guldalicoskun @ hotmail.com

Günlük haberleri tararken, aklıma Hükümet Kadın filmindeki şu cümle geldi. “Allahım, yaratmasına yaratıyorsun da, neden takip etmiyorsun!”   Sözcükler, tam böyle miydi hatırlamıyorum ama mana, meclisteki nev-i şahsına münhasır vekillere, bazı köşe yazarları ve kendini aydın zanneden muhteremlere de uymadı değil hani!

Elbette, bunlar toplumun bir ürünü diyebiliriz de ama toplum bu ürünleri verdikten sonra yerinde durmuyor ki, onlar olduğu yerde sayarken, halk değişimi yakalıyor ve olup bitenleri onlardan daha iyi görüyor.

Televizyonda izlerken, köşelerini okuyup, demeçlerini dinlerken; bir uyku bastırıyor bir uyku anlatamam. Böbürlene böbürlene, çok bildiğini sanan üstten bakışları, her devre uyum sağlayan “köçek” kalemleri hele o kendinden pek bir emin halleri yok mu, hiç yanılma payı bırakmadan noktayı koyuveriyorlar…

Hallerini yazarken bile yine uyku bastırdı! Bu yazı biter mi bilemiyorum!

 

***

Bir döneme girdik, özellikle dönem diyorum; “süreç” sözcüğünden fenalık geldi…

Her gün yazılı ve sözlü basında dönemi yazıyor, konuşuyoruz. Bazı yazarlarımızdaki kaygı yoğunluğu, gözlerimi yaşartıyor. Konuştukları üç beş kişinin fikirlerini,  Kürtlerin  / Türklerin çoğu, olanları endişeyle izliyor, şüpheyle bakıyor ve aktörlere güvenmiyor gibi bir genellemeyle vermeleri, olandan çok olmasını arzu ettikleri şeyler gibi geliyor.

Öyle ya, sonra kalemşörlerimiz, vekillerimiz ve “aydın”larımız, kimin duygularını istismar edip, efelenecekler. Ver coşkuyu! Nasılsa ölen, sakat kalan, mağdur olan onlardan değil.

Bakın neymiş kaygıları!

Devletin amacı PKK yi pasifize etmekmiş!

Aman ha! Dikkatli olun bu oyuna gelmeyin, AKP seçim yatırımı yapıyor!

Ah keşke güvenebilseydik, gönül isterdi de, bal bal demekle ağız tatlanmıyormuş!

Hem ne o öyle, pozitif olmayın kardeşim, ayıptır! 

Bak adı üstünde A-K-P !  Halbuki, falanca olacaktı ki, nasıl güvenirdik!

İşte caanım ( !) aydınlarımızın tüm öngörüleri bundan ibaret...

Son on yılda Kürt Hareketini AKP karşıtlığına indirgeyenlerin, yetmese de yapılan birçok açılıma rağmen şiddeti tırmandırmaları ve sanki bu şiddetin amacının bağımsızlık mücadelesi olduğunu usta illizyonist maharetiyle yutturmaya çalışmaları, bazı kesimlerce kabul görmüş ya da işlerine öyle gelmiştir.

Konjonktürel bir gereklilik olarak yapılması zaruri olan şeyleri şimdi de silah ve şiddetin bir kazanımı olarak sunmak, hem dünyayı doğru okuyamamak hem de barışçı ortamın getireceği özgürlüğün kendi alanlarını daraltma korkusu değil midir!

Barıştan korkan her iki kesim de, süren çatışmaların kendi varlık nedeni olduğunu çok iyi bildiklerinden olsa gerek, görüşmeleri karşılıklı olarak manipüle etmek için bir taraf Öcalan’ı itibarsızlaştırırken diğer taraf da Erdoğan’a aynı yöntemi uygulamaktadır.


En garip gelen de, Erdoğan’ın bunu seçim yatırımı ve başkanlık sistemi için yaptığını söylemeleri.

Umarım öyledir, demek ki Erdoğan, bizden oy almak için doğru şeyler yapması gerektiğini biliyor, diğer partiler gibi projesiz, çözümsüz ve hiçbir şey üretmeden sadece eleştirerek ve istismar üzerine kurulu bir siyasetle gittikçe yok olacağını anlamış bulunuyordur.

İçinde bulunduğumuz dönemde Hükümetin doğru söylem ve davranışlarını silahların susması adına desteklemeli ancak akabinde olası bir samimiyetsizlik ve sorunu sürüncemede bırakmasıyla, karşısında çok daha güçlü bir direnişle karşılaşacağını da vurgulamalıyız.

Muhalefetin hoşnut olacağı ve böyle bir durumda sesinin çıkmayacağı da ortada. Zaten, bu muhalefetle bir on yıl daha AKP’nin iktidarda kalacağı, kendi yaşam tarzlarını demokratlıkla özdeş görenleri de hayli üzdüğünden olsa, köşelerinde “aydın” gazetecilerimiz ölü doğmuş çocuğa demokrat puantiyeli kumaştan don biçmeye devam ediyorlar.

Zihniyet bu olunca, barış görüşmelerini ve silahların susmasını kalemlerinde buruk bir tatla dile getirmeleri, olumsuz bir hava yayarak, ortalığı bulandırma çabaları da gözden kaçmıyor.

Düne kadar İmralı’yı muhatap gösterenlerin de birden çark etmesi ve tarafların eşit koşullarda olmadığını öne sürerek, suyu yokuşa sürme gayretleri de dikkate değer doğrusu. Oysa; şu koşullarda provokasyon ihtimaline karşı en güvenli yerin İmralı olduğu görünüyor.

Neyse ki görüşmelerde belli bir aşamaya gelindi ve nihayet bir yol haritası ortaya konuldu.

Tabii ki, Öcalan’ın talepleri tüm Kürtlerin talebi değil ve olamaz da. Ancak şiddet ortamında bugüne kadar hangi talep, tartışmaya açılabildi sorarım!

İnsanların birbirini öldürdüğü bir ortamda, en kutsal talep yaşama talebidir ve ortak zemin öncelikle can güvenliği olmalı. Artık şiddetle değil, akılcı politik manevralar aracılılığıyla yol alma dönemindeyiz.

Bu noktadan bakınca, kimi köşe yazarlarımızın endişeli Diyarbakır izlenimleri ve Kandil ne der söylemleriyle, asıl amaçlanan, bağcı dövmek olunca, yaptıkları verimsiz toprağa asma fidanı dikmekten ibaret.

Kürt halkının beklentisi, talepleri hepimizin yararına olan ve asla korkulmayacak taleplerdir. Yeter ki bunları tartışabileceğimiz ortamı yaratabilelim…

Zira; olması gerekenden kim korkar!
 

guldalicoskun@hotmail.com