semra @ sivildusunce.com

Türkiye'de özellikle son 20 yılda aile oluşumunda olumsuz yönde değişimler yaşanıyor. Doğum oranlarının azalması, boşanmaların artması, cinsiyet değiştirme operasyonlarına devlet desteğinin sağlanması, hayat pahalılığı nedeniyle gençlerin evlilikten kaçınması ve eğitim-öğretim süresinin uzun olması, sosyal medya ağları ve televizyon dizilerindeki sadakatsizliği önceleyen yayınların artması, boşanmalarda erkeklere yüklenen nafaka zorunluluğu… gibi etkenler, aile kurumunu ve toplumsal dinamikleri derinden sarsıyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, 2025 yılını “Aile Yılı” ilan etti. Yukarıda saydığım sorunlara çare olması açısından bu ilan önemlidir lakin LGBT derneklerinin resmi statü kazanması, cinsiyet değiştirme ameliyatlarının devam etmesi, “yüzde 99’u Müslüman” olan ülkemizde dini nikahla evlenildiği halde İslam hukukunun geçerli olmaması ve aile hukuku ile boşanmaların İsviçre hukukuna göre uygulanıyor olması gibi birçok sorun karşımızda duruyor. Çekişmeli boşanmaların beş yılda anca neticeye kavuşması gibi sorunlar nedeniyle insanlar evlenmekten korkar hale geldi. 

Merhum Uğur Mumcu’nun ifadesiyle, “Türk vatandaşı İsviçre medeni kanununa göre evlenen, İtalyan ceza yasasına göre cezalandırılan, Alman ceza muhakemelerine göre yargılanan, Fransız idare hukukuna göre idare edilen ve sadece İslam hukukuna göre gömülen kişidir” gerçeği değişmedikçe, 85 milyonun tamamını kapsayan ve dillere pelesenk olmuş “yerli ve milli” bir sistem getirilmediği sürece var olan sorunlar katlanarak devam edecektir. Bunun yolu da ya yeni bir anayasa yapmak ya da yurtdışından ithal edilen yasaların lağvedilmesiyle gerçekleşebilir.

Nüfusun Azaltılması Projesi

Resmi Gazetede 10 Nisan 1965 tarihinde yayınlanarak yürürlüğe giren 557 sayılı Nüfus Planlaması Yasası, on yıllar boyunca devam etmiş ve devlet eliyle özellikle Doğu-Güneydoğu’da nüfusun artmaması için ciddi çalışmalar yapılmıştır; doğum kontrol hapları, kadınlara spiral takılması, özellikle televizyon programları ve dizi filmlerde çok çocuklu ailelerin rencide edilmesi ve toplumdan dışlanması gibi faktörler de doğum oranlarının azalmasında önemli bir etken oluşturmuştur.

Hatta "Dünya Nüfus Artışını Önleme" konusundaki çalışmalarından dolayı "Dünya Nüfus Planlaması Ödülü" Türkiye Aile Sağlığı ve Planlaması Vakfı (TAPAV) adına iş insanı Vehbi Koç'a 14 Haziran 1994 tarihinde Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Boutros Boutros Ghali tarafından Cenevre'de düzenlenen bir törenle ödül verilmiştir. Vehbi Koç, 70’li yılların başında ülkenin en büyük “sorunu” olarak nüfus artışını görmüş, Amerika’daki uluslararası kuruluşlar ile konuya ilişkin görüşmeler yapmış, 1984 yılında "Türkiye Aile Sağlığı ve Planlaması Vakfı"  kuruluşuna öncülük etmiştir.

