Nuh'un Dili Kürtçe röportaj dizisi kapsamında ilk röportajını Prof.Dr. Abdullah Kıran ile gerçekleştirdik.

Kıran, Hazreti Nuh'un ve Hazreti Yunus'un dilinin kürtçe olduğunu, Evliya Çelebi'nin de Seyahatname'sinde dile getirdiği gibi Kürtçe'nin geniş bir coğrafyaya yayılan kadim bir dil olduğunu vurguladı.

Röportajın tamamı şu şekildedir:

Evliya Çelebi’nin Seyahatname’sini esas aldığımızda aslında Nuh2un gemisinin Evliya Çelebi’nin ifadesiyle ağırlıklı olarak bildiğim kadarıyla Cudi Dağı olarak geçiyor.

Eski Ahit’te de öyle geçiyor

Evet, Eski Ahit’te de öyle geçiyor. Şırnak diye geçiyor. Tabi Lübnan’da dağlardan ve farklı yerlerden de söz ediyor ama Nuh’un Gemisi’nin olduğuna dair en çok üzerinde durulan yerler Cudi Dağı ve Ağrı Dağı’dır. Her ikisi de Kürtlerin yaşadığı coğrafya içinde kalıyor. Kürdistan dediğimiz o tarihi coğrafyada yer alan yer. Evliya Çelebi çok ilginç bir seyyahtır; gittiği yerlerde çok ciddi gözlemleri olan, nüfusun yapısını araştıran, demografik yapıdan tutun da inanların inançlarına kadar olan hemen her şeyi gözlemleyerek bazen de sayı da vererek anlatır. Mesela Kürdistan coğrafyasında üç lisan olduğunu, en çok konuşulan dilin Kürtçe olduğunu, bazı yerlerde Türkçe konuşulduğunu, bazı yerlerde Ermenice konuşulduğunu ama konuşulan esas dilin Kürtçe olduğundan bahseder. Evliya Çelebi, Seyahatname’sinde lisan konusunda şöyle diyor: Lisan-i Kürd Hazreti Nuh’un ümmetinden Melik Kürdüm’den kalmıştır. Amma vilayeti-i Kürdistan, Dağıstan ve Sengistan bilad-u bipayan olmağına 12 günde lisan-i ekrad vardır ki birbirine… Yani Kürdistan’da, Dağıstan’da Sengistan’da tüm buralarda Kürtçe’nin konuşulan bir lisan olduğu ve bu lisanın konuşulduğu coğrafyanın seyahatle 12 günlük bir yol alacağı –ki muhtemelen at sırtında bir seyahatle- ve Nuh’un da gemiden çıktıktan sonra ilk pişirdiği yemeğin aşure olduğunu ama konuşulan lisanın Kürtçe olduğunu söylüyor. Çelebi, Hazreti Nuh’un, Hazreti Yunus’un konuştukları lisan Kürtçedir, diyor. Bu anlamıyla lisan-ı Kürd yani Kürtçe çok geniş bir alanda konuşuluyor. Şöyle ki; Azerbaycan’dan başlayıp Kerkük’ün Yemin Dağı, Erzincan’dan Van ve Kars’taki Ani’ye kadar gidiyor, oradan Gence’ye kadar çıkıyor (Şeddadi Kürt Devleti) oradan Bakü’ye ve doğusundan Tebriz’e kadar gider, oradan Tirmenşah’a ve Şehrezor’a gelir, Musul’a ve oradan Mardin ve Urfa’ya oradan da Sivas’a kadar geldiğiniz çok geniş bir coğrafi alanda Kürtçe konuşulduğunu biliyorum. 19. Yüzyılın başlarına kadar böyle bir gerçeklik var. 19 yüzyıla gittiğinizde Sivas’tan Orta Asya’ya kadar Kürtçe konuşarak gidersiniz. Sebebi ise şu; Kürtler, Orta Doğu’nun en kalabalık olması, coğrafya olarak da en geniş alanda olmalarındandır. Ancak siyasi bir statüleri olmadığı için özellikle 20. Yüzyıl Kürtler için ölüm çağıdır… Evliya Çelebi’nin de dile getirdiği gibi Kürtçe; kadim bir lisandır; Hazreti Nuh’un lisanıdır; Hazreti Yunus’un lisanıdır.

Devlet okullarında Kürtçe eğitimin önünün açılmasıyla ilgili talepler de oldukça fazla. Geçtiğimiz ay, ortaöğretimde Kürtçe eğitim uygulamasına yönelik seçmeli ders tercihleri yapıldı. İlkokullarda Kürtçenin anadil olarak eğitim müfredatına alınmasına yönelik ne gibi çalışmalar yapılması gerekir?

