Semra Polat, GARA operasyonuna yönelik kaleme aldığı analiz yazısında önemli değerlendirmelerde bulundu.

Polat'ın analiz yazısı şöyle: 

Terör örgütü PKK, doksanlı yılların başından itibaren birçok defa gerçekleştirdiği yol kesme eylemlerinde aralarında asker, polis ve devlet görevlilerinin de bulunduğu çok sayıda kişiyi kaçırarak rehin tuttu. PKK, bugüne kadar kaçırdığı rehineleri bir şekilde teslim etti ta ki 13 kişiyi 6 yıl aralıklarla kaçırarak alıkoyduğu GARA operasyonuna kadar.

Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) 10 Şubat'ta Irak'ın kuzeyinde bulunan GARA'da PKK'nın kontrolü altındaki noktalara yönelik Kartal Pençe-2 adlı harekât başlattı. Operasyonun yürütüldüğü bölge Suriye sınırına ve Musul'a yakın yerde bulunuyor.

GARA NEDEN ÖNEMLİ?

GARA, PKK’nın (Şengâl) Sincar'a açılan kapısı; PKK kontrolündeki bölgeler arasında bağlantı sağlıyor. Suriye’deki YPGPYD örgütünün Irak’taki PKK kamplarına geçişini kolaylaştırıyor. GARA, PKK’nın varlığını güçlendirirken, bölge ülkeler açısından ise terör tehdidi oluşturuyor. GARA bölgesi, hem PKK için koridor niteliğinde hem de Türkiye'nin Sincar ve Musul'a açılan kapısı olarak görülüyor.

OPERASYON NASIL BAŞLADI?

Milli Savunma Bakanı ani bir şekilde önce Irak’ın başkenti Bağdat’a oradan da IKBY’nin Başkenti Erbil’e giderek mevkidaşları ve üst düzey yetkililerle görüşmeler gerçekleştirdi. Böylece GARA operasyonu için Irak sınırları içerisinde yer alan GARA ve Sincar’a yönelik gerçekleştirilecek operasyonlarla ilgili bilgilendirme yapıldı ve destek talep edildi. Ülkeye dönen Akar, Genelkurmay Başkanı Yaşar Güler ile birlikte operasyonun startını verdiler.

Bu kapsamında; hava, kara ve SİHA’larla birlikte büyük çapta bir operasyon gerçekleştirildi. Türkiye sınırları dışında 35 km derinliğinde gerçekleştirilen bu operasyon, ülkenin bugüne kadar gerçekleştirdiği en uzak noktadaki kara operasyonu olması ile de önem arz ediyor.  Mağaralara yönelik gerçekleştirilen kara operasyonunda 3 asker şehit oldu. Sarp kayalıkların arasında bulunan mağaralara girmek hiç de kolay olmayacaktı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan 8 Şubat Pazartesi günü, "Çarşamba günü Millete Sesleniş konuşmamı özellikle izlemenizi tavsiye ediyorum. Bu görüntülü millete seslenişte inşallah sizlere birçok güzellikleri orada takdim edeceğim" diyerek rehinelerle ilgili ipucu vermişti.

PKK'ya yakın haber siteleri ise 11 Şubat Perşembe günü yayımladıkları haberlerle, rehinelerin operasyonlar sırasında zarar görmüş olabileceği belirtilmişti. Operasyonlar devam ederken, Belçika hatlı bir numaradan 13 rehinenin aileleri aranarak  ‘Bombalıyorlar çıkın deyin ki, Türk Silahlı Kuvvetleri burayı bombalamasın’. deniliyor. Anlaşılan o ki, PKK elinde tuttuğu 13 rehineyi 10 Şubat’ta katlediyor ve bu katliamı da devletin üstüne yıkmaya çalışıyor.

Genelkurmay Başkanı Yaşar Güler, Pazar günü yaptığı açıklamada "Mağaranın yapısı hava kuvvetlerinin görerek ateş etmesini kesinlikle ani bir alanda seçilmiş bir arazidir. Mutlak surette bu yere girmek için ilgili unsurlarımızın bizzat karadan girip oraya girmesi şarttı" diyerek kara operasyonun önemini vurgulamıştı. Güler, konuşmasında mağaranın krokisini de gösterdi.

10 Şubat günü GARA’da TSK’nın PKK’ya yönelik gerçekleştirdiği operasyonda, aralarında 11’i TSK mensubu olmak üzere 13 rehinenin kurtarılması da amaçlanıyor ancak acı bir şekilde cansız bedenlerine ulaşılıyordu.