1983 yılında 2827 sayılı Nüfus Planlaması Hakkında Kanun çıkarılarak “Bu Kanunun amacı, nüfus planlaması esaslarını, gebeliğin sona erdirilmesi ve sterilizasyon ameliyelerini, acil müdahale halleri ile gebeliği önleyici ilaç ve araçların temin, imal ve saptanmasına ilişkin hususları düzenlemektir.” olarak belirlenmiştir. Kanunda, “Nüfus planlamasıyla ilgili eğitim, öğretim ve uygulama hizmetleri: Nüfus planlaması zaruretinin halka duyurulması ve bu hususlarla ilgili eğitim, öğretim ve uygulama hizmetleri Cumhurbaşkanınca yürürlüğe konulacak yönetmelik esaslarına göre, Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığınca; üniversiteler, Türkiye Radyo - Televizyon Kurumu ile sosyal güvenlik kurumları, tüm kamu kurum ve kuruluşları, kamu kurumu niteliğindeki ilgili meslek kuruluşları ve gönüllü kuruluşlarla işbirliği yapılarak yerine getirilir.” denilerek, devamında “Gebeliğin sona erdirilmesi, İlaç ve araçların imal, reklam ve propagandasıyla ilgili hükümlere aykırı eylemler, Saptanmamış ilaç ve araçların kullanılması…” gibi maddelerle nüfus artışının önüne geçilmesi hedeflenmiştir.

1960’ta binde 28,5 ile görülen en yüksek nüfus artış hızı, 2023’te binde 1,1’e düşerek nüfusun neredeyse yok olmasına neden olunmuştur.

Avrupa’nın 150 yılda aştığı eşiği, Türkiye 60 yılda aşmış ve boşanmalarla birlikte nüfusun artmasını bizzat devlet engellemiştir.

Halen daha birçok (özellikle hükümete yakın televizyon kanallarında) gündüz kuşağı yayınlarında çocuk doğurulmaması gerektiği, çocuk doğurmanın belli izinlere tabi olması gerektiği gibi akıl almaz söylemlerle izleyici kitlesinin bilinçaltına yönelik söylemler devam etmektedir.

Doğum oranlarındaki düşüş, önümüzdeki yüz yılın nasıl şekilleneceği ve işgücünün karşılanabilmesi için yurtdışından göçmen talep edilmesi gerekliliğini ortaya çıkacaktır. Nüfus yapısındaki bu değişim, sosyal güvenlik sistemleri üzerinde baskı oluşturarak gelecekte ekonomik ve sosyal politikalar açısından da sorunlara neden olacaktır.

Doğum oranlarının düşmesinin nedenleri arasında kentleşme, kadınların iş hayatına daha fazla katılması, eğitim süresinin uzamasıyla birlikte iş hayatına atılmanın gecikmesi gibi gerekçelerle boşanmalar artarken evlilik ve doğum oranlarında da düşüşler yaşanmaktadır.

Yıllar yılı "Ev hanımı" olmak bile aşağılandı, hor görüldü. Modern çağın handikapı budur işte; kadınları benzincide pompacı olmaya heveslendiren emperyalist Kapitalizm, kadınların "evinin hanımı" olma vasfını elinden alarak çocuk doğurmasına da engel olur. Ya da çocuğu olursa buna uygun çokça kreş yapar ki ana-çocuk bağı zayıflasın, merhametten, sevgiden ve şefkatten uzak bir nesil yetiştirilmiş olsun.

Evlerde çocukların yerini köpekler aldı. Çocukların kahkahası yerini köpeklerin havlamasına bıraktı. 

Boşanmaların Artması

Türkiye'de aile yapısında son yıllarda çeşitli sosyoekonomik ve kültürel dinamikler açısından önemli değişimler yaşanmaktadır. Doğum oranının düşmesi, kadınların ısrarla çalışma hayatına sürüklenmesi, boşanmaların artması, gençlerin evlilikten kaçınması ve eğitim süresinin uzun olması... gibi faktörler, aile kurumunun bozulmasına neden olmaktadır. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verileri ve güncel araştırmalarla ortaya çıkan sonuçlar hiç de iç açıcı değil. 

