semra @ sivildusunce.com

70’li yılların son demleri…

2 Eylül’de teşrif etmişim dünyaya…  Dile kolay, tam kırk yıl!

Ailem, oğlum, ocağım, otağım, yaşadıklarım ve başarılarımla dolu 40 yıl! 

Sağ-sol çatışmalarının yaşandığı, aynı silahtan çıkan kurşunlarla sabah bir solcu akşam ise bir sağcı gencin katledildiği yıllar… Silahların balistik raporunun belli, tetiği çeken elin meçhul olduğu karanlık yıllar…

TEKEL’in kahvenin kilosunu 40 TL ucuzlattığı, rafinerilerde ancak iki günlük petrolün kaldığı, döviz rezervlerinin 450 milyon ABD dolarına düştüğü ve bu miktarın son yılların en düşük (!) seviyesi olduğunun açıklandığı, ülkede bir günde 14 farklı ilde patlamaların meydana geldiği, iki haftada siyasi cinayetlerde 30 gencimizin öldürüldüğü, İstanbul’da 28 günde 14 bombalama olayının yaşandığı ve onlarca kişinin can verdiği, Doğu Perinçek’in Türkiye İşçi Köylü Partisi’ni kurduğu, cezaevinde isyanın çıktığı, hammadde ve yakıt darlığından, Samsun Azot Fabrikası ile Ünye Çimento Fabrikası’nda üretimin durdurulduğu, Türk Lirası’nın değerinin yüzde 30 ila 38 arasında düştüğü, 811 şirketin iflas ettiği, Montrö Zirvesine katılan dönemin başbakanı Ecevit’in “Amerika gölge etmesin, başka ihsan istemem” (!) dediği, sokak ortasında kurşunlanmış cesetlerin bulunduğu, kaçak eşya satan Amerikan pazarlarının kapatıldığı, AP Malatya Belediye Başkanı Hamid Fendoğlu’na gönderilen bombalı paketi açarken kendisi-gelini ve torunlarıyla birlikte feci şekilde can vermeleri, yağ ve şekerin karaborsaya düştüğü, hemen her gün grevlerin yaşandığı, IMF’nin Türkiye’ye muhtıra verdiği, Amerikan Temsilciler Meclisi’nin Türkiye’ye yönelik ambargoyu “Türk askerinin Kıbrıs’tan çekilmesi” şartıyla kabul ettiği, ilaçların karaborsaya düştüğü, Avrupa Ekonomik Topluluğu’nun Türkiye tekstil ürünlerine ambargo koyduğu, taze para için IMF’nin yeni şartlar ortaya sürdüğü, kahvenin karaborsaya düştüğü, kuru fasulyenin kilosunun 55 TL’ye (!!) yükseldiği, Türk Lirası’nın değerinin on gün içinde iki kez düşürülerek 100 TL’nin 62 TL’ye düştüğü, 4 yeni Amerikan üssünün açılmasına karar verildiği, suçluların cezaevlerinden kaçtığı, odaların başkanlarının öldürüldüğü ve intihar (!) olaylarının çokça yaşandığı, Kahramanmaraş iç savaşı aratmayan bir katliamının yaşandığı ve bu olaylarda 150 Alevinin öldürüldüğü ve çok daha fazlasının yaşandığı yıllar…

Babam, ilk memuriyet tayin yeri olan Urfa’nın Siverek ilçesi Karakeçi nahiyesinde görev yaparken ben dünyaya teşrif etmişim. 4 çocuklu ailenin ilk çocuğuyum…

Havanın ve ortamın oldukça sıcak olduğu zamanlar! Öğleden sonra sokağa çıkılmadığı, sokağa çıkma yasaklarının olduğu ve ansızın gelen bir kimliksiz bir kurşunla kim insanların avlandığı zamanlar…

Annem, fırınlarda kepenklerin kapatıldığı için ekmek bulmakta zorlandıklarını ve hamilelik zamanlarında bolca bisküvi yemek zorunda kaldığını ve bu nedenle bisküvinin “gözünde karardığını” anlatır…

Girişte yazdığım bir yıllık oldukça kısa kronolojiye baktığınızda, o günlerden bu günlere ne çok badire atlattığımızı, ne büyük felaketlere göğüs germek zorunda kaldığımızı kolaylıkla görebilirsiniz.

70’li yılların sonunda bu güne kadar, milletin ve hükümetin iradesini hiçe sayan, başına buyruk hareket eden askeriyenin 12 Eylül 1980’de gerçekleştirdiği ve acısının bugün dahi hala taze olduğu askeri darbe, başörtülü olduğum gerekçesiyle görevime son verilen 28 Şubat post-modern darbe, 15 Temmuz 2016 FETÖ işgal kalkışmasını yaşadık. E-muhtıra, 17-25 Aralık operasyonu ve şimdi de dolar üzerinden ülkemize uygulanan ABD yaptırımları…

Bugün sağcı, solcu, dindar, dinsiz, kadın, erkek... bu ülkenin gerçek sahipleri olarak, ülkemizin üzerinde oynanan oyunlara karşı tıpkı 15 Temmuz'da olduğu gibi dik durarak karşı durma zamanı.

