Malumunuz olduğu üzere 3 Kasım’da yapılan Amerika Birleşik Devletleri’ndeki Başkanlık seçimleri gerçekleşti. Demokrat aday Joe Biden seçimleri kazandı ve belirlenen takvime göre de 20 Ocak’ta yemin ederek görevine başlayacak. Kampanya sürecinde yaşanan olağanüstü tartışmalar ABD için bir ilkti. Amerikan toplumu tarihte bu kadar kamplaşmış mı idi, ayrışma bu kadar zirve yapmış mı idi bilmiyorum. Ancak şurası artık çok net ki, Amerika bu seçim döneminden gerekli dersleri çıkaramazsa, bu durum ABD için hiç de iyi sonuçlar doğurmayacaktır.
2016 8 Kasım’da yapılan seçimlerle iş başına gelen Donald Trump’lı yıllar hem Türkiye-ABD ilişkileri açısından hem de ABD’nin dünyadaki konumu ile ilgili önemli sonuçlar doğurdu. En başta ifade etmek gerekir ki Türkiye-ABD ilişkileri salt kişisel yakınlıklar üzerinden yürüdü ve kayıp yıllar olarak tarihe geçti. İktidar yetkilileri ile Trump arasındaki bu yakınlık Türkiye’ye bir katkı sağlamadığı gibi hem bölgesel açıdan hem de ülke olarak önemli telafi edilmesi çok zor sonuçlara sebep oldu. Bu süre zarfında neler yaşandığına dair bazı gelişmeleri sizlere burada hatırlatmak istiyorum.
Trump öncesi başlayan ABD’nin PYD/YPG’ye silah desteği kesintiye uğramadan bu dönemde de devam etmiştir. ABD Fırat’ın doğusuna yerleştirdiği bu örgütleri petrol satışıyla desteklemiş, hatta ABD’li petrol şirketi Delta’yı bu örgütlerle fiili ortaklığa sokmuştur.
Yıllardır söylenen ama hayata geçirilmesine cesaret edilemeyen ABD elçiliğinin Tel-Aviv’den Kudüs’e taşınması bu dönemde olmuştur.
Türkiye’nin Suriye’nin Kuzeydoğusunda sınır güvenliğini temin maksadıyla gerçekleştirdiği Barış Pınarı Harekâtı kapsamında 3 bakan, 2 bakanlığa yaptırım kararı da Trump tarafından yürürlüğe konulmuştur.
Trump Yüzyılın Anlaşması tartışmaları ile birlikte İsrail’e her türlü desteği vermiş, Filistin’in hukuki olarak tarihe karışması hedefini bu dönemde dillendirilmiştir.
Körfez ülkelerinin İsrail ile normalleşme adımları yine Trump ve damadı Jared Kushner’in girişimleri ile gerçekleşmiştir.
Kendi döneminden önce gerçekleşen 15 Temmuz 2016 darbe girişimin aydınlatılması ile ilgili olarak Trump hiçbir şey yapmadığı gibi sorunu Türkiye-ABD ilişkilerinin tamamen dışına çıkarmayı başarmıştır.
ABD’nin otuz yıldan beri Güney Kıbrıs’a uyguladığı silah ambargosu ilginçtir yine bu dönemde kaldırılmıştır.
Bölgesel açıdan barışa hizmet edeceğine inanılan P5 + 1 ülkeleri ile İran arasında imzalanan Nükleer anlaşmadan ABD yine bu dönemde çekilmiştir.
Amerika Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin haklı taleplerine karşı Yunanistan’ın yanında yer alması da bu dönemde olmuştur. Askersiz olması gereken Dedeağaç’ta askeri üs kuran ABD doğrudan Türkiye’yi tehdit etme noktasına maalesef bu dönemde geçmiştir.
Diplomatik tavır bir tarafa asgari insani nezaket kurallarını hiçe sayan ve Cumhurbaşkanının şahsında bu millete hakaret eden mektup da bu dönemde Türkiye’ye gönderilmiştir. Üzücü olan taraf ise bu mektuba rağmen 13 Kasım 2019’da Cumhurbaşkanı Erdoğan ABD ziyaretini iptal etmemiştir.
Yine 2018 Ağustos’unda Türkiye’den ABD’ye satılan alüminyum ve çeliğe uygulanan gümrük vergisi Trump tarafından iki katına çıkarılmıştır.
Bütün bu süreçlerde ABD’yi Twitter üzerinden yöneten Trump zaman zaman “ekonominizi mahvederim” mesajlarını da paylaşmayı atlamamıştır.
