" Önce çingeneleri götürdüler, çingene değildim ses çıkarmadım, sonra Yahudileri götürdüler, Yahudi de değildim ses çıkarmadım. Daha sonra Katolikleri götürdüler, ben Katolik değildim ses çıkarmadım. En son beni götürdüler ses çıkaracak kimse kalmamıştı. "
Brecht
Milli Eğitim Bakanlığı tarafından dönüştürülmesi düşünülen dershaneler günlerdir ülkenin gündemini meşgul edip duruyor. Fethullah Gülen’in açıklamaları, Mehmet Baransu öncülüğünde temcit pilavı gibi ısıtılıp yeni bir mönüymüş gibi Taraf Gazetesi tarafından basına servis edilen 2004-2010 tarihli MGK kararı ve malum tv kanallarında yayınlanan ‘’mağdur vatandaş’’ ajitasyonu soslu haber bültenleriyle cebelleşip duruyoruz. Dün izlediğim bir haberde çocuklarını dershaneye gönderen bir ailenin dershanelerin kaldırılması halinde nasıl mağdur olacakları konu ediliyordu. İzlediğinizde sanırsınız ki dershaneler öğrencilerden para almıyorlar da maaş bağlıyorlar… Mağdur edebiyatı okumanın da bir ahlakı, haklılığı savunmanın da bir niteliği olmalı. Diyarbakır’daki tarihi buluşmanın yapıldığı gün dershane olaylarının patlak vermesi, üzerinde durup düşünülmesi gereken bir hadise…
Üniversite yıllarımda okulun içerisindeki mescidin duvarlarına Gülen cemaatine tabi öğrenciler Fethullah Gülen’e ait yazılar yazar, altına da şöyle bir şerh düşerlerdi ‘’duvara yazı yazıp kirletmeyin lütfen’’. Kimi muzur öğrenciler de mescidin duvarına yazılan yazıları silerek tepkilerini bu şekilde gösterirlerdi. Namaz vakti gelip çattığında ise mürit öğrenciler mescide gelip duvardaki yazılarını göremeyince hemen hiddetlenir ve yenisini yazarlardı. Tabii ki böyle yapmalarını Fethullah Gülen istemiş olamazdı, öğrencilerin kendi inisiyatifleriyle yaptıkları yanlışlardı bunlar. Yine mürit öğrenciler ders aralarını ve namaz vakitlerini de boş geçirmez bu arada dergiye abone edecekleri yeni (kurban) öğrencileri ikna arayışına girerlerdi. Bunu anlatmamdaki neden şu: Gülen cemaati ‘’her alandaki’’ eğitim ve öğretim kurumlarının içinde o kadar güçlü ve etkin ki maddi gücünü sadece dershanelerden değil öğrencilere ve müritlerine sattığı dergi, kitap, yurt ve gazetelerden elde ediyor. Bu anlamda dershaneler devede kulak kalıyor bile diyebiliriz.
Yıllarca ülkem insanının zihnine tıpkı bir oya gibi ilmek ilmek işlenen ‘’çocuğunuz dershaneye gitmezse hiçbir okulu kazanamaz, kazansa bile meslek sahibi olabileceği bir bölümü okuyamaz’’ salıkları verildi durdu. Sanki dershaneye giden her genç hemen üniversiteyi kazanabiliyor, kazansa dahi maddi sorunlarını gidererek okuyabiliyor, okusa dahi iş bulabiliyormuş gibi.. Varsayılan gibi olsaydı yıllardır halkın en büyük sorunu okuyan işsiz güruhu olmazdı. Ancak şurası bir gerçek; yıllardır atanmayı bekleyen öğretmen adayları okullara alternatif olan dershaneler olmasa tamamen aç açıkta kalacaklardı.
Türkiye’de mevcut dershaneler sadece Fethullah Gülen’e ait değil elbette. Konuyla ilgili ‘’mağdur’’ olacak çok sayıda dershane sahibi var. Ancak cemaatin dışındaki dershanelerin emarisi pek okunmuyor. Gel gelelim halkın mağduriyetinin daha fazla olduğu yadsınamaz bir gerçek. Zira asgari ücretle geçimini sağlayan bir ailenin, çocuğunu dershaneye gönderebilmesi için ek bir işte daha çalışması gerekiyor.
