Yaşadığımız coğrafya, büyük efsanelere konu olmuş büyük bir toprak parçasıdır. Bu efsaneler arasında öneme haiz en büyük efsanelerden biri de hiç şüphesiz Medusa’dır. Hatta Medusa, efsane olmaktan ziyade İstanbul’un gerçeğidir.
Medusa, Yunan mitinde gözlerine bakanı taşa çeviren, yılan saçlı, keskin dişleri olan dişi bir canavardır. Yunan mitine göre, Medusa güzelliği ile meşhur bir kızdır. Kız kardeşleriyle birlikte Zeus'un en sevdiği kızı zeki Athena'ya ait bir tapınakta yaşamaktadır. Medusa, Gorgon kardeşlerden tek ölümlü olandır. Athena ile evli olan Poseidon, Medusa’ya aşık olur. Kimsenin tapınakta olmadığı bir gün tapınağa giren Poseidon, Medusa’ya zorla sahip olur. Bunu öğrenen Athena, Medusa’yı lanetler; yüzü bakılmayacak kadar çirkin, güzel saçlarının yerini yılanların aldığı, baktığı kişiyi taşa çeviren bir yaratığa dönüştürür ve Hyperborea’ya sürgün eder. Hala hırsını alamamış olan Athena, üvey erkek kardeşi Perseus ile anlaşır. Perseus, Medusa’nın kafasını tek kılıç darbesiyle bedeninden ayırır. Perseus, Medusa’nın taşa çevirme laneti ile, bir süreliğine silah olarak kullanmıştır.
***
Yunan miti yukarıdaki şekilde devam edip giderken, bu yazımda efsanenin Osmanlı ile ilgisini kaleme alacağım: Fatih Sultan Mehmed’in İstanbul’u fethinden 3 yıl sonra yani 1456’da siyah giyimli İtalyan asıllı bir heyet Venedik’ten İstanbul’a gelerek padişahın huzuruna çıkmak ister. Fatih’e sunmak üzere çok değerli hediyeleri de beraberlerinde getirirler. Fatih, bu heyeti huzuruna kabul etmez. Araya hatırlı kişileri, elçileri de koysalar da nafile, tüm ısrar ve çabalarına rağmen padişah huzuruna kabul etmeyerek vezirine havale eder. Vezir-i Azam ile konuşan heyet, Sultanahmet’te bulunan Yerebatan Sarnıcı’nın içinde bulunan hazine ile ilgili görüşeceklerini söyler. Vezir-i Azam, hazinenin yerini sorar ancak gelen heyet bu konuda bilgiyi ancak padişaha verebileceklerini söyleyerek padişah ile görüşme talebini şart koşar. Vezir-i Azam bu talebi padişaha ileteceğini söyler.
Vezir-i Azam, Venedikli heyetle aralarında geçen görüşmeyi padişaha anlatır. Fatih, siyasi dehası ile meşhurdur. ‘’Bu işin içinde bir iş var’’ diyerek heyetten bir kişiyle, belirlediği yer ve saatte görüşmeyi kabul eder. Padişahın huzuruna çıkan kişi şunları anlatır, ‘’Yerebatan Sarnıcı adıyla bilinen mekanın içerisinde hazine var. Hazine diye bahsettiğim şey, mücevherat gibi maddi değeri olan kıymetli eşyalar değil, özel yapılmış bir lahit ve lahdin içindeki cesettir.’’ Bu ‘hazine’lerden daha değerli olan cesedin Medusa’ya ait olduğunu söyler. Medusa, saç örükleri yılanları andıran, lanetlenmiş bir yaratığın adıdır. Fatih’ten talepleri ise, Medusa’nın cesedinin içinde bulunduğu lahitle birlikte kendilerine teslim etmeleri ve bunun karşılığında ne isterlerse verebilecekleri yönündedir -Bu da demek oluyor ki, Medusa’nın lahdini ve cesedinin orada olduğu bilen Paganlar ya da şeytani tarikatlar asırlar boyu orada ayin yapıyordu.
Venedik’ten gelen heyetin Hıristiyanlık ilgisi bulunmayıp, Pagan tarikatına üye gizemli kişilerdir. Fatih, Venedik’ten gelen heyetin talebini yerine getirmediği ise bir sır olarak kalır ancak kuvvetle muhtemel vermediği anlaşılmaktadır.
***
Fatih’ten kalan bu sır bilgiler, Sultan Abdulhamid’e kadar gelir. Gizemli hadiselere, sırlı olaylara meraklı olan Abdulhamid Han, Sherlock Holmes’in hikayelerini İngilizceden Osmanlıcaya çevirtip okuduğu ve kütüphanesine koyduğu bilinmektedir. Yine aynı şekilde Homeros’un İlya’da ve Odysseia isimli eserlerini de aynı şekilde çeviri yaptırarak okumuştur. Abdulhamid Han döneminde de elçiler gelerek vezirlerle görüşmüş ve Yerebatan Sarnıcı’ndaki hazineden söz ederler. Abdulhamid Han, Fatih’ten kalan bu eksik kayıtlara kafa yorar. Büyük bir ilgi ile takip eder ve işin ehillerine bu konuyu inceletir.
