PKK’nın silah bırakma ihtimali ve bölgedeki dinamikler, birçok tarihsel, siyasi ve uluslararası faktörle yakından ilişkilidir. Kürt hareketlerinin tarihsel süreçteki talepleri, bölge güçleri arasındaki rekabet, uluslararası aktörlerin müdahaleleri ve özellikle de ABD’nin PYD/YPG ile kurduğu stratejik ilişki, bu soruyu karmaşık hale getiriyor.
PKK, 1970’lerin sonlarında Abdullah Öcalan liderliğinde ortaya çıkmış, ideolojik olarak Marksist-Leninist bir çizgide konumlanmış ve her ne kadar "Kürt halkının bağımsızlık mücadelesini" silahlı bir hareket olarak sürdürmüş olsa da PKK'dan en büyük darbeyi yine Kürtler almıştır. Kürtlerin yaşadığı köylerin boşaltılması, Kürt gençlerinin PKK'ya alınması ve birçoğunun akıbetinin halen bilinmemesi de Kürtler açısından büyük bir travma olmuştur.
Örgütün, 1984'te Türkiye'ye karşı başlattığı silahlı saldırıları, 40 yıldan fazla bir süredir devam etmekte olup, bölgesel ve küresel güçlerin çatışmalarında bir aktör haline gelmiştir. Ancak PKK'nın silah bırakma olasılığına yönelik sorular, sadece Türkiye ile değil, PKK'nın bölgedeki diğer Kürt yapılanmaları ve dış güçlerle olan ilişkisi göz önünde bulundurulduğunda daha da karmaşık bir hale gelmektedir.
ABD’nin PYD/YPG’ye verdiği askeri ve lojistik destek, özellikle Suriye İç Savaşı sırasında ve sonrasında örgütün bölgedeki etkinliğini artırdı. IŞİD’e karşı verilen savaşta YPG, Batı'nın bölgedeki en önemli müttefiklerinden biri haline geldi. Türkiye ise YPG'yi PKK'nın bir uzantısı olarak gördüğünden, bu ilişkiye her daim tepki gösterdi ve sınır bölgelerinde YPG’ye karşı askeri operasyonlar gerçekleştirdi.
ABD'nin eski başkanı Barack Obama'nın asistan yardımcısı ve ABD'nin eski başkan yardımcısı Joe Biden'ın ulusal güvenlik danışmanı olan Colin Kahl, Mayıs 2017’de Foreign Policy dergisine yazdığı makalede Biden'ın 2014'teki Türkiye ziyaretine eşlik ettiğini ve ABD'nin o dönemde Suriye'nin kuzeyinde IŞİD'e karşı Türk ordusuyla bir operasyon düzenlemeyi teklif ettiğini, Başbakan Ahmet Davutoğlu ile yaptıkları görüşmede kabul edilen bu teklifin Cumhurbaşkanı Erdoğan ile yaptıkları görüşmede reddedildiğini yazmıştı. Kahl'a göre Türkiye'nin IŞİD'e karşı mücadele amacıyla Suriye'ye girmeyi reddetmesi, ABD'nin YPG ile çalışmasına yol açtı ve bu ilişki yıllar içinde gelişerek ABD'nin sahada vazgeçemeyeceği bir seviyeye ulaştı.
Salih Müslim, Suriye’deki iç çatışma döneminde sıkça Türkiye’ye gelerek zamanın Ahmet Davutoğlu ile yakın görüşmeler gerçekleştirmişti. Ta ki 2016 yılına kadar… O yıllarda Salih Müslim her ne kadar Türkiye’ye yanaşsa da içerideki "karanlık el" sürekli olarak bu yanaşmayı suiistimal ederek ipleri germiş ve Türkiye tıpkı PKK’nın iplerini elinden kaçırdığı gibi PYD’nin ipini de kaçırmıştı. MİT tarafından Abdullah Öcalan liderliğinde kurulmuş olan PKK, Leyla Zana’nın tabiriyle iplerini elinden kaçırarak 20 ülkenin kontrolü altına giren bir yapıya dönüşmüştü. Öcalan'ın dönemin MİT başkanının kızı Kesire Yıldırım ile halen resmi olarak evli olduğunu da ayrıca hatırlatmakta yarar var.
