semra @ sivildusunce.com
Türkiye hiçbir şeyden çekmedi darbelerden çektiği kadar. Cumhuriyetin ilanından bu yana hala demokrasisi oturmamış bir sistemimiz var. Siyasi partiler ve liderleri halkın oylarıyla iktidara gelse dahi, iktidardan daha ‘’büyük güçler’’ için bunun hiçbir anlamı ve önemi yok.  Zira bu ‘’güçler’’ tek başına iktidara gelen hükumetleri dahi istedikleri anda bitirebileceklerine inanıyorlar. Tarihimize bakacak olursak böyle düşünmelerinde ne kadar haklı olduklarını görebileceğimiz birçok örnek var. Son olarak Gezi Parkı bunun en önemli göstergesidir.
17 Aralık’ta başlayan ‘’yolsuzluk’’ operasyonlarının hükümete ve dolayısı ile bizatihi devletin kendisine yönelik önemli bir darbe girişimi olduğu çok geçmeden ortaya çıktı. Başbakan Erdoğan ‘’yolsuzluk yapan babam dahi olsa cezası neyse çekecek’’ dedi/diyor. Bu sözünün arkasında durması Başbakan Erdoğan’a ve Ak Partiye güveni sonsuz olan seçmenlerinin ve kamuoyunun en büyük temennisi.
Fethullah Gülen’in isim belirtmeden ettiği beddualar büyük tepki topladı. Zira neredeyse dünyanın dört bir yanında Fethullah Gülen’e ve Cemaate gönül veren ve evlatlarını Cemaatin okullarına ve eğitim kurumlarına gönderen çok sayıda insan böyle bir bedduanın yapılmaması gerektiği konusunda hem fikir olduğunu umuyorum.
Lakin şöyle bir handikap var; Cemaat kendi inisiyatifini kullanarak ‘’dershanelerin kapatılması’’ adı altında haftalardır gerçekleşen olaylar hakkındaki görüşlerini beyan eden bir basın açıklaması yapmadı. Kendi inisiyatifi olmayan, ''baştaki ne derse ona tabiyiz'' diyen bir güruhtan hakkaniyet beklenebilir mi, orası ayrı bir tartışma konusu!

Gel gelelim Cemaatten beklenen açıklamanın gelmemesi üzerine Bediüzzaman Said Nursi’nin talebelerinden ortak bir basın açıklaması yapıldı: Siyaset yoluyla vatana, millete, İslâmiyete hizmet de elbette ki ihmal edilecek bir mesele değildir. Ancak herkese eşit şekilde hizmet sunması gereken bir iman cereyanının mahiyeti, siyaset yoluyla hizmetten bütün bütün farklıdır. Onun içindir ki, cemaat adına siyasî faaliyette bulunmak, siyasî partilerle pazarlıklar içine girmek, devlet içinde kadrolaşmak, iktidara ortak olmaya çalışmak gibi faaliyetlerin tamamı Risale-i Nur'un iman ve Kur'ân hizmetiyle tam bir tezat teşkil etmektedir (…) Aynı şekilde, milletin reyiyle iş başına gelen meşrû iktidarı muhafaza etmek ve memlekette asayişi ihlâl etme istidadı taşıyan hareketlerden şiddetle kaçınmak da Risale-i Nur talebelerinin Üstadlarından ders aldığı en mühim esaslar ve düsturlardır; ancak onlar bunu hiçbir zaman bir menfaate âlet etmezler, bir tarafgirlik haline getirmezler (…)"Aziz kardeşlerim, bizim vazifemiz müsbet hareket etmektir. Menfî hareket değildir. Rıza-yı İlâhîye göre sırf hizmet-i imaniyeyi yapmaktır, vazife-i İlâhiyeye karışmamaktır. Bizler âsâyişi muhafazayı netice veren müsbet İmân hizmeti içinde herbir sıkıntıya karşı sabırla, şükürle mükellefiz" denilerek, asıl yapmaları gereken şey ifade edilmiştir.
Onbir yıldır tek başına iktidar olan Ak Parti içerisinde yolsuzluk yapılmış olabilir, rüşvet alınmış olabilir. Zira bu olaylar ne yazık ki neredeyse bütün iktidarlar zamanında yaşandı. Bu yanlışları haklı çıkaracak hiçbir gerekçe olamaz/olmamalı.  Ancak bugün yaşanan olaylar rüşvet ve yolsuzluk olaylarından çok hükumetin alaşağı edilmesi ve Ak Parti’nin tasfiyesi niteliğinde. İlk bakışta olaylar her ne kadar ‘’dershanelerin kapatılması’’ üzerinden başladı gibi görünse de aslında çok daha farklı olaylar silsilesinin bir tezahürü olarak karşımıza çıkıyor. Yazılı ve görsel basından duyup okuduklarımızı tersinden yorumlamanın doğru olacağı kanaatindeyim. Zira alelacele yapılan baskınlar sanki olması muhtemel başka bir hadisenin önünü kapatmak için girişilen çalışmalar gibi gözükmekte.
‘’Her şerde bir hayır aramak gerekir’’ düsturundan hareketle; son haftalarda yaşanan gelişmelerde de bir hayır aramak gerekiyor; asıl yapılması planlanan darbe girişimini erteleyerek (yahut bunun için ortam hazırlanmadığından) ‘’b planı’’ yapılmış olabilir. Fakat tüm bunlar ışığında yaklaşan seçimlere doğru şantaj malzemesi olarak kullanılması muhtemel ‘’özel hayat’’ kasetleri, ses kayırları, itiraflar ve belgelerin ortaya çıkarılması içinden çıkılmaz daha büyük olaylar silsilesinin peşi sıra gelmesini engelledi. Çünkü halkımız olanın bitenin farkına çabuk vardı ve bu olayların altında yatan gerçek sebebin ne olduğunu fark etti.
Yaşanan olaylar gösterdi ki hükumet üzerinde değil bilakis Türkiye üzerinde büyük tezgahlar hazırlanarak darbe girişimleri hazırlanmakta. Bugüne kadar birçok darbe yapan TSK dahi ‘’demokrasi’’ istiyorsa konunun vahametini varın siz düşünün.
Mülkün temeli, halkın sığınağı sayılan mahkemeler, hakimler ve savcılar dahi kirli pazarlıkların ve tezgahların odağındaysa, adaleti kimden bekleyeceğiz?
Herkesin vicdanı sayılan polislerin ülkem insanının kanını dökerek yıllardır beklediği barışı ve çözüm sürecini sabote girişimine ilk önce Ak Parti hükümeti sonra da halkımız asla fırsat vermemelidir. ‘’Onlar’’ istese de istemese de tek yol demokratik seçimlerdir ve Türk ve Kürt barışı sağlanarak Türkiye daha da güçlenecektir.