semra @ sivildusunce.com

Sanat filmleri açısından bu sene verimli bir seneydi diyebilirim. Türkiye ve dünya sinemasında bu sene çok iyi filmler çekildi. Dönem filmlerinin yer aldığı uzun metraj sinema filmlerinde hiç şüphesiz en dikkat çeken ve tartışmaları hala devam eden İranlı yönetmen Mecid Mecidi'nin çektiği 'Muhammed' filmidir. İranlı olması hasebiyle sünni izleyici ve sinema eleştirmenleri tarafından ön yargıyla karşılanmış olsa da, film izlendikten sonra olumlu eleşti yapanlar da var kötü eleştiri yapan da..

ecid Mecidi'nin 'Muhammed' filmini henüz izlemedim. İnşallah filmi izleyip bir sonraki yazımda eleştirimi yapacağım.

Geçtiğimiz günlerde Antalya Altın Portakal Film Festivali'nde ödüller sahiplerini buldu. Film festivallerinde kamera önündekilerden çok kamera arkasında çalışanların büyük bir emeği var. 2012 tarihli yazımda festivallere ilişkin yazdığım yazımı sizlerle tekrar paylaşmak istiyorum:
                                                

                                            ‘Peygamberlik devam etseydi, peygamberler tebliği sinema ile yaparlardı’
                                                                                                                                             Mecid Mecidi

Neredeyse dünya genelinde yapılan ‘’Film Festivalleri’’ her geçen yıl ilgileri üzerine çekmeye devam ederken, aynı şekilde engellemeler de artıyor. Film festivallerinin tarihçesine şöyle bir göz atacak olursak: 1945’te gerçekleştirilmesi düşünülen ilk Uluslararası Film Festivali  Auguste ve Louis Lumiére tarafından yapılacakken patlak veren II. Dünya Savaşı yüzünden ertelemek zorunda kalındı. Bu yüzden Cannes Film Festivali ilk olarak 1946'da Casino de Cannes'da yapıldı. 1975 yılında tekrarlanması düşünülen Cannes Film Festivali’ni protesto etmek isteyen bir grup tarafından bombalanmış, saldırıda ölü veya yaralı olmamıştı.

Dünyanın birçok yerinde dogmatik baskılara dayalı şiddet sürerken, baskıcı ve otoriter sansürlemeden Türkiye de nasibini aldı. Sinemanın ‘’günah’’ unsuru, oyuncuların da birer ‘’günahkar’’ olduğu düşüncelerle sanat  Türkiye'de sansür engeline takıldığı için ilk gösterimi Haziran 1964'te Berlin Film Festivali'nde yapılan "Susuz Yaz", bu festivalin büyük ödülü olan Altın Ayı'yı kazanmış ve Türk sinema tarihinde uluslararası ödül kazanan ilk film olmuştu.
***                                                                          
Benzer olaylar hala yaşanıyor. Ama asıl önemli sorun: festival yapımcıları, ekip, filmler ve jüri üyeleri ilgili yaşanan olaylar. Festival ekibine ödenmeyen ücret, festival finalistlerine taahhüt edilen ödülün verilmemesi, şaibeli jüri üyeleri, Kültür Bakanlığının geç ödediği bütçe…vs sayabileceğimiz birçok olumsuzluk yaşanıyor.
Film festivallerini hazırlamak başlı başına meşakkatli bir iştir; festivalin gerçekleştirilebilmesi için gerekli finansalın temin edilmesi, ekibin oluşturulması, gelen filmlerin ön jüri tarafından tek tek izlenerek –kurgu, tema, içerik, süre gibi öz ve biçimleri göz önünde tutarak- hakkaniyetli bir eleme yapılması, finale kalan filmlerin tespiti, aylarca süren hengamede davetlilerin listesinin hazırlanması, konukların ulaşımı ve kalacakları yerin belirlenmesi, festivalin logosunun hazırlanması…vb gibi birçok süreçten geçiyor.

Bunun yanında; davetlilerin, kendileriyle birlikte birkaç kişiyi daha festivale getirmek istemeleri, kalacakları oteli beğenmemeleri, biletleri alındığı halde son anda iptal etmelerinin yanı sıra, yaptıkları her türlü kaprise festival ekibi tarafından ‘’eyvallah’’ denmek zorunda kalması da cabası tabii…

Festival günü gelip çattığında ise bütün hazırlıklar bitmiş, gelen konuklar havaalanında karşılanmış ve gösterimlere geçilmiş olur ama bu kadarla da bitmez; gösterimi yapılan filmlerde –teknik anlamda- sorun çıkar, film gösterilemez, yönetmenleri sakinleştirmek sinirlerini yatıştırmak yine festival ekibine kalır.

