guldalicoskun @ hotmail.com

Çemberin bir noktasından çıkarsanız yola, dönüp dolaşıp geleceğiniz yer yine aynı yerdir.

Ve hep de çemberin bir noktasından çıkıyoruz yola; çembere alınmışlığın mutlak kısır döngüsü de bu değil mi zaten.

Yine de başka bir coğrafyada uyanmak yerine bu çemberi kırmaktan yana meylim; çarpa çarpa çeperlere hasar alsa da yüreğim, yorgun düşse de bedenim, yıkamazsınız dağ gibi azmimi.

Pes etmek yok işe koyulmak lazım. Her birimiz tutmalıyız bir ucundan Arap saçı meselelerin.

Hangi birinden başlamalı diye sormuyorum bile, “bir” meselesi var bu ülkenin; tüm problemlerin verimli toprağı gibi, fidan fidan, dal dal ,ve boy boy  filiz veriyor hiç durmadan türlü meselelere.

Tabii ki, elbette, maalesef ve evet; Kürt meselesi.

Bazen detaylarda boğulduk, bütünden koptuk; bazen de bütüne baktık insanı unuttuk.

Seksen-doksan yıl öncesine hatta daha da öncesine dönüp temcit pilavı misalı tekrarlara niyetim yok.

Son otuz yıl, bu çağa uymayacak kadar can acıtıcıydı zaten. Hiç olmazsa buradan başlayıp, gelinen noktadaki kazanç ve kayıpları ortaya koymakta yarar var.

Ancak altmış bine yakın can kaybından söz edilirken, karşısına hangi kazancı koysam denk düşerdi bilemedim. Ne talep edilenler ne yapılanlar asla bir canın bedeli olamazdı, olmamalıydı ve olmamalı.

Mutlu olmaksa hayatın amacı, bunun yolu kendin olmaktan geçer.  Sen, “şusun-busun, dilin bu, kimliğin bu, sen bilemezsin bunu ben belirlerim” denilen bir ortamda mutluluk mümkün müdür.

Mutsuz insan, hırçın ve saldırgandır. Hele bir de istemiyorsa çizilen sınırları, ölüm gibidir yaşamak.

Bu ruh halindeki insanlar, sıkışmışlık ve çaresizlik içinde tek çözümün şiddet olduğunu, karşı tarafı ancak böyle ikna edebileceklerini düşünürken, zamanın değiştiğini, artık dünyanın eski dünya olmadığını, aslında tüm ırk ve dinlerin üstünde olan ekonomik bir sistemin (birçok olumsuz yanlarına rağmen) statükocu yönetimleri bazı şeylere zorladığını fark edemeyebilirler mi!

Sokakta bulduğunuz yaralı bir kediciğe, yardım etmek için bile el uzattığınızda ilk reflexi sizi tırmalayacak gibidir. Acı işte böyledir, güveni imkansız kılar.

Bu yüzden kullanılan üslup, acı çeken insanların üzerinde şefkat etkisi yaratmıyorsa, beyhudedir tüm çabalar.

Meselenin çözümünde şiddetten yana olanlara inat, homojen olmamasına rağmen Kürtlerin talebi, ortak dile saygı ve güveni eklemleyip, korkulara yenik düşmemek gerekir.

En temel korku bölünme korkusu ve aslında yapılan/yapılamayan her şeyin belirleyicisi de bu korku.

Oysa daha çocukken öğrenmedik mi, üstüne gidilince küçüldüğünü korkularımızın…

Kaldı ki, ayrı bir devlet olmak isteyenlerin oranı oldukça düşükken, bu korkunun olması gereken bir çok şeyi engellemesi, biraz da korkulanın başa gelmesini hızlandırmaz mı!

 

Kim ne istiyor?

Bir grup Kürt, birleşik Kürdistan’ı savunuyor.

Bir grup; Federasyonu, bir grup,  Demokratik Özerklik, bir grup da eşit hak ve özgürlüklerin sağlanması ile mevcut durumun korunmasından yana.

Tüm bunların özgürce konuşulabileceği bir ortamı yaratmak, bir takım yasalarla güvence altına almak ve hatta bunları savunan parti ve oluşumlara saygı ile yaklaşıp, sunulacak seçenekleri dinlemek ne devlete zarar verir ne de bir kısım, özellikle bu işin şiddetle çözebileceğini inanan bir oluşumun korkuttuğu gibi Kürtlerin kendi içinde bölünmesine neden olur.

Sesi en çok çıkan her nedense kendisini, o milletin tek temsilcisi sanma gafletine düşer. Yıllarca Türkiye Cumhuriyetinde sesi fazla çıkan bir kesimin, bunu öğrenmiş olmasının örnek alınması önemle rica olunur.

Kürt halkını, bir cendereye sıkıştırmanın ve onları alternatifsiz bir alanda koyun sürüsü gibi görmenin, farklı fikirlerle ortaya çıkan insanları, Kürt düşmanı ilan edip, soyutlayıp, itibarsızlaştırma eğiliminin en büyük zararı, uzun vadede yine Kürt halkına olacaktır.

Öte yandan tekrar Devletin bakış açısına dönecek olursak, yeryüzünde hiçbir devlet sonsuza kadar baki kalmamıştır. Devletler, sistemler ve ideolojiler insan için ve daha kaliteli bir yaşam içinse ve artık bunlar insana değil, kendine hizmet ediyorsa varsın bölünelim ne çıkar.

Zira; bu kafayla bitişin başlangıcında olmaz mıyız!

Gecikilen hergün, şiddeti beslerken, yapılan iyi şeyler de adeta şiddetin başarısıymış gibi bir hissi uyandırmıyor mu!

Ölen yüzlerce, binlerce genç, akıl almaz acılar, bir ülke daha kurmaya yetecek kadar yaşanan ekonomik kayıp ve mutsuz bir halk…

Nereye kadar, bu durum böyle!

Herhangi bir konuda karar alırken karşımıza çıkan bu ana sorunumuzu çözmediğimiz sürece, iki ileri bir geri gitmekten yerimizde saymaya devam edeceğiz.

Öyle bir sorun ki; dış politikada (Suriye örneğinde olduğu gibi), ekonomide, eğitimde ve sosyal yaşamda sürekli yolumuzu tıkayarak, alınan tüm karalarda sancılara sebep oluyor.

Neden direnilir Anadilde eğitim gibi, olmazsa olmaz bir şeye…

Neden ve ne hakla direnilir, farklı etnisitelerin doğal haklarının kullanılmasına.

Ve neden hala bu kadar korkulur farklılıklardan.

Bilinmez mi ki, insanları bir arada tutan aynılıklar değil,

Güvenilir, samimi ve adil olunacak aydınlık gün ve yarınlardır…

Çemberin bir noktasından yola çıkıp, yine aynı yere dönmek yerine,

Bu kısır döngüyü kırmak ümidiyle,

Sevgilerimle.

 

guldalicoskun@hotmail.com

twitter.com/gulcoskun34