Birkaç gündür süren bir tartışmanın içindeyiz. Sevan Nişanyan’ın aldığı hapis cezası… Her zamanki gibi iki kutba ayrıldık; bu cezayı, fikir özgürlüğüne karşı bir darbe olarak yorumlayanlarla; hak etmişti, kutsal değerlerimize hakaret etmemeliydi diyenler, olmak üzere…
Bu cezanın alınmasına neden olan cümleler ise, gazetelerde ve tüm haber sitelerinde yer alırken, aslında bir çoğumuz yine içeriği bırakıp, iki inatçı keçi gibi tokuşmaya başladık… Hatta komik olan, bu cümleler suç ise kullanan ve haber yapan herkes dolaylı olarak bu suçu işlemiş oldu.
Demokrasilerde fikir özgürlüğü ve bunun ifadesi, hayati derecede yer tutar. Ancak, bu özgürlüğü kullanmanın sınırını belirleyen ölçüler, ne derece geçerli ve somuttur… Hakaret, kışkırtma, aşağılama ve tahrik etme gibi durumların tarifi, kişi ya da gruplara veya konuya göre muğlaklık arz etmez mi…
Özellikle din ve inanç gibi konularda, bazen çok basit bir söz bile hakaret olarak algılanabilir… Her seferinde soluğu yargıda almakla söylenmiş sözler yok olmadığı gibi, muhataplar haber değeri taşıyan kişiler olunca, bu sözler daha da yayılmış olmaz mı?
Her zaman ortaya atılan fikirler, hoşumuza gitmek zorunda değil… Her inanç/ inançsızlık, bireysel ve kendine özgüdür… Ötekine gelen her türlü anlamsızlığı ve saçmalığına rağmen, benim için muhteşem olabilir…
İnanç/ inançsızlık aynı zamanda psikolojik bir olgudur ve bireylerin iç dünyasını bağlar. Bu gibi konularda, zekanın, aklın ve mantığın hiçbir değeri yoktur…
Bunlara rağmen biri çıkıp da fikrini pek ala beyan edebilir, eleştirebilir, garip bulduğunu söyleyebilir ancak nezaket ölçülerinde ve kabalaşmadan bunu yapmalı…
Nezaket, sadece bireysel ilişkilerde değil, siyasetin en tepesinden, toplumun her katmanına kadar ortak bir değer olmalı. Sosyal yaşamdaki düzeni her zaman yazılı kurallar belirlemez tam tersi yazılı olmayan kural ve kaideler çok daha etkilidir.
İstanbul’ da Hristiyan ve Müslümanların komşuluk ettiği bazı semtler vardır… Farklılıklara rağmen, birbirlerinin dini ritüellerine saygı duyar ( belki de içlerinden tuhaf buluyorlardır) ve birbirlerinin bayramlarını kutlarlardı. (çocukluğumda). Yaz dönemi Ramazan ayında, balkonda akşam yemekleri, Müslüman komşuların iftar saatlerine denk getirilir ya da içerde yenirdi.
Bu insanların bu şekilde davranmasını sağlayan yazılı hiçbir yasa yoktu ancak, içselleştirilmiş insani bir ölçüye yani nezakete sahiptiler. Ve de fikir ve inanç özgürlüğünün nezaketin katkısıyla topluma yansımış haliydi…
Yazılışı gibi kendi de güzel bu davranışı, artık bir çoğumuz unuttuk, ayarsız konuşmaları, gelişmişlik sandık…
Demokrasi diye ölüp bitiyoruz da aklımıza, nezaketin olmadığı yerde demokrasiyi de o fikir özgürlüğü bu fikir özgürlüğü diye diye kendi sınırsızlıklarımıza ve nezaketsizliğimize alet ederek, içini boşaltıyoruz.
Demokrasi, sınırsız özgürlük değil, tam tersine özgürlüklere vicdan ayarı vermektir. Yasalar, çok önemli olmakla beraber daha da önemli olan insan olmamıza katkı sağlayan içten ve güzel davranışlarımızdır. Nezaket ölçüsünde tartışamayacağımız hiçbir konu olmadığı hatta din gibi dokunulması zor olan bir konuyu bile konuşup tartışabileceğimiz kanısındayım…
Kişiler, kendi inancını yaşarken, farklı inançlardaki insanlara karışamaz, onları zorlayamaz ve aşağılayamaz... Hindistan'da ineğe tapanlar var, öyle mutlular, yapacak bir şey yok... Şirince'ye de bir inanç yüzünden insanlar akın etti, yine yapacak bir şey yok... Efes'e, Mekke’ye Umre'ye/ Hacca gidiyor insanlar, çünkü öyle mutlu ve var oluyorlar…
Bundan yirmi beş - yirmi altı yıl önce, Erich Von Daniken adlı İsviçreli bir yazarın o zaman çok popüler ve iddialı olan bir kitabını okumuştum. Tanrıların Arabaları adlı bu kitapta, yazar kendi mantığı çerçevesinde; tek tanrılı dinleri, peygamberleri ve özellikle Hz. Muhammed ile ilgili birçok konuyu/inancı, bir takım verilerle çürütmeye çalışıyordu. Asla, aşağılayıcı ve kaba tek bir ifadesi yer almazken, tüm dikkatleri ve ilgiyi üzerinde toplamayı başarıyordu. En sabit fikirli bir insanın bile en azından merakla okuyabileceği bir ustalıkla tezlerini ileri sürüyordu.
Kitap, Türkiye’de yasak değildi. Yazılanlar, Sevan Nişanyan’ın söylediklerinden çok daha fazla ama dili naif ve nezaketten uzak değildi. Öyleyse dil, söylenenin önüne geçebilir ve muhatabını olumlu ya da olumsuz etkiler, tartışmayı işlevsizleştirir, yararsız bir hale getirirken, karşılıklı kabalığa ve özele kadar indirip düzeysizleştirir… Bu da sorun çıkarmaktan başka hiçbir işe yaramaz…
Nişanyan ve Say’ın üsluplarını eleştirebilir, aynıyla karşılık verebilir veya sessiz kalabiliriz. Ancak; böyle durumlarda hapis cezası gibi cezalar, üslup ve nezaketten yoksun da olsa fikrin özgürlüğüne vurulmuş bir darbedir.
Bununla birlikte sanmıyorum ki, batıda ifade özgürlüğü var diye, birileri birilerinin inançlarıyla uğraşsın. İnanç /inançsızlıkla değil ama bunlardan doğan tahakkümle savaşmaktır özgürlük... Yani tahakküme dönüşmediği sürece, karışmak da hak ve hürriyetlere müdâhaledir…
Nefret suçuna ( azınlık/ çoğunluk edebiyatına katılmıyorum) en ağır ceza verilmeli, söylemlere karşılık ise, bireysel tepkiler çok daha anlamlı olacaktır…
Fikir özgürlüğü önemli bir özgürlük ve biz bunu her koşulda savunmalıyız; nezaketsizliği ve kabalığı onaylayamayacağımızı bir küçük not düşerek…
Tüm kesimler için ve nezaketle…
guldalicoskun@hotmail.com