Ben bu satırları kaleme alırken TUSAŞ'a yönelik terör saldırısı olduğu haberi geldi. İşte o "karalık el" bir kez daha kendini gösterdi.
Öcalan, PKK'ya sözünü geçirebilir mi?
ABD, Suriye iç savaşının başından itibaren askeri ve lojistik olarak PYD/YPG’ye destek veriyor. İran, Suriye ve Irak’ta PKK ile bağlantılı olan örgütler de mevcut. Abdullah Öcalan’ın görece lideri olduğu PKK, İran’da PJAK, Irak’ta Tavgari Azadi, Suriye’de de PYD/YPG olarak adlandırılmaktadır. Öcalan her ne kadar 25 yıldır İmralı Adası’nda hapis yatıyor olsa da PKK üzerindeki etkinliğinin devam ettiğine yönelik devletin kati bir düşüncesi hakim. Oysa durum tam olarak onların düşündüğü gibi olmayabilir zira 23 Haziran seçimlerinde devlet televizyonu TRT Kûrdi’ye çıkarılan Abdullah Öcalan’ın kardeşi Osman Öcalan, HDP’ye 23 Haziran İBB seçimlerinde tarafsız kalma çağrısı yaptığı ileri sürülen bir mektubu kamuoyuyla paylaşmasına "izin” verilmiş ancak İstanbul seçimleri AK Parti için tam bir hezimetle sonuçlanmıştı.
PKK’nın silah bırakması, Öcalan’ın liderliği altında 2009-2015 yılları arasında başlatılan “Çözüm Süreci” ile bir dönüm noktasına ulaşmıştır. Bu süreçte PKK ile AK Parti Hükümeti arasında müzakereler yapıldı ve barış umudu doğdu. Bu, devletin başlattığı bir süreç değil, hükümetin politikası idi. Ancak, 2015'te bu süreç son buldu ve çatışmalar yeniden başladı. Bu dönemin başarısızlıkla sonuçlanması, hem içerideki hem de dışarıdaki aktörlerin sürece olan etkisini ve PKK'nın silah bırakmasının ne denli zor olduğunu gösterdi. Fakat bugüne geldiğimizde MHP lideri Devlet Bahçeli'nin söylemlerine baktığımızda PKK'nın silah bırakmasına yönelik yürütülen bu yeni sürecin bizzat devletin başlattığını görüyoruz.
PKK'nın hamisi ABD faktörü
PKK’nın silah bırakması, sadece Türkiye ile değil, aynı zamanda bölgedeki diğer aktörlerle olan ilişkilerine de bağlıdır. PYD/YPG, Suriye’de yarı-özerk bir bölge inşa etmiş, askeri ve siyasi anlamda güçlü bir konuma sahip olmuştur. ABD’nin desteğiyle bölgede kendini daha da sağlamlaştıran bu yapı, PKK’nın da uluslararası arenada konumunu güçlendirmiştir. Böyle bir durumda PKK, yalnızca Öcalan’ın çağrısıyla silah bırakabilir mi? Bu sorunun yanıtı, PKK’nın ideolojik lideri Abdullah Öcalan’ın örgüt üzerindeki etkisinin hâlâ ne kadar güçlü olduğuna ve ABD gibi uluslararası aktörlerin bu sürece nasıl baktığına bağlıdır.
Bahçeli'nin acelesi ne?
MHP lideri Devlet Bahçeli’nin partisinin grup toplantısında yaptığı konuşmasında Abdullah Öcalan’a yönelik daveti ve PKK’nın silah bırakması yönündeki çağrısı, Bahçeli’nin hızlı ve radikal bir çözüm arayışının göstergesidir. Yaklaşan İsrail tehtidi, sürecin hızlandırılması açısından önemli bir faktördür. Bahçeli, partisinin grup toplantısındaki konuşmasında Abdullah Öcalan'a hitaben TBMM'ye gelerek DEM Parti grubundan PKK'ya seslenmesi ve silah bırakma talimatını vermesini istedi. Bu talebi isteyen Bahçeli'nin ev sahibi olarak Öcalan'ı MHP grubunda ağırlaması ve MHP kürsüsünden PKK'ya seslenmesini istemesi gerekirdi. Öcalan'a seslenen Bahçeli, ancak gitmesini istediği yer ise DEM Parti kürsüsü.