Başkan Erdoğan liderliğinde, milletimizin iradesi ve birliği ile bugünleri de el birliği ile atlatacağız biiznillah!

***

Her yıl olduğu gibi bu yılda, doğum günüme özel yazdığım yazımı tekrar ilginize sunuyorum:

EYLÜL ŞARABI

''Rab'' dedi anannem; ''insanların yazgısını önce alınlarına yazmış. Yazgının önüne geçerek değiştirmeye çalışan insanlar olduğunu görünce de herkesin kaderini kulağının arkasına yazmış. Kimse görmesin, kaderini bilemesin diye.''
İnsanların doğduğu, yaşadığı, Aşık olduğu, evlendiği, çocuklarına isim verdiği topraklar kaderinin aynasıdır.
Bugün takvim yaprağında doğum günüm olduğu yazıyordu.
Eylül kadınıydım.
İyi ki Eylülde doğmuşum.
Kim bilir belki başka bir ayda doğmuş olsaydım bu kadar mutlu olamazdım.


Öyle ya; bağ bozumu ayı.
Kara üzümlerin toplanıp şıra yapıldığı, güzel kızların ayakları altında çiğnenerek pekmez olduğu salkımlı üzümlerin ayı.
Da Vinci'nin tuvalinden çıkan renklerle Roma Kiliselerini Kardinalleri şaşırtacak güzellikte resme boyaması gibi, tabiat ana da her renkte marifetli dokunuşlarıyla doğayı yeniden şekillendirişine beni de ekliyor.
Bir gün sarıya, ertesi gün turuncuya ve bir ikindi vakti griye boyuyor Tabiat ana beni.
Ve yağan yağmurlar bütün renkleri siliyor ertesi güne kadar tıpkı bir silgi marifetiyle.


Eylül’ün Yağmur çisesiyim 
Yaprakların sarardığı, yağmurların inceden inceye yağmaya başladığı Eylül ayı.
Sonbaharın bu ilk ayında yeryüzü ne kadar renkliyse ben de o kadar renkliyim işte.
Sabah güneşin ışıklarıyla parlak beyaz, öğlen bulutlarla engin mavi, ikindide yağmur çiseleri ile kızıl bir gökyüzü...
Hiçbir mevsimde hayatın bütün renklerini bu kadar güzel ve ahenkli göremezsiniz.
Her biri kendi içinde özenle işlenmiş birer porselen gibidir. Kırmızıyı turuncuyla, sarıyı yeşille, kahverengiyi haki ile dans ederken görürsünüz.


Aşk dolu Eylül ayı...
Eylül ayında sonbahar; türlü renklerle dokulu tül gibi uçuşan ipekten bir kumaştır .
Bu ipekli kumaştan dilediği rengi giyinerek dans eder peri kızları.
Peri kızlarının kıkırdayışlarını duyarsınız çatlayan narların tanelerinde...
Dillerinden incirin balı dökülür, ellerinde defneyaprakları, sepetlerinde sararmış ayvaları bulursunuz.
Yeşiller, kahverengiler, kırmızılar, griler, sarılar ve bin bir renkteki doğanın renk cümbüşüne kapılıp gidersiniz.
Sahrada kaybolan Mecnun, kayıplarda yok olan Leyla oluverir bir anda toprak.
Ferhat dağı delerek su getirir taşların arasından ve Şirin nazenin elleri ile içer bu cennet şarabından.
Kerem bir kez görmek için sevdiğinin yüzünü, Aslı'yı gördüğünde bütün dişlerinin çekilmesine razı gelir ve Aslı bir anda Kerem'in Aşkından küle döner...
Ateştir sonbahar yanabilene ve anlayabilene...


İki Eylül Tanesi
Peri kızları; uçuşan ipekten elbiselerinin içerisinde, hüzünlü bir vedaya hazırlar fanileri.
Çünkü sonbahardan sonra bütün renkler sandukalara kaldırılacak ve bir dahaki seneye kadar itina ile saklanacak...
Şimdi bütün renklerin hazzına varmalıyız, tabiat ananın beğenimize sunduğu bu eşsiz büyünün efsununa kapılıp kaybolmalıyız sonsuzlukta.
Yaşımızın son demi gibi, ömrümüzün son balosu gibi, üflediğimiz son doğum günü mumu gibi sonlar yaşamalıyız.
Sonmuş gibi, solmuş gibi, sonsuz gibi sonbaharda hiçliğe varmalıyız...


Ben doğmasaydım hayatın renkleri eksik, yıldızların ışıkları sönük kalacaktı.


İyi ki doğmuşum ve iyi ki Eylül kadınıyım.

 Selam ve selametle...