Türkiyenin tarihinden ve mazisinden bihaber olan muhalefet partileri, başkanlık sisteminin yakın zamanda gündeme getirilmiş bir siyasi düşünce, bir diktatorya olduğunu düşünmekle ne kadar da aciz olduklarını bir kez daha kanıtlamış oldular.
Üstelik bu kadar da değil, başkanlık sistemini Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğanın gündeme getirdiğini ve kendi diktatörlüğünü oluşturmaya çalıştığını düşünerek ne kadar sığ ve mesnetsiz bir tavır ortaya koyduklarını, siyaset üretmekten yoksun oldukları kadar halkın ve ülkenin talep ve beklentilerinden ne denli kopuk olduklarını kendi dilleriyle kanıtlamış oluyorlar.
Başkalık Sistemi Konuşmaları Ne Zaman Başladı?Başkanlık sistemine geçiş konuşmaları geçmişe, 1982 Anayasasına dayanıyor. Şöyle ki: 1982 Anayasası Cumhurbaşkanına geniş yetkiler veriyordu. Zamanın Başbakanı merhum Turgut Özal tarafından gündeme getirilen, gerekçe olarak da Cumhurbaşkanına Anayasada verilen geniş yetkilerin etkin bir şekilde kullanılmasının ancak halk oylamasına gidilerek gerçekleştirilebileceği düşüncesine dayanıyordu. Cumhurbaşkanı olduğunda da bu düşüncesini yineleyen merhum Turgut Özalın ardından 1994te zamanın Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel de bu savı savundu. Fakat Demirel, başkanlık sistemini tam manasıyla bir diktatörlük merkezi haline getirerek; Cumhurbaşkanının, hükümetin yaşadığı ekonomik krizle başa çıkmak için gerektiğinde el koymaya haiz olmasını, parlamentoyu fesih yetkisinin olmasını ve bunun da ancak halk oylamasına gidilerek gerçekleştirebilmenin mümkün olduğunu söylüyordu.
1997 ila 1998 yıllarında söylemlerini daha da ileriye götürerek; gerektiğinde hükümete müdahale etmek ve günün şartlarına göre gerekli değişimlere ayak uydurabilmek adına Cumhurbaşkanının, gerektiğinde hükümeti fesih ederek yeniden kurması gerektiğini tekrar gündeme getirdi. Söz konusu tarihlere bakacak olursak, 28 Şubat postmodern darbeyi gerçekleştirenlerin daha da ileriye giderek ülkeyi daha da kaotik bir ortama sürükleme niyetlerini açık ve net görebiliriz. Refahyol Hükümetini yıkarak toplumsal ve ekonomik travmayı bin yıl sürdürebileceğini düşünen vesayetçi zihniyetin tezahürleri, bugün demokratik bir şekilde halk referandumu ile seçilen Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğanın başkanlık talebini diktatörlük olarak addediyorlar. Üstelik buna halkımıza da inandırmaya çalışıyorlar.
Şurası bir gerçek; 2002 genel seçimlerinde halkın büyük teveccühünü kazanarak tek başına iktidar koltuğuna oturan AK Parti, ekonomik olarak Türkiyeyi bataklığa sürüklemiş olan geçmiş hükümetlerin bütün sıkıntılarını üstlenerek Türk Lirasından altı sıfırı kaldırmış olduğu, istikrar ve güveni sağladığı halde yarı başkanlık ve/veya tam başkanlık statüsüne rahatlıkla geçebilirdi. Türkiyedeki demokrasiden, halkın arz ve taleplerinden kopuk olan vesayet sistemini sona erdirmek maksadıyla dönemin Başbakanı Tayyip Erdoğan 2003te başkanlık sistemine geçisin ne denli gerekli ve önemli olduğunu açıkladı. Zira 1982 Anayasası, Cumhurbaşkanına geniş yetkiler vererek aslında başkanlık sistemini tasvir ediyordu.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Türkiyede uygulanacak başkanlık sisteminin Türkiyenin geçmişine ışık tutacak bir şekilde özüne uygun bir model olarak uygulanabileceğini savunuyor ki toplumsal yapımız münasebeti ile de bu model kesinlikle olması gerekendir. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğanın, Türkiyeyi başkanlık sistemine geçişini sağlaması ilelebet kendisinin başkan olacağı anlamına gelmiyor. Sığ düşünen ve günlük siyaseti dahi başaramayan muhalefet partilerinin ne denli cahil ve Türkiyenin beklentilerinden kopuk yaşadıkları gayet açık bir şekilde görülüyor. Türkiyenin geçeceği başkanlık sisteminin devamlılığı ve mutlaka gerçekleştirilmesi gereken bir sistem olduğu gerçeğine binaen gelecekte muhalefet partilerinden herhangi birinin liderinin de o koltuğa oturması olasılıklar arasındadır. Lakin muhalefet partilerinin başkanları kendilerine olan özgüven eksikliği ve halkın, onları, bu makama layık görmeyeceklerinden o kadar eminler ki başkanlık koltuğuna biz oturmayacaksak kimse de oturmasın şeklinde düşünmektedirler. Çünkü muhalefet parti liderlerinin tamamı, halka hizmet vermekten çok uzakta, kendi sığ siyasetleri gereği başkanlık sistemini sadece koltuk olarak görüyorlar.
Türkiyenin geleceği için 2015 genel seçimleri büyük önem arz ediyor zira her açıdan önemli bir dönüm noktası olacak. Çözüm süreci, toplumsal ve barışçıl bir anayasa, başkanlık sistemi vd gibi birçok elzem beklenti çözülmeyi bekliyor. 1982 Anayasası; askeri vesayet altında yazılan, toplumsal talepleri karşılamadığı gibi, vesayetçi oligarşiyi temsil ediyor.