Son olarak CAATSA yaptırımları da bu dönemde hayat bulmuştur. Her ne kadar Trump bu yaptırımlara karşı olsa da karşı duruşun gerekçesi Türkiye’yi desteklemek değil, Çin’in elini güçlendireceği sebebiyledir.
Bunca olanlara rağmen bu olaylar yaşanırken bizler iktidar yetkililerinden Trump iyi çevresi kötü şeklinde propagandalar duyduk. Hatta seçim döneminde iktidar adına TV’lerin tartışma programlarına katılanların birçoğu Trump lehine yaptıkları destek açıklamalarına muhatap olduk.
Diğer taraftan Küreselci ve Ulusalcıların meydan muharebesine dönen seçimlerin ardından hele de 6 Ocak’taki Kongre baskını ile ortaya çıkan manzara Demokrasi havarisi pozlarına bürünen Amerika için utanç sayfaları olarak tarihe geçti. Müdahale ettiği her yere demokrasi götürdüğü şeklinde propaganda yapan ABD’de, bu kongre baskını ile toplumsal kırılma fay hatları net bir şekilde gün yüzüne çıkmış oldu. Aslında 6 Ocak’ta yaşananlar bir anlamda Amerika için ikinci 11 Eylül anlamını taşıyordu. Dışarıya demokrasi götürmeyi hedefleyen ABD kan ve gözyaşından başka bir şey götürmemiştir. İçeride yaşananlar ise Amerika’daki toplumsal dinamikler arasındaki uçurumu ortaya çıkarmıştır.
20 Ocak’ta görevi devralacak olan Joe Biden da aslında Trump ’tan farklı olmayacak. Tek fark Türkiye’yi köşeye sıkıştırma girişimleri kurumlar üzerinden yürüyecek. Şayet Türkiye bu yeni dönemde doğru adımları atamazsa ABD ile yaşanan birçok kriz alanı varlığını üzerine ekleyerek devam edecek. Malumunuz olduğu üzere Biden Obama’nın yardımcılığını yaptı. Bölgemiz özellikle Obama döneminde bugünkü çıkmazların içine sokuldu. Biden da Büyük Ortadoğu Projesi’nin yılmaz bir savunucusu olarak biliniyor. Türkiye dikkatli olmadığı takdirde çok büyük hasarla karşı karşıya kalabilir. Trump ile kişisel yakınlıklar üzerinden yürüyen daha doğrusu yürüdüğü zannedilen ilişkiler Biden döneminde daha çok kurumsal boyutlarda yürüyeceğine dair genel bir kanaat var ve bizce bu şekilde olacağı da doğrudur.
Peki, bu dönemde Türkiye nasıl hareket etmeli, neler yapmalıdır?
Türkiye bir an önce bireysel yaklaşımları bir kenara bırakıp kurumsal aklını öne çıkaran, bunu destekleyen, güçlendiren bir yol haritasını hayata geçirmelidir.
Türkiye dış politikasını iç politikaya malzeme yapmamalıdır. Kamplaşma dilini terk etmelidir.
Eski dışişleri bakanı Madeleine Albright cuma günü Time’a yazdığı makalede Amerika için “Biz ve onlar” ayrışmasının çok büyük zararlar verdiğini ifade etmiştir. Türkiye için bu özeleştirinin zamanı gelmiş hatta geçmektedir.
S-400’ler Türkiye’nin hava sahasının güvenliği açısından hayati önemdedir. Bu konuda kesinlikle geri adım atılmamalıdır. Buradan Rusya ile tek taraflı bağımlılık içine de girilmemelidir.
Suriye Türkiye için en büyük güvenlik tehdidi olmaya devam etmektedir. Biden’ın Suriye politikasını Afrika ve Ortadoğu sorumlusu olması beklenen Brett McGurk yürütecektir. McGurk YPG’yi silahlandıran isimdir. Bu da Amerika’nın Suriye’nin toprak bütünlüğünü ortadan kaldırmayı hedeflediğinin delilidir. ABD’nin Fırat’ın doğusundaki PYD/YPG’ye alan açma çalışmaları titizlikle(!) devam etmektedir. Türkiye ABD’nin Suriye planlarını boşa çıkaracak diplomatik açılımlar yapmalı, bölge ülkeleri ile sorunlarını bir an önce gidermelidir. Malum olduğu üzere Türkiye’yi S-400 alımına iten şartlar, Suriye’de yaşananlarla birlikte ortaya çıkan güvenlik tehditleri sonucunda oluşmuştur. Bu anlamda Suriye’de olanları yok saymak ölümcül sonuçlar doğurabilecektir.
