Siyaha kara denebilir; beyaza da ak… Ancak, renklerin tam zıddını söylemek, enteresan bir algılama gerektirir… Türkiye’de herhangi bir şeyi, bu derece zıddıyla yorumlamaksa sıradan ve çok rastlanan bir durum.
Bu durumun olağan etkisi de kutuplaşma ve ortak bir noktada buluşabilme zeminini yakalayamama olarak ortaya çıkıyor. Gündelik ilişkilerin yanı sıra, siyasette bariz bir biçimde kendini gösteren bu tutum, her zihniyetin kendi basın yayın organında net bir şekilde görünürken, zaman zaman aklımın sınırlarının zorlandığını düşünürüm…
İmralı görüşmeleri ve gelinen noktaya verilen tepkilerden birine bakalım.
Bir gazete, “Zaferle bitirdiler” diye manşet atıp, altına da şunu yazdı: Türkiye’nin ulus devlet yapısını hedef alan iktidarın işbirliği yaptığı terör örgütü yandaşları, başkent ilan ettikleri Diyarbakır’da zafer bayramı kutladı.
Bir diğer yayın organı: PKK’nın final dediği Amed Newroz’u, PKK’nın misyonunu tamamladığı ve devletin yanında yer alarak Kürdlük iddiasını bitirdiğinin açık göstergesidir.
Aynı konunun bu derece zıt değerlendirilmesi şaşırtıcı değil de nedir.
Buradan şu anlaşılmasın, herkes yapılandan memnun olmalı ve hiçbir eleştiri getirilmemeli…
Asla söylemek istediğim bu değil, tam tersine bu yaklaşım içeriğin tartışılmasının yolunu kesen bir yaklaşım.
Garip olan şey, birinci gazete örneğindeki yazılan gerçekleşmişse, diğer yayın organının bundan mutlu olması ve yazdıklarının tam tersini yazması gerekmez miydi, sizce de…
Bunun, fikir özgürlüğü veya farklı düşünmek diye yorumlanamayacağı aksine düşünme eyleminin korkulara teslim edildiğinin tipik örneği olduğu kanısındayım.
Aynı durum, görsel basındaki tartışmalarda da göze çarpıyor ve izlerken bu akıl tutulması karşısında, ülkem adına üzüntü duyuyorum.
Üstelik akademik ünvanlı olan bu kişilerin bunu fark etmeden, ısrarla tartışmayı sürdürmeleri şaşkınlığımı iyice arttırıyor.
Sürece gelince, devleti hiç de rahatsız etmeyecek Öcalan’ın talepleri, karşılıklı itina ile sürdürülen görüşmeler, tarafların kararlılığı ile devam ediyor.
Bazı Türkleri rahatsız eden PKK’nin muhatap alınmasının yanısıra, bölünmek, toprak ve statü kaybı iken; Kürtlerin çeşitli kesimlerini rahatsız eden ise, ulusal bilinçten vazgeçmekten tutun da eşitlikçi bir çözümden, federasyon veya özerklik gibi taleplerden dahi vazgeçilmesidir.
Ancak yine de Kürtler ve Türkler büyük oranda silahların susmasının yanında yer almakta ve sırf bunun için bile süreci desteklemektedirler.
Silahların susmasının her iki taraf için de kazancı oldukça büyüktür. Kürtler, tek mücadele biçiminin bu olmadığını , “canlarını ortaya koyanların” yarattığı bir çeşit duygusal bağdan kurtularak, daha akılcı ve gerçekçi mücadele biçimleriyle yol almaya çalışacaklardır.
Nihayetinde şiddete başvurarak “elini taşın altına koyanların” taleplerinin aslında 1999’dan beri, değişiklik gösterdiğini ve talep edilenle uygulanan yöntemin orantısızlığının gayet net anlaşılmasıyla bundan sonraki süreçte, daha özgürce kendi tercihlerini dillendiren mücadele yöntemlerini destekleyeceklerdir.
Kürtlere bugüne kadar, yine bazı Kürtler tarafından dayatılan tek mücadele biçiminin şiddet olduğu fikri ile bazı Türklerin de asacaksın, keseceksin ve onları yok ederek bu sorunu çözeceksin fikrinden çok mu farkı var…
Şiddet, karşılıklı şiddeti tırmandırdı ve sonunda anlaşıldı ki, bunun kazananı en azından bu toprakların insanı olmayacak. İçinde bulunduğumuz süreçle ilgili, endişeler ve kaygılar elbette olacak ve tabii ki de dile getirilecek ancak ortak payda silahların susması olmalıdır.
Akabinde, her şeyin konuşulabileceği bir ortamı yaratmak ve her kesimin korkularıyla yüzleşmesi, daha sağlıklı bir gelecek kurmamızı sağlar.
Her millet kendi kaderini tayin etme hakkına sahiptir. Kürtlere, biz ulus devlet olduk ve bunun sakıncalarını yaşıyoruz denmesinin onlar için hiçbir şey ifade etmeyeceği de açıktır. Çünkü toplumların da tarihi bir süreci vardır. Bir eşik atlanmadan başka bir eşiğe geçilmeyecek durumlar ya da konjonktüre göre şekil değiştiren, uyum sağlayan tercihler olabilir.
Kimsenin, kimseden bir üstünlüğü olmadığı gibi, halklara rağmen hiçbir şeyin önüne de set çekilemeyeceğini, tepeden bakan ve kendini sahip ötekini köleleştirme hesabıyla hareket edenleri de tarihin affetmeyeceğini, hem günümüzde hem de geçmiş örneklere bakarak görüyoruz.
Ne olursa olsun, süreci halklar tayin eder.
Öyle ya da böyle!
Er ya da geç!
guldalicoskun@hotmail.com