cemal @ sivildusunce.com
Son zamanlarda Türkiye’nin İsrail ile yeniden müzakerelere başladığı konuşuluyor. Sosyal medya bu mevzuyla yıkılıyor: “Efendim, dün düşman diyormuşuz, bugün dost diyormuşuz, bu ne biçim dış politikaymış, tutarsızlıkmış, falan filan…
Öncelikle söyleyelim ki, henüz ortada anlaşma falan yok. Üç şart üzerinden yürütülen müzakereler devam ediyor. İsrail, üç şarttan birisini yerine getirdi ama ikisi hala duruyor. Belki de üç şartı yerine getirmeyecek ve hiçbir zaman anlaşma olmayacak. Büyük ihtimalle mesele müzakere aşamasında kalacak. Anlaşma olmayacak…
İkincisi: Rusya ve İran’ın ihanetine uğrayan Türkiye, ideal-politikten reel-politik’e geçmek zorunda kaldı, kalıyor…
***
Hemen baştan söyleyelim ki; dış politikada ebedi dostluk ve ebedi düşmanlık olmaz, ebedi çıkarlar olur… Ülkenin çıkarları neyi gerektiriyorsa o yapılır.
“Dün dündür, bugün bugündür…” söylemi, iç politikadan ziyade dış politikada geçerlidir. Yani dünkü koalisyondan bugün vaz geçebilirsiniz; şartlar değişmişse…
Dış politika sürekli değişen bir koalisyon sanatıdır. Dış politikada, dünya her gün yeniden yıkılır ve her gün yeniden kurulur… Dün düşman olduğumuzla bugün dost olabiliriz… Dün dost olduğumuzla bugün düşman olabiliriz… Dış politikada, “düşmanımın düşmanı dostumdur” kuralı geçerlidir…
Dış politika alanında, ideal politikten ziyade reel politik geçerlidir. Çünkü dış politika bir nevi savaştır ve savaş da hiledir… (el-harbü hudatün…)
Tabii ki, dışpolitikada da ideal-politik vardır. İdeal ilkeler vardır ve mümkün mertebe onlara uyulmalıdır.
Ancak (İran ve Rusya gibi) rakipleriniz her türlü hileyi yapıyorsa, sizin hala idealizm peşinde koşmanız aptallık manasına gelir… O yüzden dışpolitikada, ideal politikten ziyade reel politik’i gözetmek icab ediyor.
Mecelle kaidesidir: Mecburiyetler mahzuratları mübah kılar… Yani, zorunluluklar sakıncalıları mübah yapar…
***
İmdi: Türkiye, Batının ambargo kararına rağmen Rusya ve İran’a dostluk elini uzattı… Ticari ve siyasi ilişkilerini ilerletti… Maddi ve manevi, her türlü yardımını esirgemedi…
Fakat her iki ülke de Türkiye’yi arkadan hançerledi… Sadece Suriye meselesinden dolayı değil her türlü meselede Türkiye’nin aleyhine hareket ediyorlar…
İran 17/25 darbe girişimine, perde arkasından destek verdi… PKK’nın İran koluna her türlü desteği veriyor… Ermeni lobisine her türlü desteği veriyor… Ortadoğu’yu Rus gâvuruyla birlikte kan gölüne çeviriyor…
Hasılı, İran, Şah İsmail’den beri düşmanımızdır; kıyamete kadar da öyle kalacaktır… Rusya da kadim zamanlardan beri düşmanımızdır. Atalarımız değişmez hükmü vermiş: Ayıdan post, moskoftan dost olmaz…
Biz İran ve Rusya’nın bu kadim düşmanlıklarına rağmen, son zamanlara kadar,  zor zamanlarında onların yanlarında olduk. Çünkü Ak Parti, 2002’de iktidara gelince bir ideal-politik ilke koydu: Komşularla sıfır sorun
Bu ideal-politik ilke namına komşularımız olan İran ve Rusya ile de iyi ilişkiler kuruldu. Bütün dünya onlara ambargo uygularken biz ambargoyu yok sayıp ilişkilerimizi sürdürdük.
Ancak bütün iyiliğimize rağmen bu iki ülkenin, bize yönelik, genlerine işlemiş düşmanlıkları yeniden hortladı. Her fırsatta Türkiye’yi hançerlediler… Biz de mecburen reel-politik’e geçiyoruz…
***
Türkiye’nin, gelinen nokta itibariyle, bu iki hain devlete karşı İsrail’le yeniden yakınlık kurması bir zorunluluktur… İsrail, İran’a göre ehven-i şerdir. Çünkü İsrail’in düşmanlığı açıktan ve cephedendir.