Ayrıca Dışişleri Bakanı olması beklenen Antony Blinken mesela Trump’ın İsrail politikasını desteklemiş, hatta F-35’lerin sadece İsrail’e verilmesi gerektiğini bile savunmuştur.
Suriye’nin kilidini elinde bulunduran İdlib ise hâlâ diken üstündedir. Amerika buradaki gerginlik ve çatışma merkezli statükonun korunması için çıkarlarını öncelemekte ve terör örgütlerini dahi desteklemektedir. İdlib’in yeni bir çatışma alanına dönüşmesi mutlaka engellenmelidir.
Doğu Akdeniz konusunda ABD Trump döneminde Fransa ve Yunanistan ile yakın durmuş, onları desteklemiştir. Biden döneminde de bu çok farklı olmayacaktır. Kıbrıs ve Libya bağlamında ortaya çıkan sorunların çözümü için bölge ülkeleri ile diplomatik köprüler kurulmalıdır. Unutulmamalıdır ki, ABD ve Rusya arasındaki çatışma görüntüsü her an alan paylaşımı ve çıkar örtüşmesi ile sonuçlanabilir ve bu da Türkiye için sorunlar yumağıyla tek başına kalmasına sebep olabilir.
Trump Rusya ile yakındı. Biden’ın ise Çin ile yakın duracağı görülüyor. Türkiye ABD, Rusya ve Çin arasında yaşanan çıkar çatışmalarına taraf olmadan kendi hinterlandı ile ilişkilerini tamir eden bir yol haritasını hayata geçirmelidir.
Türkiye yalnızlaştıkça küresel güçlerin daha kolay yaptırımlarına maruz kalmaktadır. Türkiye sadece bölge ülkeleriyle değil, aynı zamanda bazı Avrupa ülkeleri ile de sorunlarını ortadan kaldırmayı hedeflemelidir.
Türkiye herkesle konuşmayı başarmalıdır ama hiç kimseye tek taraflı bağımlılık yanlışı içine düşmemelidir. Bu da kurumsal açıdan ilişkilerin geliştirilmesine bağlıdır.
Sonuç olarak şunları söyleyebiliriz;
ABD Soğuk Savaş döneminin ardından 1991 Körfez Krizi’nden başlamak üzere, 1 Mart Tezkeresi sürecinde, Irak’ın işgalinde, Arap Baharı ile birlikte özellikle Suriye ve Libya’da, 15 Temmuz darbe girişiminde, Doğu Akdeniz’de, Filistin meselesinde yani Türkiye’yi doğrudan ilgilendiren birçok alanda hep Türkiye’nin elini zayıflatmıştır. Bunun adına stratejik müttefiklik denemeyeceği çok açıktır. Türkiye ABD ile ilişkilerinde hep taviz veren, zarar gören konumuna itilmiştir. Bu basın açıklaması vesilesiyle buradan iktidara seslenmek istiyorum. Daha geriye gitmeden söyleyelim. Obama dönemleri kayıp hanemize yazıldı. Trump dönemi yukarıda ifade ettiğimiz gibi kayıplarla dolu geçti. Şimdi 20 Ocak’ta Joe Biden’lı dönem başlayacak. ABD’nin bölgemizdeki öteden beri gelen ayrıştırıcı, etnik ve mezhepsel temelli planlarıyla önümüzdeki 4 yılı daha kaybetmemek için bir şeyler yapılmalıdır. Bölgemizde haritaların yeniden çizilmesini engelleyecek adımlar atılmalıdır. Özellikle bu dönem bölgesel açıdan değişikliklere gebedir. Gün kurtarmaya çalışılmamalıdır. Yarın için hesaplar yapılmalıdır. Kişisel değil kurumsal diplomasi ile hareket edilmelidir.
Ayrıca iktidara bir kere daha uyarıda bulunmak istiyorum.
Sizin gibi düşünmeyen ama fikri olanların seslerine kulak verin. Her şeyi bizi biliriz yanlışından kurtulun. Bu ülke hepimizin. Dış politika popülizm kaldırmaz. Bugün sorumluluk sizde yarın bir başkasına geçebilir. Ancak ülkemizin menfaatleri ortak derdimiz olmalıdır. Bunlara zarar verecek yaklaşımları terk edin.
Basın açıklamamıza göstermiş olduğunuz ilgiden dolayı sizlere teşekkür ediyorum. Ekranları başından bizleri takip eden vatandaşlarımıza sağlıklı, huzurlu, ekonomik açıdan feraha kavuştuğumuz günler diliyorum.
Hibya Haber Ajansı