PKK, 13 kişiyi çeşitli zamanlarda yol kesme eylemleriyle kaçırarak Türkiye’den kara yolu ile 600-700 km öteye ellerini kollarını sallaya sallaya götürmüşlerdi. Bu da sınır hattımızda da ciddi bir güvenlik zafiyetinin olduğunun göstergesidir.

Güvenlik güçleri ta en başından hem sınır hattından kuş uçurmayıp hem de operasyonu daha titiz yönetebilir ve 13 kişiyi sağ salim ailelerine kavuşturabilirdi.  

Bugüne kadar 13 kişinin aileleri çeşitli vesilelerle siyasi partilerle görüşerek evlatlarının geri getirilmesi konusunda yardım talep etti ancak hiçbir girişimleri başarılı olmadı. Belki de asıl gitmeleri gereken yer, Diyarbakır Anneleri’nin oturma eylemi düzenlediği HDP binasının önü olmalıydı. Bu sayede anneler güçlerini birleştirebilir ve devletin çeşitli zamanlarda ikna yolu ile evlatlarını PKK’nın elinden kurtararak ailelerine teslim ettiği gibi 13 kişiyi de ailelerine teslim edebilmesi için kamuoyu baskısı oluşturabilirlerdi.

13 kişinin teslim alınabilmesi için her türlü yol tükendi mi bilemiyorum ancak STK’lar öncülüğünde PKK ile diyaloğa girilebilir ve rehineler kurtarılabilirdi. Gel gelelim geçmişte bununla ilgili birçok örnek var elimizde ve yazının devamında bu konuya değineceğim.

Kaldı ki terör örgütleri ile rehine pazarlığına oturan tek ülke Türkiye olmayacaktı zira geçtiğimiz yıllarda birçok ülke, terör örgütleri ile bir şekilde diyaloğa girmiş ve rehineleri sağ salim teslim almıştı. Aklıma ilk gelen ise, 1 İsrail askerine karşılık bin Filistinlinin serbest bırakılması ile 30 Ocak 2004’te dört yıldır Hizbullah'ın elinde rehin tutulan bir iş adamı ve üç askerin cesedine karşılık 429 Arap mahkumu serbest bırakması gibi örnekler geliyor.

TÜRKİYE’NİN REHİNE KRONOLOJİSİ

Doksanlı yıllardan bu yana, PKK’nın rehin tuttuğu ve serbest bıraktığı dönemlere kısaca göz atalım:

10 EKİM 1992:

Van-Tatvan Karayolu'nun Şapur mevkiinde yolu kesen bir grup PKK'lı, 50 aracı durdurarak kimlik kontrolü yapar ve yolcular arasında bulunan biri astsubay, ikisi er ve biri imam olmak üzere 4 kişiyi kaçırdı. Askerler bir süre sonra PKK tarafından serbest bırakıldılar.

20 AĞUSTOS 1993

Batman- Kozluk yakınlarında akşam saatlerinde yol kesen PKK’lılar, Van'dan Mersin'e giden bir yolcu otobüsünü ve minibüsü durdurarak araçlarda bulanan 13 askeri kaçırır. Askerler daha sonra PKK tarafından serbest bırakılırlar.

ARALIK 1994

Hakkari-Uludere kırsalındaki çatışmada yaralanan İbrahim Yaylı isimli bir asker PKK tarafından kaçırılarak rehin alındı.

TEMMUZ 1996

PKK tarafından Ortaklar Karakolu'na baskın yapılarak 15 asker şehit edilir, sağ kalan 8 asker ise kaçırılarak rehin alındı. Dönemin başbakanı Necmettin Erbakan, Refah Partisi Van Milletvekili Fethullah Erbaş’ı görevlendirir ve dönemin İnsan Hakları Derneği (İHD) Genel Başkanı Akın Birdal kaçırılan askerleri teslim almak için 27 Ağustos 1996 tarihinde Irak'taki Zeli Kampı'na gittiler. 1994’te yaralı halde kaçırılan asker Yaylı ile birlikte diğer rehineler de PKK tarafından gelen heyete teslim edildiler.

Ancak Ankara DGM Başsavcılığı, Erbaş hakkında soruşturma başlatarak Erbaş ile Birdal gözaltına alındılar. Erbaş ve Birdal hakkında, 'PKK propagandası yaptıkları ve PKK'ya yardım ettikleri' iddiasıyla dava açıldı.