Medya ve basın mensupları gelir, her bir yönetmenle ayrı ayrı ve/veya yurtdışından gelen tanınmış yönetmenlerle hararetli biçimde özel röportaj yapmak isterler ama yönetmenler bu talepleri ya kabul etmez yahut yönetmenler toplu bir röportaj yapılmasını tercih ederler ama basın mensupları bu öneriyi kabul etmedikleri için festival ekibi –özellikle de festivalin basın ekibi- ile sorun yaşar. Sanki bu karar tamamen festival ekibinin iradesiyle gerçekleşmiş gibi bir intiba uyandırırlar. Gel gelelim festivale dair yazdığınız yazılar, basın bültenleri sinema eleştirmenlerinin blok sayfalarında sanki kendi yazılarıymış gibi yayımlanır! Ne yazık ki tüm bu olumsuzluklar festival kadrosunun motivasyonunun düşmesine neden oluyor.

Festival süresince sürekli sorunlar mı yaşanır, yaşanmaz tabi. Gelen konuklarla sohbetler edilir, sinemaya ve sinemanın geleceğine dair önemli tespitler yapılır. Bir sonraki festivalde yapılması gerekenlerle ilgili önermelerde bulunulur ve hem sinema açısından farklı perspektifler ortaya çıkar hem de dostluklar gelişmiş olur.
Bunların tamamını nereden mi biliyorum? 7.Sinemardin Uluslararası Mardin Film Festivalinde jüri üyesi ve basın sorumlusu olarak görev aldım da oradan biliyorum. Aksilikler çıkmış olsa dahi, çok iyi bir festival oldu! Mardin’in hem ulusal hem de Uluslararası platformda sanata dair çok iyi işlere imza attığını düşünüyorum ki Murathan Mungan gibi kalemiyle yıldızları çizen bir edebiyatçının onursal başkan olmasıyla bunu kanıtlamış oldu.
***
Ülkemizde ve dünyada saygın bir yeri olan Altın Koza Film Festivalinin bu sene 19.’su gerçekleştirildi. Adana’nın hem kültürel hem de doğal güzelliğini perçinleyen Altın Koza Film Festivali, bu güzelliklerinin yanında şaibeleriyle de gündeme damgasını vurdu. Türkiye sinemasının çok iyi bir kaliteye ve düzeye geldiğini gösteren başarılı filmlerin yarıştığı festivalde beklentiler yüksek olunca kesinleşen sonuç da tartışmalara neden oldu.

Sinemayı takip eden herkesin en iyi Uzun Metraj Film ödülünün "Araf', "Gözetleme Kulesi" ve "Lal Gece" gibi filmlerden birine gideceği konusunda hemfikirken, jüri hayli tartışmalı bir karara imza attı. Ferzan Özpetek’in Jüri Başkanı olduğu festivalde birincilik ödülünü Zeynel Doğan, Orhan Eskiköy ikilisinin yönettiği 'Babamın Sesi’ alırken, en iyi Erkek Oyuncu Ödülü, "Lal Gece"deki performansıyla büyüleyen İlyas Salman ve Engin Günaydın ‘Yeraltı’ arasında bölüştürüldü.

19. Altın Koza film Festivalinin sonucuna tepki gösteren başarılı yönetmen Zeki Demirkubuz, jüriyi ağır bir dille eleştirerek, Twitter sayfasına yazdığı mesajda  "Nuri Bilge Ceylan'ın sevmediği iki meslektaşı; Zeki Demirkubuz ve Yeşim Ustaoğlu ödül alamadı" diyerek, bundan böyle Türkiye’de yapılan film festivallerine katılmayacağını açıkladı. Ödüllerde Nuri Bilge Ceylan'ın etkisi olduğu yönünde söylentiler dolaşırken, jüri üyesi yapımcı Zeynep Özbatur Atakan'ın, Ceylan'ın sevmediği yönetmenlere ödül verilmesini engellediği de söyleniyor. (Bilindiği üzere, Nuri Bilge Ceylan'ın 'Üç Maymun' filmini Zeki Demirkubuz'un fikrinden hareketle çektiği, 'Uzak'ın da Demirkubuz'un Ceylan'a her bir detayını ince ince anlattığı bir film projesi olduğu yönünde dedikodular uzun zamandır yazılıp çiziliyor. İki yönetmenin arası bu yüzden uzun zamandır açık. Demirkubuz'un da 'Yeraltı' filmindeki ödüllü roman yazarı karakteriyle Ceylan'a gönderme yaptığı da uzun süre konuşulmuştu.)

Sinemaseverler ile sinema eleştirmenleri arasında ‘’halka rağmen jüri’’ anlayışına tepki sesleri yükselmiyor değil: ‘’Bir takım aklı evvellerin bizim adımıza "En iyi film"in ne olduğunu belirleme hakları mı var? Jüri kim? Bana ne/bize ne jürinin hangi filmi beğendiğinden? Bir sanat eserinin onu tüketen kişiyle kurduğu ilişki biricikken, bu tür jürilik saçmalıklarını sorgulamamak daha da ahmaklık bana kalırsa. Rakamsal olarak ölçülebilen spor karşılaşmalarının aksine, hiç bir fikri ve sanatsal eser bir kaç dingilin beğenisine bırakılamaz. İlla seçilecekse bir şeyler, sistem böyle yürüyecekse illa, festival izleyicisinin oyları ile belirlenmelidir. ’’ gibi haklı eleştiriler de yapılıyor.