Abdulhamid Han, Medusa ile ilgili saraya gelen heyetle temasa geçmesi için vazifelendirdiği görevliler bir rapor hazırlayarak bilgileri padişaha iletir. Bu raporlar neticesinde gelen heyetin mensup oldukları teşkilatın - bugünkü İlluminati- Pagan’lara benzer bir örgüt olduğu ortaya çıkar. Abdulhamid Han, bu gizemli heyetin taleplerini geri çevirerek lahdi çıkarmaya karar verir. Abdulhamid Han’ın görevlendirdiği, Yıldız İstihbaratı’nın en seçkin üyelerinin aralarında bulunduğu bir heyet, Medusa ile ilgili çalışma başlatır ve uzun uğraşlar neticesinde Yerebatan Sarnıcı’nın dehlizlerinde –bu dehlizler daha sonra kapatılmıştır- heyetin bahsetti lahit bulunmuştur. Yerebatan Sarnıcı oldukça büyük bir alana sahiptir; birçok dehlizi olan sarnıcın bir ucu Haliç’e, Ayasofya’ya hatta Binbirdirek Sarnıçı’na kadar uzanır. Sarnıcın birçok kısmına duvarlar örülerek ağızları kapatılmış ve birçok sırrı da gün yüzüne kapatılmıştır.
Araştırmalar sonuç verir ve lahit bulunur. Abdulhamid Han bizzat lahdi yerinde görmüş ve kapağını indirtir. Tonlarca ağırlıktaki bu lahidin içinden görenleri hayrete ve dehşete düşüren bir yaratık vardır. Bu yaratık, insan kafasına benzeyen, kıvrımlı saçları yılanları andıran, mumyalanmış ancak bozulmaya yüz tutan bir kadına aittir; yani Medusa’ya. Gördüğü görüntü karşısında hayrete düşen Abdulhamid Han, yazdığı bir fermanla bu lahdin korunmaya alınması ve lahdin içindeki yaratığın kimseye anlatılmaması hakkında emir verir.
Abdulhamid Han, lahit ve içinden çıkan kafa ile ilgili olarak ne yapılması gerektiğini istişare etmek üzere ulemaya danışır. Yapılan görüşmelerde birçok görüş ortaya çıksa da ağırlıklı olarak lahidin ve içinde bulunan kafanın halkın içerisinde fitneye neden olmaması için gizlenmesi yönündedir. Abdulhamid Han, ortaya çıkan çok sayıdaki görüşü dikkate alır ancak lahdi tekrar saklarsa Venedik’ten gelen heyet ve şer güçleri bu lahdin yerini öğrenmeye kalkabilir endişesiyle zekice bir kararla lahdi gün yüzüne çıkarmaya, içindeki cesedi gizlemeye karar verir. Abdulhamid Han, bulduğu bu cesedin kime, neye ait olduğunu öğrenmek üzere yurtdışından ünlü bir bilim adamını getirterek cesedi gösterir. Cesedi gören bilim adamı ilk görüşte dehşete kapıldığı bu cesedi inceler ve rapor hazırlayarak padişaha sunar. Raporda, ‘’Bu bozulmaya başlamış olan, dev görünümlü, insana başına benzeyen, yılan gibi kıvrılmış bu yaratık, muhtemelen dinozor çağından kalan dev bir yılan veya dinozora benzeyen bir yaratık’’ tespitinde bulunur.
Abdulhamid Han, lahdin halka teşhirini emreder. Tonlarca ağırlıktaki bu lahit, devrin en güçlü hamal, tulumbacı ile birlikte güçlükle gün yüzüne çıkarılabilmiştir. İçi boş lahit, Fatih Camii avlusuna götürülerek kısa süreliğine halka teşhir edilir. Padişahın emriyle resmi çektirilen lahit dönemin gazetelerinde yayınlatılır. Gazetede çıkarılan bu haberlerin olduğu nüshalar gizli bir el tarafından toplatılır ve bu olay ortaya atılan farklı hikayelerle örtbas edilmeye çalışılarak özünden saptırılmaya çalışılmıştır. Lahit daha sonra Molla Fenari İsa Camii’nin yanında bulunan kraliçe mezarlarının yanına konulmuş, bu lahdin peşine çok sayıda yabancı düşmüş ve daha sonra bu lahidin akıbetinin ne olduğu bilinmemektedir.
Bir sonraki yazımda, İstanbul’daki kazıları, bu kazıları yapanları ve Medusa’yı bulmak için yapılan araştırmaları kaleme alacağım.
Selam ve selametle…
Kaynakça:
1- https://tr.wikipedia.org/wiki/Medusa
2- http://sngrtkn.blogspot.com.tr/search?q=medusa
3- http://www.onaltiyildiz.com/haber.php?haber_id=146
İstanbul'un Sırlarla Dolu Gizemi: Medusa!
15 Ocak 2017, Pazar - 18:59