Türkiye’nin sinema ile tanışma serüveni Fransızlar ve Almanlar ile sayesinde başladı. Osmanlı İmparatorluğu’nun son demlerinde Fransız Bertrand, Yıldız Sarayı'nın salonunda büyülü beyaz perdeyi gererek Padişaha ve saray erkânına sinema filmi izletti. Bir yıl sonra Alman Sigmund Weinberg İstanbul’daki bir birahanede petrol kokulu gaz lambası eşliğinde trenin gara girişini gösteren ilk sinema filmi gösterisini izletmesiyle sinema saraydan halka kadar ulaşmış oldu...
‘Şeytan icadı’ atfedilen sinema, mütedeyyin kesimin tüm karşı çıkışlarına rağmen yoluna devam etti. Maddi olanakları zorlayarak Sigmund Weinberg'in girişimleriyle İstanbul’da ilk sinema salonu açıldı. Bu başlangıçtan sonra sinema salonları birbiri ardına yeni salonlarını açtı. Artık Türkiye’de de filmler ve belgeseller çekilmeye ve ilgi görmeye başlamıştı. Neredeyse Türkiye’nin her yerinde açılmamış sinema salonu kalmadı. İnsanlar yerli ve yabancı birçok filmi izlemek için haftalar öncesinden filmleri takip ederdi.
Sinema sektöründe herşey tozpembe değildi zira büyük emek harcanan ve maddi olanaksızlıklarla çekilmiş olan büyük yapıtlar birer birer yasaklanmaya başlandı. İlk olarak Hüseyin Rahmi’nin ‘Mürebbiye’ adlı eserini yine orijinal adıyla sinemaya uyarlayan Ahmet Fehim bir konakta erkekleri baştan çıkaran ‘çapkın’ Fransız bir mürebbiyenin hayatını konu aldı. Filmde ‘ahlakı düşük’ Fransız mürebbiye tiplemesini kabullenemeyen Fransız İşgal Kuvvetleri Generali Pronşe filmin Anadolu’da gösterimini yasaklayarak 1919’da ilk sansürü uyguluyor.
1949’da Ömer Lütfi Akad’ın ‘Vurun Kahpeye’ adlı filmi ise sansür uygulanarak yasaklanan ilk Türk Filmler arasındadır. Sırasıyla; Yılanların Öcü, Susuz Yaz, Umut, Baba… vd birçok film yasaklanarak filmlerin politik tutum takındığı ve halkı etkileyeceği endişesiyle yasaklandılar.
***
Sinema tarihimizin başlangıcından günümüze dek geçen süre zarfında Türk Sinemasında çok şey değişti. Bugün Türk Sineması; özgürlük, film teması ve çekim alanlarına kadar birçok konuda çığır açtı. Bu çığır; Türkiye’deki halkların kardeşliği ve ‘Barış Süreci’ne de olumlu katkılar sundu. Geçmişte politik kaygılarla yasaklanan ‘Susuz Yaz’ adlı film Türk Sinemasının 100. Yılında, Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından ‘En İyi 100 Film’ arasında girdi.
Geçmişte sadece Türkçe çekilebilen, yerel dil ve lehçelere Kültür Bakanlığı’nın fon vermediği senaryolar artık her dilde çekilebiliyor. Kürtçe film retoriğini sonuna kadar savunan ve bu uğurda büyük emek ve efor sarf eden yönetmen ve yapımcılarımız Kürtçeyi en iyi ve doğru şekilde Türkiye seyircisiyle buluşturdu. Birkaç hafta önce Ankara Galasına gittiğim sinema salonunda Erol Mintaş’ın yönetmenliğini yaptığı ‘Annemin Şarkısı’ adlı filmi izlemeye gelenlerin çoğu Kürtler kadar Türklerin olması da barış ve kardeşlik sürecinin ne denli sağlam ve kapsayıcı olduğunun en önemli göstergesi idi.
Orhan Eskiköy ve Özgür Doğan’ın yönetmenliğini yaptıkları İki Dil Bir Bavul, Zeynel Doğan’ın Babamın Sesi, Erol Mintaş’ın Annemin Şarkısı gibi filmler Türk Sinemasının ‘Türkiye Sineması’na evrilişini ve tüm Türkiye’yi kapsayıcı bir formata kavuşmasını sağladı.
