semra @ sivildusunce.com

Mahalleye ansızın baskın yapan askerler, ağır postallarıyla evlere girip bir şeyler arıyorlar. Yataktan kalkan çocuklar ne olup bittiğini anlamaya çalışırlarken, korku içerisinde annelerine sarılarak soruyorlar ‘’çi dibe yadê?’’ Babaları ise duvara yüzü dayanmış, elleri arkadan sıkıca tutulmuş bir şekilde sorguya çekiliyor ‘’nerede?’’ Askerler tüm evi arıyorlar… Annenin piltan kokulu çeyiz sandığını boşaltıp, ağır postallarıyla üstlerinden geçip üst üste dizilmiş yatakları deviriyorlar. Çocuklar tir tir titreyerek daha sıkı sarılıyorlar annelerine, korkudan bacak aralarından aşağı inen çişleriyle… Görünen o ki aradıkları gizli şey neyse bulmadan bırakmayacaklar…

Bir asker sobanın bacasına sokuyor elini ve ‘’buldum!’’ diye bağırıyor. Bizim gibi fakir bir ailenin sobanın bacasına sokacak kadar kıymetli neyi olabilir, diye düşünüyor çocuklar… Asker, birkaç poşete sıkıca sarılı halde çıkarıyor gizli şeyleri; siyah renkte birkaç Kürtçe kaset. Kürtlerin bahtı gibi simsiyah kasetler… Çocuk, sıkıca sarıldığı annesine soruyor ’’van qasetana yê bavo nîne?’’ Komutan avazı çıktığı kadar bağırıyor  ‘’yasağa uymazsın ve Kürtçe şarkı dinlersin ha, bindirin araca ’’çocuklarının ağlamaları eşliğinde araca bindirilip götürülüyor. Kim bilir nereye…  
Bu süreçle birlikte dağa çıkarak ‘özgür’ olacağını, Kürtleri özgürlüğe kavuşturacağını, Kürtçeyi rahat rahat konuşabileceğini umut eden gençler de hüsrana uğradılar. Zira dağda da Kürtçe konuşmak yasaktı. Sadece Türkçe konuşuluyordu ve zaten dağ yönetiminin başında olanlar da Kürt’ten başka herşeydi. (!)

O günlerde Kürtçe yasak ve gizli bir dil idi
Sadece devlet ve dağ nezdinde değil, aile içinde de Kürtçe konuşmak yasaklanmıştı. Anne ve babalar gizli bir konu olduğunda Kürtçe konuşurlardı ki çocuklar anlamasın. Çok az Kürtçe konuşurlardı ki çocukları Kürtçeyi öğrenmesin…
Bu süreç iki binli yıllara kadar böyle devam etti. Çocuklar hem devletin, hem PKK’nın hem de anne babaların istediği kıvama gelmişti; Kürtçeyi bilmiyorlardı ve sadece Türkçe konuşuyorlardı.

Ta ki iki binli yıllara kadar…
Hükümetin başındaki Erdoğan önemli bir konudan bahsediyordu; demokratik açılım, özgürlük, yasakların kalkması, dağdaki çocuklar da bizim evlatlarımızdır insinler siyaset yapsınlar, kardeşlik, çözüm süreci…diyordu. Kürt halkı devlet ağzından bu sözleri ilk kez duyuyordu. Kürtlerin evlerinde bayram havası esiyordu. Kulaktan kulağa, duadan duaya bu sözler yayıldı.

Kürtçe kurslar, Üniversitelerde bölümler açıldı. Sokaklarda, mahallelerde Kürtçe şarkılar yankılanıyordu. Kürtçe kitaplar yazıldı, devlet eliyle televizyon kanalı açıldı. Kürt analar kendi dillerinde film izleyebiliyordu artık. Bütün anaların dilinde, namazında Erdoğan’a dualar yükseliyordu…

Erdoğan, Kürtçeyi yasak ve gizli olmaktan çıkarmıştı; Kürtçe özgürdü
Bir gün Diyarbakır’da devlet ve Kürtler el ele tutuşarak kardeşliklerini kanıtladılar. Türkler ve Kürtler için önemli isim; Erdoğan, Barzani, Şivan. Bu görüntü bir milattı! Kürtçe, beyaz bir güvercin gibi kanatlanmıştı.