Ancak burada kilit soru şudur: PKK/PYD gibi uzun yıllardır süregelen silahlı bir örgüt, yalnızca bir çağrıyla tüm kazanımlarını bırakır mı? PKK'nın silah bırakması karşılığında devlet masaya ne koydu? Kapalı kapılar ardında kimlerle, hangi anlaşmalar yapıldı? PKK'nın silah bırakması karşılığında PYD mi görmezden gelinecek? Anayasa düzenlemesi ile federal yapıya mı geçilecek?.. Bu sorular şimdilik muğlaklığını korumakta. Özellikle ABD ve Batılı ülkelerin PYD/YPG üzerindeki etkisi, bu süreçte dikkate alınmalıdır. ABD'nin bölgede PYD/YPG'yi uzun vadeli bir ortak olarak gördüğü ve bu yapıya askeri desteği sürdürdüğü ortadadır. PKK’nın silah bırakması, yalnızca Türkiye ile değil, aynı zamanda uluslararası arenada Batılı aktörlerle yapılan anlaşmalara da bağlıdır.
ABD, Suriye’deki varlığını ve IŞİD ile mücadelesini PYD/YPG ile sürdürmeye kararlı görünmektedir. Bu durum, PKK’nın silah bırakmasının yalnızca Türkiye’nin taleplerine bağlı olmayacağını gösterir. Uluslararası dinamikler, bölgedeki diğer aktörlerin çıkarları ve özellikle de ABD'nin stratejik hesapları, PKK’nın geleceği üzerinde belirleyici olacaktır.
PKK’nın silah bırakması teorik olarak mümkün olabilir. Ancak bu, yalnızca iç dinamiklere değil, aynı zamanda bölgesel ve uluslararası aktörlerle yapılan pazarlıklara ve verilen taahhütlere bağlıdır. Özellikle ABD'nin PYD/YPG ile ilişkisi ve Batılı ülkelerin bu yapıya olan desteği göz önüne alındığında, PKK’nın silah bırakma süreci oldukça karmaşık ve uzun vadeli bir pazarlık gerektirebilir.
Bölgesel Dinamikler ve Türkiye’nin Geleceği
PKK ve PYD, sadece Türkiye’nin değil, aynı zamanda İran, Irak ve Suriye’nin de güvenlik politikalarında önemli bir faktördür. Örgüt, İran’da PJAK, Irak’ta Tavgari Azadi, Suriye’de ise PYD/YPG isimleriyle varlığını sürdürmektedir. ABD’nin bölgede PKK-PYD-YPG’ye verdiği destek, sadece IŞİD’e karşı mücadele ile sınırlı kalmamış, aynı zamanda İran ve Türkiye gibi bölgesel aktörlere karşı stratejik bir denge unsuru olarak da kullanılmıştır. Bu nedenle, PKK’nın silah bırakma kararı, sadece Türkiye’nin değil, bölgedeki diğer aktörlerin de tepkilerini dikkate almak zorundadır.
Son dönemde IKBY (Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi) Başkanı Neçirvan Barzani’nin Türkiye’ye gelerek Cumhurbaşkanı Erdoğan ile yaptığı görüşme, bölgesel dengelerin yeniden şekillendiğine işaret etmektedir. Mesut Barzani’nin 2017’deki bağımsızlık referandumu sürecinde Türkiye’ye ilhak olabileceklerini dile getirmesi, Türkiye ile IKBY arasındaki ilişkilerin de stratejik önemini göstermektedir. Türkiye, PKK-PYD-YPG tehdidine karşı IKBY ile yakın ilişkilerini sürdürme eğilimindedir.
PKK’nın silah bırakma ihtimali, sadece örgütün iç dinamikleri ve liderlerinin kararlarıyla sınırlı değildir. Bölgedeki ABD, İsrail ve diğer Batılı ülkelerin stratejik çıkarları, bu kararın alınmasında belirleyici olacaktır. Özellikle ABD’nin Suriye’de PYD/YPG’yi desteklemesi, PKK’nın silahlı mücadeleyi bırakmasını zorlaştıran bir faktördür. PKK’nın silah bırakması için uluslararası bir mutabakat ve özellikle ABD’nin bu süreci desteklemesi gerekmektedir. Ancak mevcut koşullar göz önüne alındığında, PKK’nın kısa vadede silah bırakması zor görünmektedir.
Selam ve selametle...