine karar verildi?

Neden %3 ya da %5 değil de 7 mesela.

Öyle ya; Cumhurbaşkanlığı sisteminde zaten tek kişilik bir hükümet söz konusu.

Yani seçim barajının yönetimde istikrarla bir ilgisi kalmadı.

Belli ki ortada bir siyaset mühendisliği söz konusu.

Ama bu mühendislik sadece önümüzdeki seçimleri içermiyor.

Belli ki kaybedeceklerini anladılar

ve bir sonraki seçimlerin taşlarını dizme telaşındalar.

Müflis tüccarın eski defterleri karıştırması misali,

“Yok baraj şu olsun, yok dar bölge öyle olsun” falan.

“Hadi seçim bölgesi sınırlarını da şöyle yapalım.” derlerse kimse şaşmamalı.

Tabii ki işin içinde küçük ortağın kısa vadeli ihtiyaçları,

Meclise sokmak istemedikleri partilere yönelik hesaplar da var.

Geçmişte de denenmiş ama tutmamış Bizans oyunları bu yüzden de devreye sokulmakta.

Buradan açıkça söyleyelim, bu oyunlar tutmaz beyler.

Millet o oyunları bozar; sandıkta yırtıp atar.

Bunlar yapmaz ama biz milletimizle yine de paylaşalım:

Temsilde adalet ve yönetimde istikrar,

Güçlendirilmiş parlamenter sistemdeki değişiklerle zaten sağlanır.

Nedir onlar söyleyelim:

Hükümet yıkmayı zorlaştıran ama yapmayı kolaylaştıran sistemik sübaplardır.

Alternatifini ortaya koymadan gensoru verememek;

Hükümet düşürememektir mesela.

Bazı Batılı ülkelerde de uygulamaları olan bir sistemdir bu.

Güçlü bir sistem ve güçlü bir Meclis,

bunların Bizans oyunlarıyla ayakta tutmaya çalıştıkları düzensizliğin,

sistemsizliğin panzehiridir.

Oksijen çadırına soktukları bu sisteme inşallah hayat bahşedeceğimiz günler yakındır! 

Birkaç gündür medya ve sivil toplum tarafından,

Yunanistan’dan Türkiye’ye gönderilen sığınmacıların,

İsmi ve rütbesi halen belirlenememiş olan bir jandarma komutanı tarafından,

Meriç nehrine 5’erli gruplar halinde atıldıkları,

Yüzme bilmeyen bazı sığınmacıların boğuldukları iddiaları yansımıştır.

Bu kan dondurucu iddialar doğruysa,

resmen bir insanlık suçu ve zulüm ile karşı karşıyayız.

Bunun ne vicdanla, ne ahlakla, ne hukukla bir ilgisi yok.

Gelecek Partisi olarak yetkililere seslendik ve sorduk.

İçişleri Bakanlığı önce günlerce sessizliğe büründü.

Sonra, Edirne Valiliği “arkadaşlara sorduk böyle şeyler yaşanmamış” mealinde bir açıklama yaparak,

90’lı yıllardan alışık olduğumuz bir örtme-gizleme taktiğine başvurdu.

Sormak gerek kendilerine;

Şahitlerin ifadelerine ve sivil toplumun tanıklığına başvurmadan bu neyin inkarı böyle?

Oysa iddialar karşısında derhal soruşturma başlatmalı,

sorumlulara gereken en ağır cezalar verilmeliydi.

İnsan hayatı bu kadar ucuz mu?

Hala hiçbir yetkili çıkıp bu trajik iddialar karşısında ciddi bir açıklama yapma ihtiyacı hissetmemekte!

Bir kez daha kamuoyu nezdinde soruyoruz.

Daha ciddi cevaplara ihtiyacı var mağdurlar ve ailelerinin.

Hiç olmazsa, kayıplarının naaşlarını istiyorlar.

İddialarla ilgili ciddi bir soruşturma başlatacak mısınız?

Sorumluları açığa alıp haklarında herhangi bir işlem yapacak mısınız?

Bu tür hadiselerin daha önce de aynı bölgede yaşandığına dair iddialar doğru mu?

Hem yaşam hakkı başta olmak üzere insan haklarını ayaklar altına alan,

Hem görev yapan erlerimizin suça teşvik edildiği anlaşılan,

Hem de ülkemizin uluslararası itibarını ayaklar altına alan

Bu tür olayların tekrar edilmemesi için hangi önlemleri almayı düşünüyorsunuz?

Yetkililerden somut, açık, sarih cevaplar bekliyoruz.

Konuşmama burada son verirken,

Bütün bu sorunların üstesinden,

Hep birlikte geleceğimize olan inancımızı bir kez daha yineliyor;

Hepinizi saygı, sevgi ve hürmetle selamlıyorum.

Allah’a emanet olun."

Hibya Haber Ajansı