İran’ın düşmanlığı ise gizli ve arkadandır… İran’ın Acem ihanetlerine karşı İsrail’le bile ittifak yapılabilir… Ancak henüz ortada bir anlaşma ve ittifak yok. Müzakereler devam ediyor… Belki de hiçbir zaman anlaşma olmayacak…
Türkiye’nin 3 şartından birisini, özür şartını, İsrail kabul etti; diğer ikisi de kabul edilirse ilişkiler ilerleyecek.
Aslında Türkiye alacağını aldı. İsrail tarihinde ilk defa bir ülkeden özür diledi. Bu şeref Türkiye’ye yeter ama diğer iki talebimiz de baki: tazminat ve Gazze ambargosunun kalkması…
Özellikle Gazze ambargosunun kalkması Filistinli kardeşlerimize huzur getirecektir. Dış politikada maksat üzüm yemekse, üzüm yenilecek… Üzüm yenilmeden anlaşma olmayacak…
***
Dış politikadaki diğer gelişme, Mısır’la ilişkilerin yeniden ısınma yoluna girmesidir. Evet, ideal politik’e göre Mısır’da bir darbe yönetimi olduğu için biz Mısır hükümetine karşıyız... Evet, hep beraber “Rabia!” diyoruz…
Ama bir de işin reel-politik yönü var: İran’ın Şii bloku oluşturma çabasına karşı Türkiye’nin bölgedeki ılımlı Sünni unsurlarla saflarını sıklaştırması gerekiyor…
Mısır’da demokrasi bir parantez olarak kaldı. Mısır halkı demokrasi için daha çok gayret göstermek zorunda. Mısır halkının yapmadığını bizim Türkiye olarak yapmak gibi bir lüksümüz yok. Demokrasi dış destekle olacak bir şey değil.
Mısıra demokrasi gelecek diye Türkiye dış-politik çıkarlarından vazgeçemez… Mısıra demokrasiyi getirme işi Mısırlılara aittir; Türkiye’ye değil…
***
Dış politikadaki en önemli gelişme aslında İsrail’le yürütülen müzakereler değil İslam ülkeleri arasındaki yeni ittifak girişimidir.
Sessiz sedasız İslam ülkeleri arasında askeri ittifak kuruldu. Bu ittifaka Mısır dâhil, İran hariç…
Açıkça askeri ittifak denilmese de fiilen gidişat oraya doğrudur. Şeklen “terör karşıtı birlik” gibi isimler kullanılıyor ama nihai amaç İslam ülkeleri arasında birlik kurmaktır. Yani açıkçası İttihad-ı İslam’dır…
Türkiye henüz NATO üyesi olduğu için, açıkça bu ittifakın önderliğini üstlenmedi. Öncü devlet olarak Suudi Arabistan görünüyor ama gerçek önder Türkiye’dir. S.Arabistan rol icabı en önde gözüküyor…
Bu ittifaktan ABD-İngiliz medyası rahatsız oldu. İttifakın kurulmaması yönünde yazılar yazıldı. Bu yazılara rağmen ittifak yürüyünce şunu demeye başladılar: Bari aranıza İran’ı da alın, Sünni bloku şeklinde olmasın…
Batı her zamanki hinliğini gösteriyor: Aranıza İran’ı da alın demekle, içinize bir fitne odağını alın ve birbirinizi yemeye devam edin… Girişiminiz de boşa çıksın…
Hayır, bu defa öyle olmayacak; bu defa Batılıların tuzağına düşülmeyecek…
İran, Pers İmparatorluğu’nu yıkan Hz. Ömer’den beri Müslümanları düşman olarak görüyor; günümüzde de öyle görüyor… Böyle bir İslam düşmanının aramızda yeri yok…
***
Türkiye reel politik adına, İran ve Rusya’ya karşı, İsrail’e yakınlaşmak istiyor. Bu doğru…
Ancak ideal-politik adına da, Abdülhamid’den bu yana amaçlanan İttihad-ı İslam’ı gerçekleştirme yoluna girdi…
Bu yolda, harici unsurlarla bir takım geçici ittifaklar kurabilir, ancak nihai planda İsrail denklemden çıkarılacak ve Ortadoğu’da İslam Birliği kurulacaktır…