Yıllardır, partilerin seçim vaatlerinde yeni anayasa yapılması gereği mutlaka yer alıyor. 12 Eylül yasalarını değiştirmek istemeyen, neredeyse yok gibi görülüyor.
Aslında değişen epey de bir madde var. Fakat yine de bir türlü yeni bir toplumsal sözleşme yapmayı başaramadık ve meclisteki son deneme de CHP'nin sorun çıkararak komisyondan çekilmesiyle son buldu. Düşünün ki; daha detaya bile inilmeden, konuşulamadan vaz geçtiklerini duyurdular. Çünkü, bu kez, işin ciddiyetinin ve üst seviyedeki çabanın farkına vardılar. Tartışmalar başladığında, lafta olan söylemlerin, açığa çıkacağını biliyorlardı.
Hani “çağdaş, laik, demokrat ve özgürlükçüler” ya; lafta tabii. Cumhuriyet kurulduğundan beri daima “ilerici” ve “çağdaş” olmayı sadece görüntüye-giyim kuşama indirgeyerek salt edebiyat ve sloganlarla ülkeyi yönetip, iktidarda olmadıkları zaman bile muktedir olmayı başardılar. Daima kendileri belirleyici faktör ama diğerleri çağdışı ve gerici!
Yaşanılan kutuplaşmanın ana nedeni, bu iktidarın kaybından olsa gerek. Öte yandan bu partinin ve kurucu aklın, zulmettiği insanları bile hâla etkisi altında tutması ciddi bir başarı. Aleviler, en tipik örnek. Ancak, Kürtler de az itibar etmediler. En azından, Kürt siyasi temsilcileri diyebiliriz. Kaldı ki bu, bugün de devam ediyor. Kandil/PKK /HDP, platonik aşkını zaman zaman açık ediyor.
Aslında zihin kodları aynı. Benzer cümleleri kuruyorlar. Demokrasi, çağdaşlık, modernizm ve özgürlükten bahsederken, bunları kendileri gibi olanlar için istediklerini kast ediyor, diğerlerini ise aşağılıyorlar. Kaçınılmaz olarak da Türk ve Kürt Kemalistlerinin, dirsek teması hiç bitmiyor.
Bunlara rağmen, yeni anayasa için tüm yollar denenmeli. Çünkü bu kutuplaşmanın da, düzeysizliğin tavan yaptığı siyaset ve muhalefet biçiminin de ana eksenini, devletin yeniden tanımlanması korkusu oluşturuyor. Artık, yüzleşmek lazım.
Mevcut haliyle, toplumsal uzlaşma sağlaması gereken bir metin, bu ihtiyaca cevap vermiyor. Daha kucaklayıcı, adil ve eşitlikçi, insana şekil veren değil, insan hak ve özgürlükleri çizgisinden taviz vermeyen, hayatı zorlaştıran değil, çözüme hizmet eden bir anlayışla yeni bir sözleşme yapılmalı.
Ancak şu da bir gerçek ki, malum kesimlerle asla uzlaşma olamayacak. Olsaydı zaten, şimdiye kadar çoktan olur ve bunca sürtüşme yaşanmazdı.
Meselenin bir de şu boyutu var. Anayasa konusunu öyle fetişistleştirdik ki, sihirli değnek gibi bir anda her yer gülistan olacak diye bekliyoruz. Oysa uygulamalar ve bunun için gereken zihniyet dönüşümü çok daha önemli. Eskiye nazaran, zihniyet dönüşümünde, epeyce mesafe aldık.
Demokratikleşme ve özgürlükler konusunda atılan adımlar, bunların halk nezdinde de kabul görmesi, yazılı metinden çok daha önemli. Bugün inkâr edilen kimlik ve dillerden, açılan okul ve bölümlere gelindiyse, yer adları farklı dillerde yazılıyorsa, bu önemsizdir diyenlerin, geçmişte “biz dilimizi özgürce konuşmak, kimliğimizi korkmadan ifade etmek istiyoruz” diyenlere bir sorması lazım. Bırakın ayrımcılığı, artık pozitif ayrımcılık bile olduğu söylenebilir.
Bunun yanında, münferit yanlışların, devlet politikası gibi algılanması da Kürtler'in aşamadığı bir travma. Haklılar, ancak kolayca manipülasyonlara gelinmesi, PKK/HDP gibi ana amaçları, kendi statükolarını korumak olan bir yapının karşısında olanların dahi, zaman zaman onların tuzaklarına düşmeleri, hep bu haklı travmadan. Nasıl aşılır, aşarız, bilemiyorum ama güven verici politikalar, sabır ve çok çalışmak mutlaka etkili olacaktır.
Kürt siyasetçileri ve aydınlarının çoğu da kendi halkından kopuklar, tıpkı bizim bir dönem parti ve aydınlarımız gibi. Örgütleriyle, partileriyle halka rağmen ve onların ne istediklerini önemsemeden, sosyolojisine bakmadan, giriştikleri her çaba, önce halka sonra kendilerine ve tüm ülkeye zarar veriyor. Sonra da oturup, tıpkı CHP gibi; “cahil halk”, “bunlar adam olmaz” deyip, elitizmin tadını çıkarıyorlar.
Şu gerçeği en azından şimdilik kabul etmekten başka çareleri yok. Türkiye'de etnik unsurlar bir çatı altında adil ve eşit bir düzende yaşamak istiyorlar. Kürtler adına konuşanların da tüm çabalarını bunun için harcaması, gelecekte olmasını istedikleri başka biçimler için de bir yöntemdir. İnsanlar, can ve mal derdindeyken, bir takım ütopyaları değil, huzur ve refahı seçecektir.
Buradan yola çıkarak, yeni anayasa yapılırken, demokrasi lehine elini taşın altına koyan, hem kısa vadede, hem uzun vadede, hangi unsurdan olursa olsun kazançlı çıkacaktır. Konuşulamayan ortamdan, çok şeyin konuşulabildiği bir ortama kavuşmanın, çeşitli tartışmalara halkın da dahil olmasını ve tercihini özgürce yapmasını sağlayacaktır.
Ha tabii şu da var; malum yapıların tam da istemediği budur. Tüm direniş, silahlı ya da silahsız; tüm düzeysizlikler, edepsizce ve pervasızca pik yaptıysa, kaybetmenin dışa vurumudur.
Türkiye'nin demokrasi yolculuğunda kazanan statükocular değil, halk olacaktır.
guldalicoskun@hotmail.com