guldalicoskun @ hotmail.com

Günlerden Pazar, eylemlerden seçim, vakitlerden sükût zamanı. Söylenecek ne varsa söylendi. Akşama kadar siyaset yok, sürtüşme ve kutuplaşma yok. Umarım sakin ve huzurlu bir seçim gününü geride bırakır ve ülkemiz için en hayırlı sonuçları elde ederiz.

Yazıya oturduğumda, siyasetin oluşturduğu gündemi de kaygıları da, hayalimde hatalı yazılmış bir kâğıttan top yapıp çöp sepetime fırlattım. Felekten bir yazı çalmalıydım da; bu cümleyi yazarken bile ne yazacağımı bilmiyordum. Hatta itiraf edeyim ki, yine dönüp dolaşıp siyasete gelirim diye de korktum.

Tamam dedim saçmalama hakkımı kullanıyorum! Ya gazete basmazsa! Basın özgürlüğü yok diye protesto ederim! Haksızlık bu derim. İdam ipiyle adam asana laf yok da… Ben de hariçten gazel okusam bugünlük.

Stop! Ucu siyasete dokundu!

Yok başka bir yol bulmalıyım. İzlediğim bir filmden mi bahsetsem. En son “Gelecek Uzun Sürer” adında, belgesel tadında bir yol filmi seyrettim. İyi düşünülmüş, sunumu da hoş ve üstelik figuranlar, hayatın da gerçek figuranıydı! 1990-1994 arası Güneydoğu’da devletin yaptıklarını anlatan bir film. Filmin bir bölümünde, bir müze var Diyarbakır’da ve o müzenin içinde yakınlarını kaybeden insanlarla yapılmış röportaj kayıtları, siyah beyaz fotolar, acılar, ağıtlar, kederler…

Off! Yine geldik aynı noktaya.

Fakat bunu söylemeden olmaz! Film sosyalist bir kafanın ürünüydü ve bir çuval inciri sonunda berbat ediyordu. “Devletin ‘Kürt Sorunu’ dediği bu vahşeti aslında; (köyleri yakılarak, göçe zorlanan halkı ve yaşananları kastediyor) kapitalizmin insanları şehirlerde toplayarak, çaresiz bırakma ve sömürme oyunundan başka bir şey değil” diye tanımlıyordu. Ve ekliyordu; “Unutmayacağız, affetmeyeceğiz ve bir gün kendi komünlerimizi kuracağız”

Sorunu çözmüş sosyalist kafa, sorunun kaynağını da: Kapitalizm tabii ki! Nasıl da bugünleri anlatıyor. Bir farkla, halkı göçe zorlayan, evlerini yakan yıkan bu kez devlet değil, komüncüler oluyor!

Ne de güzel uzaklaştık siyasetten!

****

Siyaset, bizim gibi sistemi henüz tam olarak oturmamış ergen toplumların her alanına sirayet ediyor. Tıpkı ergenlik döneminin kişilik bunalımları gibi. İttihat ve Terakki’nin başlattığı ve cumhuriyetle kesilen doğal sosyolojik gelişim sürecinin sekteye uğramasının sancıları aslında tüm bu olanlar..

Tanzimatla başlayan tartışmaları, sağlıklı bir biçimde sürdürebilseydik, şimdi bu denli yıpratıcı bir kutuplaşmaya sahne olmazdı ülkemiz. Fakat, sonuçta durum bu ve bu sıkışmadan nasıl çıkarız, bunun üzerine yoğunlaşıp, fikir üretmeliyiz. Gündeme çakılıp kalmak, perspektifimizi daraltabilir ve bir neticeye varamayız. Bu başlı başına bir yazı konusu. Sadece, her muhabbetin aynı yere çıkmasına kısa bir not düşmekti maksat.

***

Ekim ayında Karaman Serbest Bölge Çalıştayı ve Ekonomik Vizyon Toplantısı için, şehre gittik. Sadece bölgeye değil, ülke ekonomisine ciddi katkıları olacak bir çalışma. Karaman’da hem konumu itibariyle hem de verimli toprakları sayesinde, Hollanda’da bulunan “Gıda Köyü” projesinin bir benzeri hayata geçirilebilir. Kısır siyasi çekişmeler sürerken, ülkenin bir yerinde üreten insanların olması ve somut işlerle uğraşmasına tanık olmak iyi geldi.

Karaman’ı gezemediğim ve sokaktaki insanlarla konuşamadığım için biraz buruk dönüyordum. İşimiz bitince, Konya havaalanına geldik ve uçaktayız. Yaşının seksen iki olduğunu sonradan öğrendiğim bir amca ve eşi ile selamlaşıp yanlarına oturdum.

Takım elbiseli ve kravatlı, yaşına göre oldukça dinç olan amca, Konya’nın bilinen ailelerinden ve aynı zamanda da emekli bir iş adamı. Tanışma faslından sonra muhabbet başladı; tabii ki siyaset! Çalıştay, katılımcılar ve yararlarından bahsettikten sonra, yılın sorusu geldi.

“ Her şey kötüye gidiyor, sence ne olacak bu işin sonu?” deyince amca; “umalım iyi olsun” demekle yetindimse de içimdeki merak beni sohbete itti. “Siz ne düşünüyorsunuz?” deyivermiştim bir kere!

Konya, muhafazakârlığıyla bilinen 1970’lerden beri Milli Görüşün kalesi ve hemen her seçimde AK Parti’nin ezici çoğunlukla seçimi kazandığı bir il. Burada, Kemalist bulmak, samanlıkta iğne aramak misalidir.

Fakat; uçaktayım ve yanımda belki de şehrin tek Kemalisti ile sohbet ediyoruz.

Amcam bir coştu ki; ben de tipten kaybediyorum ya, şüphe etmiyor ve sayıyor da sayıyor.

İsmet İnönü ile hatıralarından, "bunların" ülkeyi nasıl mahvettiklerine kadar geliyoruz. “Bunlar” şöyle, “bunlar” böyle, bölücüleri muhatap aldılar, dini alet ediyorlar vs..

He amca, öyle amca, haklısın amca! Yaşlılara kıyamam ya hiç!

"Bu Konya hiç CHP'nin kıymetini bilmiyo değil mi, amca; hiç kazandırmadı "bizim partiye" dedim, "elit bir partiden olmanın" tadına vararak!

"Buranın etli ekmeğa meşhur gızım; ekmek kafa hepsi, işte ondan " deyince amca..

"Aa amca etli ekmek yinmez mi" dedim. "Ha gızım, guzel hakket" deyip, sen nerelisin diye sorunca:

"Gayseri amca! Hep mantı yüzünden işte ben de böyle oldum; arada gafam garışıyoo.." diye şaka yaptım.

"O da güzeldir gızım, o da güzel!

Gülümsedim; “yedik ideolojiyi” diye düşünürken!

***

Hayırlı tercihler dileğiyle…

 

guldalicoskun@hotmail.com