AB konusunda referanduma giden İngiltere'de ayrılık kararı çıktı. Buna Avrupa'daki milliyetçi cephelerden destek ve benzer kararların diğer ülkelerden de çıkacağına dair yorumlar geldi.
Başta Fransa ve Hollanda olmak üzere, kendilerinin de referanduma gitmesi gereği dile getirildi. Piyasalar için oldukça zorlu bir gündü. Sterlin, 1985'ten beri gördüğü en düşük değeri gördü. Bankalar ve finans sektörü ciddi kayıplar yaşadı. Fakat, tüm bunlar ilk anda refleksti ve zaman içinde piyasalar rayına oturacaktır.
Hele de finansın merkezi Londra için bu hiç sorun olmayacak. İngiltere, uzunca bir süredir zaten birlikten çıkmak istiyordu. Çünkü hiç hak etmediği halde, birliğe alınıp da sırtlarına yük olan çok ülke vardı. Üstelik birlik birçok siyasi, ekonomik ve hukuki konularda bağlayıcı olduğundan, özellikle milliyetçi kesime rahatsızlık veriyordu.
Fakat yine de her şeyi milliyetçi kesimin tercihi olarak yorumlamak eksik kalır. İngiltere, siyasetin alfabesini yapmıştır. Onun, neyi niçin yaptığı, hangi kararı ne maksatla aldığı, çoğunlukla hem zor hem de geç anlaşılır.
Gerek ekonomik ve gerekse siyasi olarak, kafasında oluşmuş mutlaka farklı bir seçenek vardır.
Ülkemize gelince... Yıllarca bizi oyalayan AB'ye karşı birikmiş bir öfke vardı. İngiltere'nin ayrılması ile birliğin dağılma sürecine girdiği beklentisi ağırlık kazandı. AB'nin temeli ekonomik işbirliğine dayalı. Ancak birlik büyüme sürecine girince yeni kriterler eklendi. Özellikle Doğu Almanya'nın duvar yıkılmasından sonra birliğe eklemlenmesi nedeniyle, üyelik için Kopenhag Siyasi Kriterleri getirildi.
AK Parti, ilk seçildiği yıllarda AB perspektifini önemsedi ve bunun için ciddi emek verdi. Bırakın başlık açılmasını, müzakerelere başlama süreci bile oldukça zaman aldı. Türkiye tarafından ilk kez, 1963 yılında Ekonomik Topluluk ile ortaklık anlaşması imzalandı. Daha sonra 1987'de tam üyelik başvurusu yapıldı. Başvurunun, yani adaylığının kabulü 1999 yılında gerçekleşti.
Müzakerelere başlanması ise 2005 yılında kabul gördü. AB çipası, AK Parti için önemli bir çipaydı. Zira; askeri vesayetin geriletilmesinde ve Yeni Anayasa konularında bir rehberdi aynı zamanda. Bir başvurumuz vardı ve bunun için gerekenler yapılmalıydı. Müzakerenin başlaması tüm yurtta coşkuyla karşılanmıştı. Güven gelmişti.
Ekonomik kriterler daha kolay aşılırken mevcut zihniyetle bir dönüşümü gerçekleştirmek oldukça zordu. Mahkeme kararları yüzünden sürekli, tazminat ödüyorduk. Yine de pes edilmedi ve epeyce bir başlık açıldı. Ancak ne var ki, tek sorun bu kriterler değil, çeşitli lobilerle de sorunlar yaşanıyordu. Kıbrıs Sorunu, Ermenistan ve Yunanistan ile ilişkiler sürekli karşımıza çıkıyordu.
Ayrıca bazı AB ülkeleri, coğrafi ve kültürel nedenlerden dolayı, Türkiye kriterleri yerine getirse bile birliğe alınmamalı diye beyanatlar veriyordu. Son yıllarda ilişkiler, önceki döneme göre düşük montanlı sürse de hem halkta, hem de AK Parti'de bir yılgınlığa neden oldu. Bizden sonra başvuran irili ufaklı bazı ülkeler birliğe alınınca, siyaseten ve kültürel olarak bir çeşit pozitif ayrımcılık göze çarpmaya başladı. Ayrıca Türkiye'deki nüfus artışı da onları rahatsız eden başka bir etmendi.
Tekrar başa dönecek olursak... Batıda ırkçılık son dönemlerde artış gösteriyor. Birçok yerde oy oranlarını arttırdılar. Bu da orada yaşayan yabancıları korkutuyor.
Araştırmacı yazar Zeynep Atikkan, bir kitap çalışması sebebiyle bazı blogları gezerken şaşırtıcı yazı ve yorumlara rastlar. Onun için şaşırtıcı olan ise, demokrasinin en çok geliştiği Kuzey Avrupa ülkelerinde, özellikle Danimarka'da ırkçılığın yükseldiğini görmek olur.
Amerika'dan Avrupa'ya uzanan bu bloglarda beyaz adamın üstünlüğü anlatılır. Bunun üzerine Atikkan, Avrupa'da sağın yükselişini anlatan bir kitap yazar. Bir röportajında şunları söylemişti Zeynep Hanım:
— Avrupa'daki aşırı sağ ne diyordu?
Özetle “Kültürler eşittir ama aynı değildir” diyorlardı. “Avrupa dışından gelen kültürler, oldukları yerde gelişmelidirler. Çünkü birbirleriyle kaynaşamazlar, kültürler karışırsa yok olabilirler” temaları hakimdi. Bu yorum muhafazakâr bir çerçevede sunuluyor, aile değerleri, kültürel değerler, düzen, otorite gibi kavramlar ön plana çıkıyordu.
— Avrupa kimliği sizin araştırmanızda, nasıl tanımlanıyor?
Araştırmalarımda “AB nedir?” sorusunu kampüslerde öğrencilere sordum. Büyük çoğunluk AB'yi bir barış projesi olarak tanımladı. “Avrupa kimliği nedir?” diye sorduğumda ise aydınlanma değerleri, Hırıstiyan değerler ön plana çıkıyordu. “Kültürümüz elden gidiyor, tehdit var” algısının gençler arasında da yaygın olduğunu gördüm. Demografiye dayanan analizler özellikle kriz dönemlerinde çok etkili oluyor.
“Avrupa benim, yani benim kültürüm, benim değerlerim, benim kimliğim. Ya da “Avrupa benim, sana ait değil.” Bir süredir Avrupa'nın başka kültürlerden vatandaşlarına söylediği bu.
***
Bu vatandaşlarla AB, dağılma sürecine girmiş oluyor. AB siyasi kriterleri şüphesiz doğru şeyler ancak, başka coğrafyaları sömürmek için öyle kötülükler yaptılar ki, mülteci sorunu dayandı kapılarına. İnsanlık kriterinde sınıfta kaldılar.
guldalicoskun@hotmail.com