guldalicoskun @ hotmail.com

 Yorulurdum… Bıkardım ve ne haliniz varsa görün derdim belki de…

Bir düşünün ki, size oy veren tabanınızla bile ters düşme pahasına olmadık(!) işlere el atıyorsunuz…

Otuz yıldan fazla süren bir savaş ve onca şehide rağmen, “teröristbaşı” ile masaya oturuyorsunuz. Şehit ailelerinin profiline baktığınızda büyük oranda kendi oy kitleniz olduğunu gördüğünüz halde üstelik…

Yine de, savaşın nimetlerinden yararlanmak dururken, barışı seçiyorsunuz… Hamasi nutuklar atmak, daha çok prim toplar bu memlekette…  Bir de lafta özgürlük ve demokrasi sosu eklediniz mi üzerine, tadından yenmez!

Tabanın en büyük talebi, başörtüsü sorununun çözümü ve ekonomik ve sosyal hayatta daha fazla yer alabilmekti… Zira; çok da fazla Kürt ve Ermeni vb sorunlarla ilgili çözüm taleplerinin olduğunu söyleyemeyiz.
Onlar da bu sistemin ve yıllarca anlatılan resmi tarihin kurbanları değil mi nihayet… Tek avantajları, daha az eğitim alındığından (iyi ki öyle olmuş) algı yönetiminde yüzde yüz bir başarı elde edilememiş olması…
Ulusalcı ve resmi tarih severlerin kibirli ve üstenci dili, halkın öz değerlerine yabancılaşması ve onları hakir görmesi de aslında bu aşağılanan kesim için faydalı olmuş ve akıllarında küçük bir soru işareti bırakmış…

Resmi tarihle ters düşen sözlü tarih ve büyüklerinden dinledikleri öyküler, iki arada bir derede kalınsa da kafalarının karışmasına yol açmış ve yine iyi ki de böyle olmuş..

Fakat bölünme, dağılma ya da sahip olduklarını da kaybetme korkusuyla olsa gerek, sessizliği seçmişler.

Aslında; oylarıyla, siz ne hikâye anlatırsanız anlatın biz inanmıyoruz demişler ve çoğu kez o akıllarındaki sorulara hep cevap bile aramışlar…

Hani masallarda bir dev vardır, suyun ağzına oturup halkı kuraklıktan kırıp geçirirmiş. İşte o deve savaş açan birilerini beklemişler… Dev, arada pozisyon değiştirirken akan suyla yetinmiş ve çoğunlukla da şükretmişler!

Suyun öteki tarafı ise hep mutluymuş halinden ve bunu paylaşmaya da niyeti yokmuş!

Bu yüzden kendileri için tehlike gördüklerini, ortadan kaldırmak için her yolu mübâh görmüşler…

Cumhuriyetin kurulduğu yıllarda, şapka giymeyi kabul etmediği için asılan hamile kadından tutun da yine düzmece davalarla yargılayıp asılan Başbakan’a kadar her yol mübâhtı.
Sonra arada bir korku salmak için, önce ortalığı karıştırıp, cinayetler işleyip-işletip gövde gösterisi yapmak gerekirdi ve asker, böyle günler için vardı…

Ancak, sistem kendi kontrolünde yine kendi karşıtını da yaratmalıydı ki, denize düşen sisteme sarılsındı!

Sadece karşıtı mı; aydınlarını da kendi yarattı. Tam bir oryantalist ve damarları Kemalizm enjekteli halis-muhlis “Türk” aydını ve tabii medyası… Bu sözde sistem karşıtları, kontrollü bir şekilde nasılsa olamayacak diye düşünüp, Kürt ve Ermeni konularında ufuk açıcı söylemlerde bulunurken, biri çıktı ve söylemden ötesini yapmak için kolları sıvadı…
İşte ne olduysa o günden sonra oldu!  Takke düştü kel göründü!
Eski reflekslerini sergilemeye başladı sistemin asli ürünleri!  Berikiler, yani halk, yani biz, imalat hatasıydık, çok şükür ki destek bulamadılar…
Bu ülkede solu da sağı da ben belirler, ben dizayn ederim diyen sistem, emperyalizmin 19.yy sonu 20 yy başı olan böl- parçala ve yönet şablonun çok iyi kullanarak sözde solcu olduğunu zanneden bir çok fraksiyonun oluşmasına da bayılmıştı adeta!

Kemalist olduğu müddetçe hepsi “bizim çocuklar! ”  varsın aralarında devrimcilik oynamaya devam etsinler denmiş; zararı olmazdı!

Ama işte yine ne olduysa o gün olmuş! Bir gün birileri gerçekten devrim yapmaya kalkmış! Aslında; derin yapılanmadaki kostüm değişikliği ile kontrol altında tutuyoruz sandıkları bu devrimci yapının lideri de sistemin “defolu” ürünlerindenmiş ve hodri meydan çekmiş!
Vayy! Sen misin taşları yerinden oynatan! Tüm oyunlar konulmuş sahneye! Öyle ki, hakları savunulan insanlar dahi başlamış saldırmaya!  Sistem, tecrübeli ya iyi bilir hangi argüman ipiyle hangi kuklayı oynatacağını!
Kendi yasakladığı 1 Mayıs İşçi Bayramı’nı kullanır. Sözde solcular başlar sözde devrim yapmaya… Sistemin iş adamları bile komünist kesilir, sözde devrimin finansörü olurlar! AVM den çıkmayan artistler, birden AVM karşıtı kesilir! Bırakın mallarını yağmalamayı ve hatta ülkeden sürmeyi, Ermeni mezarlarının üzerine yapılan parkta, ağaç sever olur, Dersim katilleriyle kanka, Cem evlerini yasaklayanlarla aşk yaşarlar. Katliamcı ve darbeciler demokrat, tüm etnik unsurlara saygı duyup ve tarihteki yanlışlarla yüzleşme cesaretini göstererek yüz yıllık sorunların çözümüne soyunana da diktatör derler…
Ha bir de namuslu çıkıp bu “namussuz devrimcler!”  Ermeni mallarını da iade ederse, nasıl çıldırmasın suyun ağzını kapatan bu koca dev!

Velhasıl, şeytan bile terk eyledi ülkeyi, heybesindeki kötülükler zayıf kalmış bizim Gargamellerden!
Kolay mı; devrim bu devrim; “boru” değil elbet!  Emek işter; güçlü lider ister…

Hem tabanını ve kitleni konsolide edip, hem de bunların türlü oyunlarıyla mücadele edeceksin; yetmiyor, dünyadaki kıt kaynakları adilce bölüşmek istemeyen ve paradigmaları çöktüğü halde pişkinlikte sınır tanımayan iki yüzlü ABD ve Batıyla uğraşacaksın ve din kardeşinden bile kazık yiyeceksin…
Yok yok! Hiç akıl kârı değil! Sanırım, kendini adamak gerek..

Yorulurdum… Bıkardım ve ne haliniz varsa görün derdim belki de…

Değil mi ki bu memleketin aydınları bile demokrasiyi ütopik olduğu sürece savunur ve isterler!

Yakmak gelirdi içimden, tüm gemileri belki de!

 

guldalicoskun@hotmail.com

twitter.com/gulcoskun34

(30.04.2014)