Gülen cemaati dendiğinde aklıma gelen birkaç örnek vermek istiyorum: Yıllarca Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da Kürtler diri diri asit kuyularına atılırken, köyler boşaltılırken, mağdur köylüler büyük kentlere göçe zorlanarak hayatları ellerinden alınırken Gülen cemaati sessiz kaldı. Dağda ve askerde gençlerimizi kaybederken savaşın durması için olumlu adım atması beklenen Gülen cemaati görmedi, duymadı ve sanki başka bir gezegenin insanlarıymış gibi bilmedi. 28 Şubat kararlarının alındığı post modern darbe yapıldığında biz türbanlı öğrenciler başörtüsü için mücadele verirken Gülen cemaatine mensup öğrenciler başlarını açarak Üniversite öğrenimlerine devam ederek bizleri yalnız bıraktılar. ‘’İrticai faaliyetler’’ bahane edilerek mevcut hükumet indirilip, partiler kapatılıp, babamın da aralarında bulunduğu çok sayıda bürokrat, memur ve askeri personelin işine son verilirken Gülen ve cemaati yine sessizliklerini korudu. 19 Aralık ‘’hayata dönüş operasyonları’’ gerçekleştiğinde bedenleri yanan mahkumlara birde benzinli battaniye uzatanlara da sessiz kaldılar. Merve Kavakçı milletvekili seçilerek halkın oylarıyla girdiği TBMM’den haksız ve ahlaksızca kovulduğunda Gülen ve cemaati yine sessiz kalmıştı…vs. Daha buna benzer nice sessizlikler…
Geçtiğimiz hafta dershanede yetkili bir öğretmenin ve Taraf Gazetesi yazarı Emre Uslu’nun da buyurduğu gibi, dershane meselesinin gezi olaylarına benzer bir hale dönüşebileceğini var sayarsak bu kış sokaklar hayli sıcak olacağa benziyor. Birde yerel seçimlerde belediye işçilerinin seçim bürolarında çalıştırıldığı gibi dershanelerde çalışan öğretmenlerin de sokaklarda eylemlere çıkmaya zorlanacağını düşünürsek bu kış sokaklar bol biber gazlı ve tomaların sıktığı buzlu sularla kayak pistine dönüşecek gibi.
Biri sessiz olun mu demişti?
Brecht
Milli Eğitim Bakanlığı tarafından dönüştürülmesi düşünülen dershaneler günlerdir ülkenin gündemini meşgul edip duruyor. Fethullah Gülen’in açıklamaları, Mehmet Baransu öncülüğünde temcit pilavı gibi ısıtılıp yeni bir mönüymüş gibi Taraf Gazetesi tarafından basına servis edilen 2004-2010 tarihli MGK kararı ve malum tv kanallarında yayınlanan ‘’mağdur vatandaş’’ ajitasyonu soslu haber bültenleriyle cebelleşip duruyoruz. Dün izlediğim bir haberde çocuklarını dershaneye gönderen bir ailenin dershanelerin kaldırılması halinde nasıl mağdur olacakları konu ediliyordu. İzlediğinizde sanırsınız ki dershaneler öğrencilerden para almıyorlar da maaş bağlıyorlar… Mağdur edebiyatı okumanın da bir ahlakı, haklılığı savunmanın da bir niteliği olmalı. Diyarbakır’daki tarihi buluşmanın yapıldığı gün dershane olaylarının patlak vermesi, üzerinde durup düşünülmesi gereken bir hadise…
Üniversite yıllarımda okulun içerisindeki mescidin duvarlarına Gülen cemaatine tabi öğrenciler Fethullah Gülen’e ait yazılar yazar, altına da şöyle bir şerh düşerlerdi ‘’duvara yazı yazıp kirletmeyin lütfen’’. Kimi muzur öğrenciler de mescidin duvarına yazılan yazıları silerek tepkilerini bu şekilde gösterirlerdi. Namaz vakti gelip çattığında ise mürit öğrenciler mescide gelip duvardaki yazılarını göremeyince hemen hiddetlenir ve yenisini yazarlardı. Tabii ki böyle yapmalarını Fethullah Gülen istemiş olamazdı, öğrencilerin kendi inisiyatifleriyle yaptıkları yanlışlardı bunlar. Yine mürit öğrenciler ders aralarını ve namaz vakitlerini de boş geçirmez bu arada dergiye abone edecekleri yeni (kurban) öğrencileri ikna arayışına girerlerdi. Bunu anlatmamdaki neden şu: Gülen cemaati ‘’her alandaki’’ eğitim ve öğretim kurumlarının içinde o kadar güçlü ve etkin ki maddi gücünü sadece dershanelerden değil öğrencilere ve müritlerine sattığı dergi, kitap, yurt ve gazetelerden elde ediyor. Bu anlamda dershaneler devede kulak kalıyor bile diyebiliriz.
