semra @ sivildusunce.com

NATO’ya üye ülkelerin Lahey’de gerçekleştirdikleri zirveden yansıyan görüntülerin arka planında, dünya sahnesini yeniden şekillendiren derin bir denklem vardı. ABD Başkanı Donald Trump’ın “Putin Ukrayna’dan fazlasını işgal edebilir” cümlesi, sadece Doğu Avrupa’ya değil, doğrudan Türkiye’nin de içinde olduğu geniş bir jeopolitik kuşağa gönderme niteliği taşıyordu.

Bir süredir sahnelenen bir oyun var: İran, İsrail’e saldırıyor, İsrail yanıt veriyor ve bu sırada ABD – şaşırmayın – hem hakem hem oyuncu rolünde. İran her saldırıda Amerika’yı bilgilendiriyor. Trump da İran’a açıkça “teşekkür” ediyor... İran 8 ay sonra öyle ya da böyle rejim değişikliğine gidecekti ancak anlaşılan o ki ABD, İsrail saldırısı ile bu süreyi öne çekmeyi planlıyor. 

Oysa bölgede bir damla petrolün, bir füzenin ya da bir açıklamanın bile neye hizmet ettiğini kestirmek kolay değil. Buna, danışıklı dövüş de diyebiliriz.

Zirvede Trump’ın savaş karşıtı mesajlar verdiği, lakin aynı cümlede İran’ın paraya ihtiyacı olduğunu söylemesi, “barışçıl lider” profilinden çok, perde arkasında başkalarının oyununu oynayan bir figür izlenimi yaratıyor. Hele ki “24 saatte Ukrayna işgalini bitiririm” dedikten sonra bunun “alaycı” olduğunu açıklaması, Trump’ın kendi sözlerinin bile ağırlığını taşımadığını gösteriyor.

Peki bu tiyatronun perde arkası ne?

Gerçek harita hangisi?
Yıllarca kamuoyunun önüne “Arz-ı Mevud” ve “Büyük Kürdistan” gibi kavramlar atıldı. Haritalar çizildi, tartışmalar yapıldı. Akademik alanda bu konulara dair incelemeler yapıldı... Ancak şimdi karşımızda çok daha gerçek, çok daha sistematik bir şey var: Büyük Ortadoğu Projesi (BOP)’un sessiz ama etkili bir güncellemesi. Bu yeni harita, sadece sınırları değil, zihinleri de yeniden çiziyor.

İsrail ile İran’ın çatışır gibi yapması, aslında bölgede hizaya girmeyen ülkeler için bir tür “gözdağı” niteliğinde. Ve herkes bu oyunun içinde kendine bir rol arıyor.

Türkiye bu denklemin neresinde?

Kanal İstanbul: Tehdit mi fırsat mı?
Trump’ın Rusya’ya yönelik “Ukrayna ile yetinmeyebilir” sözleri, Türkiye açısından yalnızca doğu sınırlarını değil, kuzey cephesini de hatırlatıyor ve hatta bu ifade bir tehdit de barındırıyor olabilir. Böyle bir senaryoda İstanbul Boğazı stratejik bir zafiyet noktası haline gelirken, ABD’nin yıllardır bastırdığı Kanal İstanbul projesi adeta bir “zorunluluk” haline dönüşebilir.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “F-35 için 1,4 milyar dolar ödedik” açıklaması ve Trump’ın bu konuda iyi niyetli olduğu vurgusu, savunma hattının Washington’la yeniden kurulabileceğinin sinyallerini veriyor.

Ama unutmayalım: Bugünün dostu, yarının rakibi olabilir. Orta Doğu’da “dostluklar” değil, çıkarlar kalıcıdır.

Trump gerçekten iktidarda mı?
Zirvede en çok dikkat çeken şeylerden biri de Trump’ın kontrolsüz açıklamalarıydı. O kadar ki, ABD’de bazı analizlerde “asıl güçlü isim Trump değil, ikinci adam JD Vance” yorumları yapılıyor. Eğer bu doğruysa, dünya sahnesinde kuklalar konuşuyor, kuklacılar perde arkasında plan yapıyor olabilir. Bu bakış açısı, Washington’daki güç mücadelelerinin Trump’ın söylemlerini yönlendiriyor olabileceği iddiasını gündeme taşıyor.

Satranç oyununda sıra kimde?
Bugün İran ve İsrail’in kavgasına bakanlar, iki düşmanın çarpışmasını görüyor olabilir. Oysa bu yalnızca bir “Acem Oyunu”: taraflar önceden anlaşmış, sahne kurulmuş, figüranlar seçilmiş. Biz sadece perdeyi izliyoruz.

Lahey’deki zirveden çıkan sonuç açık: Dünya yeniden kodlanıyor. Ve bu kodlamanın tam ortasında Türkiye, sadece izleyen değil, karar veren bir aktör olmalı. Çünkü bu oyunda piyon olanlar değil, satranç tahtasını doğru okuyanlar kazanır.

 

Selam ve selametle...