‘İç ve dış mihrak’ dediğimiz kardeşlik katilleri bugünden sonra ülkede hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını bildikleri için süreci sabote ettiler. Evlerin önünde ölüm kuyuları kazıldı. Kuyuya düşmemek için evlerini terk eden yerli muhacirlerin sayısı binleri aştı. PKK eliyle süreç katledildi… Polisler öldürüldü…Yıllardır tabut görmeyen evler, askerden gelen cenazelerle tekrar ağıt yaktı.

HDP-PKK çözüm sürecini katletti
Görünen oydu ki, PKK’nın tek başına süreci sabote etmesi ve mühimmat depolaması olanaksızdı. Herkesin ‘kimler?’ diyerek merak ettiği soruyu FETÖ doldurdu. Devletin içinde tıpkı kanser gibi yayılan FETÖ, PKK ile işbirliği yaparak Kürtlerin evlerini, otağını başlarına yıktı. HDP-PKK ülke genelinde terörün yayılması, Kürtlerin ayaklanması için elinden geleni yaptı. HDP siyaseten en zirvede olduğu, Meclis’te 80 milletvekili olduğu halde terör yanlısı açıklamalar yaparak PKK’yı desteklediğini açık açık ilan ediyordu. Demirtaş’ın Kobani’yi bahane ederek sokağa çağırdığı Kürtler kendileri gibi Kürt olan 50 kişiyi öldürdü. HDP eliyle Kürtler birbirlerini öldürmeye başladı. Kobane Kürtlerin de, Diyarbakır mutantların mıydı? HDP-PKK, Diyarbakır’a ve Kürtlere neden nefretle bakıyordu? HDP’li Kürt milletvekilleri  ötekileştirilerek söz hakları ve iradeleri ellerinden alınmıştı. HDP oluşumunun büyük bir kısmı Türk Solu’ndan oluştuğu için mi?..

HDP, ülkeyi kaosa sürüklemek için her yolu deniyordu. Onlarca sivili katleden canlı bombaların evlerine taziye ziyaretine gidiyor, tabutlarını omuzlarında taşıyordu. Demirtaş yurtdışına her çıktığında yeni bir talimatla dönerek kaos planlarını hayata geçirmeye çalışıyordu. Ancak planlamadığı bir gerçekle karşı karşıya idi; Kürtler ne duyuyor ne de görüyordu; tepkisiz kalmışlardı; Demirtaş’ın kaos çağrılarına hiçbir suretle cevap vermiyorlardı.
Mahkemenin ifadeye çağırdığı Demirtaş ifadeye gitmeyerek tutuklanmayı bekledi; tutuklandığında Kürtlerin ayaklanacağını sanıyordu. Hatta HDP-PKK o kadar ileri gitti ki, Diyarbakır Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü’nün yola sıfır mesafedeki binasında gözaltında tutulan HDP’li milletvekiller olduğu halde binanın önünde bombalı araçlarını patlatarak birkaç HDP’liyi öldürerek amaçlarına ulaşacaklarını sandılar. Patlamadan sonra HDP-PKK’nın planı yine suya düşmüş, Diyarbakır’daki Kürtler HDP binasına yürüyerek taşlamaya başlamıştı.

Kürt halkı otuz beş yıldır hayatlarını zindana çeviren, dillerini, dinlerini, kültürlerini yok etmeye çalışan PKK’dan yaka silkiyor. PKK silah bırakmayacağını bombalı eylemleriyle defaten kanıtladı. HDP-PKK siyaset yaparak Kürt halkının haklı taleplerini yerine getirebilecek yeterliliğe Meclis’te sahipken, şiddet ve terörü meşru kılmaya çalıştı. Kürtler de susarak ve sokaklarda HDP-PKK aleyhtarı yürüyüşler yaparak tepki gösteriyor. HDP-PKK, çözüm süreci devam ederken oluşan olumlu atmosferi yok ederek şiddeti seçti.

Şimdi Kürt çocukları annelerine sarılarak yine soruyorlar ‘’çi bibe yadê?’’

Selam ve selametle...