“Bize bu acıyı yaşatanların birazcık vicdanı varsa, yüreklerinde birazcık sevgi varsa, oğlumu bana getirirler. Ölü ya da sağ ama versinler oğlumu. Gece gündüz aynı şeyi düşünüyorum. (…) Neler yaptılar oğluma, hangi acıları yaşattılar ona?' diye düşünüyorum” diyordu; kayboluşunun 128. Gününde Hurşit Külter'in annesi Kerime Külter.
Gözaltına alındıktan sonra kaybolduğu iddia edilen 32 yaşındaki H.Külter, Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) Şırnak İl Yöneticilerindendi. Mayıs ayında devletin yaptığı operasyonlarda, evlerin boşaltılmasına karşı çıkar, tüm aile ayrılırken Hurşit evde kalmayı tercih eder. Ara sıra ailesiyle telefonla görüşür. En son 27 Mayıs'da ailesine "Geldiler, hakkınızı helal edin" şeklinde bir mesaj yazar. Bundan kısa bir süre sonra; özel harekatçılara ait olduğu düşünülen BÖF – @Tweet_Guneydogu adlı Twitter hesabından, Külter'in infaz edildiği imasıyla, ailesine attığı mesajın fotoğrafının paylaşıldığı ve sonra da hesabın kapatıldığı iddia edilir.
Aile, emniyete başvurduğunda, bu isimde birinin tutuklanmadığı söylense de ikna olmaz ve valiliğe, İçişleri Bakanlığına ve BM İnsan Hakları Komisyonu'na kadar konuyu taşırlar. Hatta ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü John Kirby, bu konuda araştırma yapılacağını belirtir.
HDP'li vekiller de, Twitter'deki paylaşımı, delil kabul ederek, Meclise, açıklama yapılması için soru önergesi verir. CHP'li iki vekil de Mecliste konuyu gündeme getirir. Bölgedeki İHD Avukatlarını da emniyet ve valilikten yapılan açıklamalar tatmin etmez. Çünkü; şimdi nerede ve kim olduğunu merak ettiğim “tanıklar” vardır, Külter'in tutuklanıp, emniyete götürüldüğüne dair.
Sosyal medyada Külter için, müthiş bir kampanya başlar. “Katil devlet” ve o günün sıkça kullanılan, “Devlet, 90'lı yıllara geri döndü”argümanı ve geçmiş yıllardaki faili meçhullere yapılan vurgularla, Kürt halkının, özellikle gençlerin provake edilmesi için, sinir uçlarıyla oynarlar.
Bu olayın, bir tiyatro olduğundan yüzde 90 emin olduğumu, tepki gösteren birçok Kürt kardeşime söyledim. Ancak ne var ki, PKK'ya mesafeli olan ve hatta tüm oyunlarını çok iyi bilen Kürtlerin bile sosyal medyada bu durumu ajite etmeleri gözden kaçmıyordu.
Telefonlar sayesinde herkesin bir kameraman olduğu bölgede, bir ilin meclis üyesi yok oluyor ve kimse görmüyordu! Bölgedeki siyasi bilinci ve temkinli olmayı hesapladığımızda, bu olayın fark edilmiş olmaması ise hiç inandırıcı değildi. Bununla beraber, devlet içinde bir takım karanlık insanların varlığından da endişe etmedim değil. Ancak, ortadan yok olması yerine, “çatışmada öldürüldü” gibi bir izah, bu karanlık kişiler için de daha basit bir yoldu.
Hiç kimsenin, bir anneyi bu denli üzmeye hakkı yoktur. Yalan temel üzerine inşa edilen binalar da er ya da geç çöker. Bu kâbus yapı, bölgede işlediği cinayetlerin çoğunu da devlete yıkmıştır. Bana en korkunç geleni, yaşı 18'den küçük bir çocuğu diri diri yakıp, örgüte karşı gelmenin cezasını elemanlarına göstermek isterken, kamuoyuna da devleti protesto için çocuğun kendisini yaktığını söylemeleriydi.
1990-1994 yılları arasında devletin bölgede işlediği cinayetler, gözaltına alınıp da geri dönmeyen sayısız insanın varlığı, halkın asla unutamayacağı yaralar açmıştır. Bazı kayıpların, yıllar sonra kemiklerinin bulunması, yürekleri parçalayan acıların izini silmek ve güven kazanmak, devlet için oldukça zor görülüyor. En ufak bir kayıp-kaza ve infaz durumunda, ilk akla gelen hâla devlet oluyorsa, bunun için yetkililerin öncelikli görevi, o yaraları saracak şefkat elinin uzatılmasıdır. Evet, bir çözüm süreci denendi ancak başarısızlıkla sonuçlandı. Fakat o kısa dönemde Kürt Halkı, aslında çözümden yana olduğunu; kendileri olarak ve kendileri kalarak yaşamak istediklerini anlatmayı başardılar. Bu da zannımca, Devlet tarafından okundu. Fakat PKK, Suriye'de “mafya kantonu” uğruna, buradaki halkın umutlarını heba etti.
Oysa muhatap, halkın kendisiydi. Bu ideolojileri batasıcaları, elbette en azından silahların susması için muhatap almak zorunluydu. Fakat; mafyalaşmış bu çetenin aslında Kürt halkı umurunda değildi. Amacı sadece savaşacak eleman bulmak için, devletin bıraktığı kötü geçmişi sürekli ajite ederek, kırk yıldır alışık olduğu çarkı döndürmekti. PKK, aynı zamanda bir rant demekti, hem bölgede hem de devlet içindeki karanlık dehlizlerde. Bu yüzden, siyaseti değil silahı seçti.
Hurşit Külter'e gelince... Kayboluşunun 133. günü Kerkük'te ortaya çıkıp basına açıklama yaptı. İfadesine göre; 13 gün, bir bodrumda polisler ona işkence etmiş, fırsat bulunca birilerinin yardımıyla kaçmış. Tıpkı yukarıda merak ettiğim o tanıklar gibi, Külter'i, Kerkük'e kadar kaçırabilen şahıslar, o acılı anneye haber vermeyi akıl edememişler mi! Her kimse onlar!
Külter, işin aslını yıllar sonra anlatacaktır, tıpkı Devlet ile PKK arasında sıkışmışlığın sancısını yıllarca yaşayan birçok yoksul Kürt genci gibi.
Artık gerçekler, çabuk çıkıyor ortaya. Kimse bana gerçeği, HDP'nin bilmediğini söylemesin. Zira; komiklik yapılacak bir konu değil, bir ananın ağlaması…