Yıllarca ülkem insanının zihnine tıpkı bir oya gibi ilmek ilmek işlenen ‘’çocuğunuz dershaneye gitmezse hiçbir okulu kazanamaz, kazansa bile meslek sahibi olabileceği bir bölümü okuyamaz’’ salıkları verildi durdu. Sanki dershaneye giden her genç hemen üniversiteyi kazanabiliyor, kazansa dahi maddi sorunlarını gidererek okuyabiliyor, okusa dahi iş bulabiliyormuş gibi.. Varsayılan gibi olsaydı yıllardır halkın en büyük sorunu okuyan işsiz güruhu olmazdı. Ancak şurası bir gerçek; yıllardır atanmayı bekleyen öğretmen adayları okullara alternatif olan dershaneler olmasa tamamen aç açıkta kalacaklardı.
Türkiye’de mevcut dershaneler sadece Fethullah Gülen’e ait değil elbette. Konuyla ilgili ‘’mağdur’’ olacak çok sayıda dershane sahibi var. Ancak cemaatin dışındaki dershanelerin emarisi pek okunmuyor. Gel gelelim halkın mağduriyetinin daha fazla olduğu yadsınamaz bir gerçek. Zira asgari ücretle geçimini sağlayan bir ailenin, çocuğunu dershaneye gönderebilmesi için ek bir işte daha çalışması gerekiyor.
Gülen cemaati dendiğinde aklıma gelen birkaç örnek vermek istiyorum: Yıllarca Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da Kürtler diri diri asit kuyularına atılırken, köyler boşaltılırken, mağdur köylüler büyük kentlere göçe zorlanarak hayatları ellerinden alınırken Gülen cemaati sessiz kaldı. Dağda ve askerde gençlerimizi kaybederken savaşın durması için olumlu adım atması beklenen Gülen cemaati görmedi, duymadı ve sanki başka bir gezegenin insanlarıymış gibi bilmedi. 28 Şubat kararlarının alındığı post modern darbe yapıldığında biz türbanlı öğrenciler başörtüsü için mücadele verirken Gülen cemaatine mensup öğrenciler başlarını açarak Üniversite öğrenimlerine devam ederek bizleri yalnız bıraktılar. ‘’İrticai faaliyetler’’ bahane edilerek mevcut hükumet indirilip, partiler kapatılıp, babamın da aralarında bulunduğu çok sayıda bürokrat, memur ve askeri personelin işine son verilirken Gülen ve cemaati yine sessizliklerini korudu. 19 Aralık ‘’hayata dönüş operasyonları’’ gerçekleştiğinde bedenleri yanan mahkumlara birde benzinli battaniye uzatanlara da sessiz kaldılar. Merve Kavakçı milletvekili seçilerek halkın oylarıyla girdiği TBMM’den haksız ve ahlaksızca kovulduğunda Gülen ve cemaati yine sessiz kalmıştı…vs. Daha buna benzer nice sessizlikler…
Geçtiğimiz hafta dershanede yetkili bir öğretmenin ve Taraf Gazetesi yazarı Emre Uslu’nun da buyurduğu gibi, dershane meselesinin gezi olaylarına benzer bir hale dönüşebileceğini var sayarsak bu kış sokaklar hayli sıcak olacağa benziyor. Birde yerel seçimlerde belediye işçilerinin seçim bürolarında çalıştırıldığı gibi dershanelerde çalışan öğretmenlerin de sokaklarda eylemlere çıkmaya zorlanacağını düşünürsek bu kış sokaklar bol biber gazlı ve tomaların sıktığı buzlu sularla kayak pistine dönüşecek gibi.
Biri sessiz olun mu demişti?