TEMMUZ 2005

Erzincan karayolunu kesen PKK, sivil kıyafetli er Coşkun Kırandi'yi kaçırarak rehin alır. Kırandi, 4 Ağustos 2005’te Güleç Köyü kırsalında bir sivil heyete teslim edildi. Sivil heyete PKK propagandasını yaptıkları iddiasıyla Malatya 3. Ağır Ceza Mahkemesi’nce dava açıldı.

EKİM 2005

Şırnak'ta yol kesen bir grup PKK'lı, polis memuru Hakan Açıl'ı kaçırarak rehin alındı. Açıl, 110 günün ardından 27 Ocak 2006'da İnsan Hakları Derneği (İHD) heyeti ile birlikte gelen babası Muammer Açıl'a teslim edildi.

Ekim 2007

Dağlıca’da 8 asker PKK tarafından kaçırıldı. Kaçırılan askerler 4 Kasım 2007 Pazar günü  Kuzey Irak’ta kameralar önüne geçerek PKK’lılarla tutanak imzalanarak teslim edildi. Bu görüntü, Kabine’de rahatsızlığa neden oldu. Dönemin Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin olaya ilişkin, “Öncelikle askerlerimizin, Türk Silahlı Kuvvetleri mensuplarının herhangi birinin ya da bir bölümünün bölücü terör örgütünün eline geçmiş olmasından Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak büyük üzüntü duyduğumu belirtmeliyim. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin hiçbir mensubu böyle bir duruma düşmemeliydi. Dolayısıyla kendilerinin kurtulmuş olmasından fazla bir sevinç duyamadığımı ifade etmek istiyorum” diyerek “keşke ölselerdi” şeklinde açıklamada bulunmuş, dönemin Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek ise, “Mutabakat zaptı da dahil o görüntüler, insani boyut gibi gözükse de suçüstü yakalanmışlardır” sözleriyle tepki verdi. O dönem başbakan olan Erdoğan, dönemin ABD başkanı Buhs ile görüşmeye hazırlanırken Şahin’in sözlerine yönelik basın üzerinden kendisine aktarılan bu bilgiye ilk önce inanmak istemez ancak kısa süre sonra Şahin’in bu sözleri sarf ettiği doğrulanır. Rehin alınan askerlerin teslim edilme şekli, teslim alan heyette DTP’li milletvekillerinin hazır kıta bulunması ve PKK’nın bunu bir propaganda şovuna dönüştürmesi Erdoğan’ı ziyadesiyle üzmüştür. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nin 82. kuruluş yıldönümü törenine gelişinde gazetecilerin, Şahin’e, “Sayın bakan kaçırıldıkları yönünde haberler vardı. Kaçırılmayıp, teslim mi oldular?” sorusuna karşılık, “Hayır. Böyle bir beyanda bulunamam. Bir Türk askerinin birkaç tane çapulcuyla birlikte gitmiş olduğu gibi bir izlenim beni rahatsız etti. O nedenle terör örgütünün propagandasına zemin hazırlandı. Bizim askerimiz, bizim Mehmetçiğimiz vatanı korurken gerektiğinde her an şehit olmayı göze alan bir askerdir. Dolayısıyla kendilerinin kurtulmuş olmasından fazla bir sevinç duyamadığımı ifade ettim..." açıklaması Erdoğan için bardağı taşıran son damla olmuştur.

***

Geçmişte, askerleri almaya giden heyetlere dava açıldığını görüyoruz. Oysa ki gayet insani bir müdahalede bulunularak askerlerin ailelerine sağ salim kavuşturulması sağlanmıştı.

PKK tarafından aralarında asker, polis ve MİT mensuplarının da bulunduğu 13 kişiyi katletmesi devlet tarafından ‘’siviller’’ olarak lanse ve kabul edildi. Benim merak ettiğim konu ise, devlet görevlisi olan bu 13 kişinin zaman içerisinde devlet ile olan iltisaklarının kesilmiş olması mı yoksa uluslararası kamuoyuna yönelik bir söylem mi bilemiyorum. Zira bu 13 kişiye şehitlik rütbesi verilmesi ve ailelerinin de şehit aileleri olarak kabul edilmeleri gerekiyordu.

2015’te Suudi Arabistan Kralı Abdullah bin Abdülaziz el Suud 90 yaşında ölmüş ve bu neden ülkemizde yas ilan edilmişti.

13 şehit için neden yas ilan edilmediği ise kamuoyunda en çok sorulan sorulardan ve yanıt alınamayan konulardan biri.

13 şehidimize Allah’tan rahmet, aileleri başta olmak üzere tüm Türkiye’ye başsağlığı dilerim. Umarım bu son olsun.