Günümüz Türkiyesine yeni ve kapsayıcı bir anayasa ile Başkan Recep Tayyip Erdoğan yakışıyor.
Üstelik bu kadar da değil, başkanlık sistemini Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğanın gündeme getirdiğini ve kendi diktatörlüğünü oluşturmaya çalıştığını düşünerek ne kadar sığ ve mesnetsiz bir tavır ortaya koyduklarını, siyaset üretmekten yoksun oldukları kadar halkın ve ülkenin talep ve beklentilerinden ne denli kopuk olduklarını kendi dilleriyle kanıtlamış oluyorlar.
Başkalık Sistemi Konuşmaları Ne Zaman Başladı?Başkanlık sistemine geçiş konuşmaları geçmişe, 1982 Anayasasına dayanıyor. Şöyle ki: 1982 Anayasası Cumhurbaşkanına geniş yetkiler veriyordu. Zamanın Başbakanı merhum Turgut Özal tarafından gündeme getirilen, gerekçe olarak da Cumhurbaşkanına Anayasada verilen geniş yetkilerin etkin bir şekilde kullanılmasının ancak halk oylamasına gidilerek gerçekleştirilebileceği düşüncesine dayanıyordu. Cumhurbaşkanı olduğunda da bu düşüncesini yineleyen merhum Turgut Özalın ardından 1994te zamanın Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel de bu savı savundu. Fakat Demirel, başkanlık sistemini tam manasıyla bir diktatörlük merkezi haline getirerek; Cumhurbaşkanının, hükümetin yaşadığı ekonomik krizle başa çıkmak için gerektiğinde el koymaya haiz olmasını, parlamentoyu fesih yetkisinin olmasını ve bunun da ancak halk oylamasına gidilerek gerçekleştirebilmenin mümkün olduğunu söylüyordu.
1997 ila 1998 yıllarında söylemlerini daha da ileriye götürerek; gerektiğinde hükümete müdahale etmek ve günün şartlarına göre gerekli değişimlere ayak uydurabilmek adına Cumhurbaşkanının, gerektiğinde hükümeti fesih ederek yeniden kurması gerektiğini tekrar gündeme getirdi. Söz konusu tarihlere bakacak olursak, 28 Şubat postmodern darbeyi gerçekleştirenlerin daha da ileriye giderek ülkeyi daha da kaotik bir ortama sürükleme niyetlerini açık ve net görebiliriz. Refahyol Hükümetini yıkarak toplumsal ve ekonomik travmayı bin yıl sürdürebileceğini düşünen vesayetçi zihniyetin tezahürleri, bugün demokratik bir şekilde halk referandumu ile seçilen Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğanın başkanlık talebini diktatörlük olarak addediyorlar. Üstelik buna halkımıza da inandırmaya çalışıyorlar.
Şurası bir gerçek; 2002 genel seçimlerinde halkın büyük teveccühünü kazanarak tek başına iktidar koltuğuna oturan AK Parti, ekonomik olarak Türkiyeyi bataklığa sürüklemiş olan geçmiş hükümetlerin bütün sıkıntılarını üstlenerek Türk Lirasından altı sıfırı kaldırmış olduğu, istikrar ve güveni sağladığı halde yarı başkanlık ve/veya tam başkanlık statüsüne rahatlıkla geçebilirdi. Türkiyedeki demokrasiden, halkın arz ve taleplerinden kopuk olan vesayet sistemini sona erdirmek maksadıyla dönemin Başbakanı Tayyip Erdoğan 2003te başkanlık sistemine geçisin ne denli gerekli ve önemli olduğunu açıkladı. Zira 1982 Anayasası, Cumhurbaşkanına geniş yetkiler vererek aslında başkanlık sistemini tasvir ediyordu.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Türkiyede uygulanacak başkanlık sisteminin Türkiyenin geçmişine ışık tutacak bir şekilde özüne uygun bir model olarak uygulanabileceğini savunuyor ki toplumsal yapımız münasebeti ile de bu model kesinlikle olması gerekendir. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğanın, Türkiyeyi başkanlık sistemine geçişini sağlaması ilelebet kendisinin başkan olacağı anlamına gelmiyor. Sığ düşünen ve günlük siyaseti dahi başaramayan muhalefet partilerinin ne denli cahil ve Türkiyenin beklentilerinden kopuk yaşadıkları gayet açık bir şekilde görülüyor. Türkiyenin geçeceği başkanlık sisteminin devamlılığı ve mutlaka gerçekleştirilmesi gereken bir sistem olduğu gerçeğine binaen gelecekte muhalefet partilerinden herhangi birinin liderinin de o koltuğa oturması olasılıklar arasındadır. Lakin muhalefet partilerinin başkanları kendilerine olan özgüven eksikliği ve halkın, onları, bu makama layık görmeyeceklerinden o kadar eminler ki başkanlık koltuğuna biz oturmayacaksak kimse de oturmasın şeklinde düşünmektedirler. Çünkü muhalefet parti liderlerinin tamamı, halka hizmet vermekten çok uzakta, kendi sığ siyasetleri gereği başkanlık sistemini sadece koltuk olarak görüyorlar.
Türkiyenin geleceği için 2015 genel seçimleri büyük önem arz ediyor zira her açıdan önemli bir dönüm noktası olacak. Çözüm süreci, toplumsal ve barışçıl bir anayasa, başkanlık sistemi vd gibi birçok elzem beklenti çözülmeyi bekliyor. 1982 Anayasası; askeri vesayet altında yazılan, toplumsal talepleri karşılamadığı gibi, vesayetçi oligarşiyi temsil ediyor.
Günümüz Türkiyesine yeni ve kapsayıcı bir anayasa ile Başkan Recep Tayyip Erdoğan yakışıyor.