Tayfun Pirselimoğlu'nun anlattığı bir anekdotu paylaşmak istiyorum: Fi tarihinde, İtalya'da düzenlenen bir film festivaline katılmış ve filmi jüri tarafından birinci seçilmiş. Festivalin taahhüt ettiği 10.000 doları –miktar konusunda yanılıyor olabilirim- alması gerekiyormuş lakin festival düzenleyicileri tarafından bu para aradan aylar geçmesine rağmen ödenmemiş. Festival düzenleyicisini aylarca arayıp durmasına rağmen ne telefonuna bir yanıt alabilmiş ne de adresini bulabilmiş.

Meğer festivali düzenleyen hanım, her sene aynı şekilde organizasyon yapar, sponsör ve devletten aldığı paralarla birlikte birinci olan filmin parasını da alarak bir dahaki festivale kadar ortadan kaybolurmuş. Tabii Pirselimoğlu'nun bu gerçeği öğrenmesi epey bir zaman almış ve hukuki yollara başvurmaya karar vermiş. Konuyu anlattığı avukat, kendisine, ''İtalya'daki işler, sizin ülkenizden pek de farklı değil, mahkeme kapılarını yıllarca aşındırırsın ama hiçbir sonuç alamadığın gibi bu yollarda harcadığın paranın da haddi hesabı olmaz'' diyerek davadan vazgeçirmiş.
Biz beğensek de beğenmesek de dünyada ''jüri'' gerçeği var. Yukarıda yazdığım örneğin dik alası ülkemizde de yaşanıyor; festival çalışanlarına paralarının verilmemesi, jürinin film kayırması ile festivalde ''birinci'' gelen filmlere taahhüt edilen ödülün ya verilmemesi ya/ya da geç verilmesi gibi dünya kadar sorunla karşılaşılıyor…
Yukarıda belirttiğim gibi, filmi izleyen seyircileri dururken ''jüri''nin o güzelim filmleri hiç etmesi anlaşılır gibi değil. Bütün yarışmalar için aynı şeyi söyleyebiliriz.
***
Bu sene Türkiye’yi Oscar’da temsil edecek film belli oldu: Labirent, Yeraltı, Entelköy Efeköy’e Karşı, Fetih 1453, Zenne Dancer, Lal Gece, Araf, Can, Ateşin Düştüğü Yer, Devir ve El Yazısı filmlerinin başvuru yaptığı 85. Akademi Ödülleri’nde Sanatsal Etkinlikler Komisyonu bir araya gelerek "Ateşin Düştüğü Yer" Türkiye’yi bu yıl Oscar ödüllerinde temsili karar verildi.
Gerçek bir hayat öyküsünden ve törelerin insanlar üzerinde kurduğu ceberut ve tahakkümcü yapısını ele alan ‘Ateşin Düştüğü Yer’ adlı filmin Oscar ödülü alarak dönmesini temenni ediyoruz.
İsmail Güneş’in yönetmenliğini yaptığı ‘Ateşin Düştüğü Yer’ adlı filmi Antalya Altın Portakal’da ön elemeyi geçememiş, Adana Altın Koza’dan ödülsüz dönmüştü. Ali Atlıhan, Yılmaz Atadeniz, Ercan Kesal, Atalay Taşdiken, Sinan Güngör, Murat Tokat, Semih Kaplanoğlu, Sevil Demirci, Mehmet Altıoklar, Dolunay Soysert, Yusuf Sezgin ve Serdar Akbıyık’tan oluşan Sanatsal Etkinlikler Komisyonu jürisi, Oscar için aday olan ‘Ateşin Düştüğü Yer’ aday adaylığını tescilledi. ‘Ateşin Düştüğü Yer’ Montreal Film Festivali’nde ‘En İyi Film’ ve FIPRESCI ödüllerini alarak Türkiye’de gerçekleştirilen film festivallerine Oscar yolunda ikinci mesajını vermiş oldu.
***
6-12 2012 Ekim tarihleri arasında gerçekleştirilecek olan 49. Uluslararası Altın Portakal Film Festivalinde nelerin yaşanacağını, hangi filmlerin ve oyuncuların ödül alacağını şimdiden kestirmez zor. Fakat bilinen bir gerçek var ki, yönetmen ve yapımcıların daha iyi projelere imza atarak sinemaseverlerin beklentilerini karşılıyor olmalarıdır. Daha nice festivallere, nice güzelliklerle…

Semra Polat