Osmanlı-Rus ilişkileri, 18.yüzyılın sonlarına doğru bozulmaya başlar. İmparatorluğun zayıflama dönemidir ve bu Rusya'nın da iştahını kabartır. Rusya'nın yayılmacılığından kaygı duyan Çerkesler, savaşta Osmanlı'dan taraf olurlar. Ancak, Rusların, Osmanlı'yı yenmesiyle, artık Çerkesler için acı günler başlamıştır.
Çerkes adı ağırlıklı olarak Adigeleri temsil etse de, Kafkas halkının bir üst kimliğiydi. Rusya'nın Çerkesya dediği bölge, yayılmacılığının önünde önemli bir engeldi. Çerkeslerin, Türklere yakınlığından rahatsız olan Ruslar, bir etnik temizlik başlatır.
Kafkas halklarını ayrıştırıp farklı yerlere sürerek, birlik olmalarını engellerler. Ancak bunda, aralarında birlik sağlayamayan Çerkeslerin de payı vardır. Özellikle İmam Şamil'in birlik çabaları da maalesef, başarısızlıkla sonuçlanır.
Tam 152 yıl önce; karar verir yine kendini dünyanın sahibi sanan zalimler ve sürerler insanları anayurtlarından…
21 Mayıs 1864, Çerkeslerin kara günüdür.
….
1856 yılında Kırım Savaşı'nda yenilen Rusya özellikle Çerkes bölgesinin önemini anlamıştı. Burası hem Batı'ya hem de Osmanlı'ya açılan bir kapıydı ve burayı ele geçirmek istiyordu.
Bunun için önce Çerkes halkını Rusya'nın çeşitli bölgelerine dağıtmayı planlarken bunun Rusya'da yaşayan diğer Müslümanların tepkisini çekeceğini düşünerek, Osmanlı Devleti'ne sürmeye karar verir.
Rus Çarının onayıyla 1860'dan itibaren bu artık bir devlet politikası olur ve sürgün başlar.
Rus askerleri, bölgeyi kuşatarak insanları göçe zorlar. Köylerine baskınlar yapıp, ateşe verip on binlerce insanı öldürürler.
Bir ay içinde Kafkasya'yı terk etmeyen halkın savaş esiri olarak muamele göreceği ve Rusya'nın çeşitli yerlerine dağıtılacağı söylenir.
Yaşlı, kadın çocuk demeden zorluk ve acılarla dolu sürgüne yolculuk başlar.
Tren vagonlarına doldurulan insanların temel ihtiyaçlarının dahi giderilmesine izin verilmez.
Liman kentlerine varıncaya kadar, ağır ve bulaşıcı hastalıklar yayılır. Gemiye bindirilen insanların bir bölümü de yolda ölür.
Çok fazla yolcu alınır, hasta olduğunu fark ettikleri insanları acımadan denize atarlar. Korkunç acıların yaşandığı can pazarıdır artık bölge.
Resmi rakamların 500 bin civarında dediği bu sürgün, kimi kaynaklara göre 2 milyonu bulmaktadır.
Sağ salim kurtulan Çerkesler, Trakya, Anadolu, Balkanlar, Irak, Suriye ve Ürdün bölgelerine yerleşirler.
Bulundukları yerlerde kendi kültür ve dilini korumak için mücadele eden Çerkesler, anayurtlarına duydukları özlemi ve yaşanan acıları her yıl 21 Mayıs tarihinde çeşitli etkinliklerle paylaşırlar.
Kendi televizyon ve radyoları, anadilde eğitim, yeni bir Anayasa taleplerinin yanı sıra, zorla çıkarıldıkları anayurtlarına dönüş imkânı için Türkiye ile Rusya arasında çifte vatandaşlık gibi bir takım anlaşmaların yapılmasıyla ilgili taleplerini de dile getirirler.
Yaşananların sürgün değil bir soykırım olduğunu söyleyen ve tüm dünyanın bunu tanıması için çeşitli aktivitelerde bulunan Çerkeslerin çabası sonucunda ilk tanıyan ülke 2011 yılında Gürcistan oldu…
Böylece; tarihin en büyük kitlesel sürgünlerinden biri olarak, uluslararası gündeme de taşınmış oldu.
1864 yılındaki Çerkes Sürgününden 65 yıl sonra, 1929 baharında Çerkesya'ya bilimsel çalışma üzerine giden Gürcü tarihçi Simon Canaşia'ya Şapsığların bölgesi Cubga'da karşılaştığı 91 yaşında bir ihtiyar o günleri şöyle anlatmıştır:
“Deniz kenarında yedi yıl boyunca atılmış insan kemikleri vardı. Kargalar erkek sakallarından ve kadın saçlarından yuvalarını kurarlardı. Deniz yedi yıl boyunca karpuz gibi insan kafataslarını atıyordu. Benim orada gördüklerimi düşmanımın bile görmesini istemem.”
Evet; insan şok oluyor ve ne diyeceğini bilemiyor, hiç kimse bir daha böyle acılar yaşamasın diye dilemekten başka..
Ne yazık ki; insanlık tarihi, çeşitli devletlerin sürgün ve katliam hikâyeleriyle dolu.
Hep bir gerekçe buldular ve tarihi kanla yazdılar.
Dersiniz ki; dünyanın dörtte üçü su değil kan adeta…
Çerkeslerin tüm haklı taleplerinin karşılık bulması umuduyla; hayatını kaybedenleri de saygı ve rahmetle anıyoruz…
guldalicoskun@hotmail.com