Sinema Genel Müdürlüğü’nün senaryo yazımından başlamak üzere yapım ve gösterimine kadar olan sürede her alanda fon vermesi ve desteklemesi ‘Türkiye Sineması’nın gelecekte çok daha başarılı eserler ortaya çıkarmasını sağlayacaktır.
‘Şeytan icadı’ atfedilen sinema, mütedeyyin kesimin tüm karşı çıkışlarına rağmen yoluna devam etti. Maddi olanakları zorlayarak Sigmund Weinberg'in girişimleriyle İstanbul’da ilk sinema salonu açıldı. Bu başlangıçtan sonra sinema salonları birbiri ardına yeni salonlarını açtı. Artık Türkiye’de de filmler ve belgeseller çekilmeye ve ilgi görmeye başlamıştı. Neredeyse Türkiye’nin her yerinde açılmamış sinema salonu kalmadı. İnsanlar yerli ve yabancı birçok filmi izlemek için haftalar öncesinden filmleri takip ederdi.
Sinema sektöründe herşey tozpembe değildi zira büyük emek harcanan ve maddi olanaksızlıklarla çekilmiş olan büyük yapıtlar birer birer yasaklanmaya başlandı. İlk olarak Hüseyin Rahmi’nin ‘Mürebbiye’ adlı eserini yine orijinal adıyla sinemaya uyarlayan Ahmet Fehim bir konakta erkekleri baştan çıkaran ‘çapkın’ Fransız bir mürebbiyenin hayatını konu aldı. Filmde ‘ahlakı düşük’ Fransız mürebbiye tiplemesini kabullenemeyen Fransız İşgal Kuvvetleri Generali Pronşe filmin Anadolu’da gösterimini yasaklayarak 1919’da ilk sansürü uyguluyor.
1949’da Ömer Lütfi Akad’ın ‘Vurun Kahpeye’ adlı filmi ise sansür uygulanarak yasaklanan ilk Türk Filmler arasındadır. Sırasıyla; Yılanların Öcü, Susuz Yaz, Umut, Baba… vd birçok film yasaklanarak filmlerin politik tutum takındığı ve halkı etkileyeceği endişesiyle yasaklandılar.
***
Sinema tarihimizin başlangıcından günümüze dek geçen süre zarfında Türk Sinemasında çok şey değişti. Bugün Türk Sineması; özgürlük, film teması ve çekim alanlarına kadar birçok konuda çığır açtı. Bu çığır; Türkiye’deki halkların kardeşliği ve ‘Barış Süreci’ne de olumlu katkılar sundu. Geçmişte politik kaygılarla yasaklanan ‘Susuz Yaz’ adlı film Türk Sinemasının 100. Yılında, Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından ‘En İyi 100 Film’ arasında girdi.
Geçmişte sadece Türkçe çekilebilen, yerel dil ve lehçelere Kültür Bakanlığı’nın fon vermediği senaryolar artık her dilde çekilebiliyor. Kürtçe film retoriğini sonuna kadar savunan ve bu uğurda büyük emek ve efor sarf eden yönetmen ve yapımcılarımız Kürtçeyi en iyi ve doğru şekilde Türkiye seyircisiyle buluşturdu. Birkaç hafta önce Ankara Galasına gittiğim sinema salonunda Erol Mintaş’ın yönetmenliğini yaptığı ‘Annemin Şarkısı’ adlı filmi izlemeye gelenlerin çoğu Kürtler kadar Türklerin olması da barış ve kardeşlik sürecinin ne denli sağlam ve kapsayıcı olduğunun en önemli göstergesi idi.
Orhan Eskiköy ve Özgür Doğan’ın yönetmenliğini yaptıkları İki Dil Bir Bavul, Zeynel Doğan’ın Babamın Sesi, Erol Mintaş’ın Annemin Şarkısı gibi filmler Türk Sinemasının ‘Türkiye Sineması’na evrilişini ve tüm Türkiye’yi kapsayıcı bir formata kavuşmasını sağladı.
Sinema Genel Müdürlüğü’nün senaryo yazımından başlamak üzere yapım ve gösterimine kadar olan sürede her alanda fon vermesi ve desteklemesi ‘Türkiye Sineması’nın gelecekte çok daha başarılı eserler ortaya çıkarmasını sağlayacaktır.