Kürtler, Türkiye’de etnik nüfus açısından yekpare gruptur. Cumhuriyetten önce Osmanlı’nın yıkılışına kadar –yani 1. Meşrutiyet’e kadar- imparatorlukta Türkçe konuşuluyor ama yazı dili anlamında Farsça ve Arapça var. Kürtçe de konuşuluyor. Resmi dil meselesi, 1870 anayasası ile ortaya çıkıyor. Orada da Ermeniler Rumlar haklı olarak şunu söylüyorlar: Bizim de lisanımızı saymalılar. Neden sadece Türkçe? Osmanlı’da dil üzerine ilk kırılma işte o zaman başlıyor. Sonrasında ise İttihat Ve Terakki derken bu işler yürüyor. Sevr Anlaşması’nı tarihin çöplüğüne atan Kürtlerin ileri gelenleridir. Mustafa Kemal, 1919 ve 1923 Lozan Antlaşması dönemine kadar tüm mesajlarında Kürtlerin de kurulacak olan devlettin kurucularında Kürtler de var dolayısı ile Kürdistan coğrafyasında kendilerini özerk bir şekilde idare edeceklerini söyler. Mesajları olumludur. Bir konuşmasında, “Biz, ulusların kendi tayin haklarını benimsemiş durumdayız…” der. Örneğin, 1921 anayasasında da dil meselesi açısından, bir bölgenin çoğunluk nüfusu Kürtler ise resmi dilin Kürtçe olacağı kabul edilmiştir. Daha sonra 1924 anayasasında Lozan Antlaşması imzalandıktan sonra Mustafa Kemal tüm bunları reddetti.

Mustafa Kemal aslında Kürtleri oyalama politikası mı izledi?

Aynen. Bir oyalama politikası izledi. Kürtleri oyaladı, aldatma politikası izledi. Bildiğiniz gibi Kürtçe uzunca yıllar yasaklı bir dildi. Ta ki Özal dönemine kadar. Sonra AK Parti iktidarıyla birlikte seçmeli ders uygulaması çıktı. Kürtler bundan da yararlanmadı. HDP, “Biz anadilde eğitim istiyoruz” talebiyle seçmeli dersi görmezlikten geldi. Kapıya gelmiş büyük bir fırsattı ve Kürtler bunu değerlendir(e)medi. HDP sabote etti. Son dönemde Kürtler gerçekten ölmek üzere olan bir dilleri olduğunu fark ettikleri için kampanyalar başlatıldı. Fakat tabii ki devlet de bu noktada çok istekli değil.

Devlet, Kürtçe eğitime destek olmayarak aslında kendine mi kötülük yapıyor? Zira Kürt gençliği şunu da düşünüyor, “Yıllarca ağır bir asimilasyon politikasıyla dilimizi unutturdunuz. Bu politikayla biz dilimize hep sahip çıktık fakat özellikle 90’lı yıllarda terör olayları nedeniyle köy boşaltmaları sonucu büyük kentlere akın oldu ve bu akınlar sonucunda da dilimizde de belli olanda kırılmalar oldu.” Yapılan istatistiksel araştırmalara göre de önümüzdeki 20 ya da 30 yıl içerisinde Kürtçe’nin Türkiye’de tamamen yok olacağına dair tespitler yer alıyor. Dile yönelik bir radikalleşme olur mu?

Tabii ki. Özellikle genç Kürtler dillerini konuşamıyorlar. Genç Kürtler, beklendiğinden çok daha fazla tepkisel davranabiliyor. Ben, Türkiye’nin gelecekte önündeki en büyük problemlerden birinin dillerini unutmuş, asimilasyona uğramış bu neslin bir kin ile belki intikam ile hareket edebileceği, tehlikeli boyuta varan sonuçlar doğurabileceğini açıkçası sosyolojik anlamda gidebileceğini düşünüyorum. Bir insan diliyle vardır. Dilini yasakladığınız an, diliyle yaşam hakkı tanımadığınız anda çok farklı uçlara varabilen politikalara varan sonuçlar doğurabilir. Dolayısı ile böyle bir realite Türkiye’nin önünde duruyor. Devlet halen bunun farkında değil ya da görmek istemiyor ya da “Kürtler asimile olur, bu iş biter” beklentisi var. Kürtler asimile olur ama asimile olmuş Kürtlerin daha radikal olma ihtimalide yüksektir.

Kürt dilinin öğretilmesi, öğretilmesinin yaygınlaştırılması için Kürtçe bilen öğretmenlere de ihtiyaç var. Atanmayı bekleyen ya da atanamayan Kürtçe dili öğretmenleri de var. Özellikle akademik alandaki sorunların çözülmesi noktasında ne gibi adımların atılması gerekir?