TÜİK'in 2024 yılı sıralamasına göre, evlenen çiftlerin sayısı 568.395, boşanan çiftlerin sayısı ise 187.343 olarak belirlendi. Boşanmaların %33,7'si evliliğinin ilk 5 yılında gerçekleşmektedir. Boşanma oranlarındaki artışın nedenleri arasında ekonomik bölgeler, iletişim sorunları, evlilikten beklentilerin farklılaşması gibi değişimler bulunmaktadır. Özellikle büyük şehirlerde yaşanan stres ve yoğun çalışma temposu, çiftler arasında olumsuzluklara neden olmaktadır; kavgalar, psikolojik ve fiziksel şiddet, alkol ve madde bağımlılığı gibi sorunların artmasıyla birlikte boşanmalar kaçınılmaz oluyor.  Bu noktada boşanmalarda hakem kurulu (eski uyulama ile kadılık makamı) kurularak aile birliğinin önündeki engeller kaldırılmalı ve evlilik birliğinin devamı sağlanmalıdır. Tüm bunlara rağmen boşanma kaçınılmaz ise yapacak bir şey yok tabii. Bu noktada da erkeğin nafakaya bağlanması, zorunlu nafakanın ödenmemesi halinde hapis cezası ile neticelenmesine kadar giden süreç toplumsal yıkıma neden olmaktadır. İslam dininde  çocuğa, baba bakmak zorundadır. Ancak kadına kısa bir süre dışında ömür boyu nafaka ödenmesi gibi bir zorunluluk yoktur. 

Türkiye’de 5 milyon kişi tek başına yaşıyor… Bu da 5 milyon ev, beyaz eşya, mobilya, mutfak giderleri ve fatura demektir. Yani Kapitalizm kazanırken, aileler kaybediyor.

Ayrıca, modern yaşamın getirdiği bireyselleşme özellikleri ve evlilik kurumuna ilişkin algılar da gençlerin evlilikten kaçınmasında etkili olmaktadır.

Cinsiyet Değişimi Ameliyatları

Türkiye'de cinsiyet değiştirme işlemleri, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 40. maddesi kapsamında düzenlenmiştir. Bu maddeye göre, cinsiyet değişikliği talebinde bulunan belirli şartların sağlanması ve mahkeme kararının alınması gerekmektedir. Cinsiyet değiştiren operasyonlarının maliyeti yüksek olup, bu temelde Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) aracılığıyla destek sağlamakta, trans sağlanacağı sağlık hizmetlerine erişimi kolaylaştırmaktadır. Ancak bu destek, belirli tıbbi ve hukuki süreçlerin özelliklerine bağlıdır. Bu ameliyatlar geriye dönüşü imkânsız kılmakla kalmayıp, ebeveyn olmak gibi Allah’ın lütfettiği büyük bir nimetten de mahrum bırakmaktadır. Gel gelelim cinsiyet değiştiren özellikle sosyal medya fenomenlerinin çocuklara ve gençlere kötü örnek olmaları da aileleri zedeleyen önemli faktörlerden biridir.

Batı emperyalizminin ülkemize dayattığı feminizm ve cinsiyet eşitliği adı altında cinsiyetsizleştirme uygulamalarıyla toplumda ciddi kırılmalar yaşanmaktadır.

Son minvalde, geriye baktığımızda hiçbir şeyi değiştiremeyiz lakin geçmişten ders alarak geleceğe yön verebiliriz. Nüfusun azaltılması için topluma dayatılan kanunlar, yurtdışından getirilen yasalar, devlet güvencesine alınan LGBT dernekleri, gündüz kuşağı programlarında boşanmayı teşvik eden ve çocuk sahibi olmamanın salık verilmesi gibi toplumu derinden zedeleyen uygulamalar ortadan kaldırılmadığı sürece tek başına Aile Yılı ilan edilmesinin hiçbir manası kalmayacaktır.

Selam ve selametle...

 

Kaynakça: https://www.vehbikoc.com.tr/tr-tr/dunyayla-yasamak/dunyayla7.htm

https://mevzuat.gov.tr/mevzuat?MevzuatNo=2827&MevzuatTur=1&MevzuatTertip=5,