Türkiye’deki birkaç üniversitede Kürt Dili ve Edebiyatı bölümleri var. Ama son yıllarda maalesef Kürtler seçmeli dersleri talep etmezse öğretmenler nasıl atansın? Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) talep olmadığını söylüyor. 2015 yılında HDP’nin engellemelerine rağmen 77 bin civarında başvuru vardı. Bu yıl ise yapılan kampanyalar sonucunda kerhende olsa HDP, Kürtçenin seçmeli ders olarak seçilmesini söyledi. Fakat MEB tarafından verilen rakamların geçen yıl ile eşit oranda olduğun uortaya koydu. Bu da çık sağlıklı bir durum değil.

Halkta korku mu var? Özellikle çözüm süreci döneminde ülkenin bir çok noktasında açılan Kürtçe dil kursları da vardı ancak bu kurslara emniyet güçleri tarafından yapılan baskınlar, kursa giden kişilerin fişlendiği ve mimlendiği söylemleri nedeniyle kurslara talepler azalınca kurslar da peyderpey kapatıldı. Aslında bunların da etkisi var mı?

Kesinlikle! Dediklerinizin tamamının etkisi var. Bu süreci olumsuz yönde etkileyen temel konular bunlar. Bu korkuyu aşmanın yolu da devletin en azından dil hakları konusunda Kürtleri vatandaş olarak görmesi ve kendi dillerinde eğitim alma hakkı kazandırmasından geçiyor. Demokratik bir ülke vatandaşlarının ana dillerinde eğitim almasını sağlar. Ülkemizin üçte birinden fazlası Kürt ama bir dil okulu yok. Bu nedenle Kürt dili ölüyor. Yeni nesil Kürt çocukları Kürtçe konuşmuyor. Köylerde bile çocuklar Kürtçe konuşmuyorlar; 10 ya da 15 yıl önceki ile asla karşılaştırılamaz. Böyle giderse yakında Kürtçe konuşacak bir Kürt aile göremeyeceğiz. Dolayısı ile bunu aşmanın yolu devletin samimi bir şekilde Kürtlere bu alanı açması gerekir. Devletin Kürtlere yönelik en büyük hizmetini TRT Kûrdi görüyorum. Sonra üniversitelerimizde Kürtçe bölümlerin açılması ve ortaöğretimde çocukların seçmeli de olsa Kürtçe dilini tercih etmesine imkan tanınmasıdır. Devletin Kürtçeye statü tanıması gerekir. Türkiye’ye gelen Suriyeli, THY’de Arapça hizmet veriyor ama ben bu ülkenin doğma büyüme bir vatandaşı olarak THY’de ya da devlete ait bir resmi kurumda kendi dilimde hizmet alamıyorum. Bunlar sıkıntı…

Devletin bu noktada tavrı belli; “Sen ancak benim istediğim şartlarda dilini öğrenebilirsin ve yaşatabilirsin” düşüncesi hakim. Bu noktada sivil irade olarak Kürtler ne yapmalı? Kürtler nasıl bir adım atmalı ve nasıl bir oluşum içerisinde dilini yaşatmalı?

Tüm unların çözüm kaynağı Kürtlerin elindedir. Kürtler, dil hakları konusunda samimi ve kararlı olarak davranırlarsa, hayatın her alanında kendi anadilleriyle konuşurlarsa, çocuklarına Kürtçe isimler verdiklerinde, dillerini önemsedikleri andan itibaren devlet de bu realiteyi kabullenerek uygulamaya koyacaktır. Fakat Kürtler, dünyadaki hiçbir halkta görülmeyecek şekilde duyarsızlar. Orta Doğu’nun en büyük halkı dilini unutuyor. Hdp isteseydi, 6 milyon oy almış bir parti olarak isteseydi Türkiye’nin tüm okullarında Kürtçeyi seçmeli ders olarak talep edebilirdi ama istemedi! Seçim zamanında her Kürdin kapısına giderek oy toplayan HDP, temel hakkında kullanılması hususunda öncülük yapmıyor? Kürtlerin nüfus olarak ne yoğun olduğu il İstanbul’dur. İstanbul’da 6 milyondan fazla Kürt yaşıyor. İstanbul’da 50 bin civarında Ermeni var; Ermenilere ait 30 civarında okul var. Bu okullar Türkiye Cumhuriyeti’ni sarsmıyor da, yıkmıyor da! Rumların da okulları var… Kürtlerin diline saygı duyurulursa varlığına da saygı duyulmuş olunur.

Röportaj: Semra Polat

Sivil Düşünce Haber Portalı