hanifialir @ sivildusunce.com

Said ismi; Müslüman toplumunda, en çok kullanılan isimlerden biridir. Hususan Kürt toplumunda daha çok kullanılıyor. Kürt ilim ve devlet adamlarında Said ismine çok rastlarsınız. Ama üç Said vardır ki, Kürtlerde hatta tüm İslam toplumunda yerleri apayrıdır.

                Sanki Said isminin Kürtlerde bir bereketi varmış. Kimdir bu üç Said derseniz. Evet, ikisini çok iyi tanırsınız fakat üçüncüsünü çok azımız biliyor. Birincisi Saidê Kûrdî’dir, meşhur ismiyle Bediüzzaman Sait Nursî Hazretleri; ikincisi Şeyh Saidê Kal’dır, yani Pirê Fani Şeyh Saidê Piranî; üçüncü Said ise bilmemiz gereken ama çok azımızın bildiği Molla Said Şemdinanî’dir.

             Üçünün ortak özelliği, üçünün de Kürt medreselerinde eğitim almaları, alim, bilge ve aynı zamanda müderris olmaları ve aynı dönemde, meşrutiyet sürecinde yaşamış olmalarıdır.

             Üçünün farklı özellikleri ise; Said Nursi ile Şeyh Said’in Osmanlı’nın ilan ettiği Cihad-ı İslam çağrısına uymaları ve cumhuriyet kurulduktan sonra hayal kırıklığına uğramalarıdır. Molla Sait ise ilan edilen Cihad-ı İslam çağrısına, sonucundan emin olmayıp tereddütle bakmasıdır.

           3 Said’in bakış açılarına gelince:

1] BİRİNCİ SAİD: BEDİÜZZAMAN SAİD NURSİ HAZRETLERİ:

                     Öncellikle şunu belirtelim, gayemiz Sait Nursî’yi tanıtmak değildir. Zira buna ihtiyaç yoktur. Tüm İslam toplumuna mal olmuş, onlarca eserleri ve milyonları aşan talebeleri varken onu anlatmak ne haddimizdir ne de kabiliyetimiz buna yeterlidir. Ama üç Said’i anlatırken belli noktaları da anlatmadan geçemeyeceğiz.

               Bediüzzaman Hazretleri, kendi yaşam ve bakış açısını iki döneme ayırmaktadır:

 Birinci Said Dönemi: Hamiyetperver tarafı ağır basmıştır. Van’da Kürtçe eğitim veren bir medrese (üniversite) istemiştir. Eşitlik, hürriyet, cumhuriyet fikrini benimseyip Kürtler dahil olmak üzere, herkes için hayırlı olacağına inanmıştır. Fakat cumhuriyet ilan edildikten sonra hayal kırıklığına uğramıştır.

İkinci Said Dönemi: Cumhuriyet ilan edildikten sonraki dönemdir. Dinin gittikçe zayıfladığını, esas meselenin siyasal sistem olmayıp bireyin kişiliği, şahsiyeti ve İMAN meselesi olduğuna kanaat getirip eserlerini bu doğrultuda neşretmiştir.

           Bunun içindir ki, çevresi ona asrın müceddidi gözü ile bakmıştır. İmam Gazali, İmam Rabbani ve Mevlana Xalidê Bağdadi’den sonra gelen asrın son müceddidi gözü ile bakmışlardır.

           Gerçekten de bilhassa, İmam Rabbani ile ortak yönleri çoktur. Bilindiği gibi İmam Rabbani, Babûr İmparatorluğu döneminde yaşamıştır. Babûr İmparatorluğu ikinci şahı, Ekber Şah; çok enteresan biridir. Budist, Hristiyan ve Müslüman din adamlarını toplar, günlerce tartıştırır, sonuçta bir karara varır. Der ki: “Tüm dinlerin temel felsefe ve gayeleri aynıdır. O zaman her dinin en iyi tarafını seçip ortak hakikat dinini oluşturalım.”

                Ekber Şah, bir süre sonra bir kısım din adamlarından fetvalar alıp bu doğrultuda devam eder. Fakat bununla da yetinmez, etrafı ona, aslında sende peygamber sıfatı var demeye başlarlar.

 İşte İmam Rabbani bu dönemde Şah’ın, İslam’ın içini boşalttığını ve sapkınlığa düştüğünü görür. Tüm İslam coğrafyasındaki hocalara, mirlere, emirlere, kanaat önderlerine imanî ve akaidi meseleleri ele alan mektuplar yazar. Nitekim tüm mektupları, MEKTUBAT adlı eserinde toplanmıştır.

               Bediüzzaman Hazretleri de Cumhuriyet Dönemi’nde Müslümanlara örümcek kafali, geri kafalı gözü ile bakıldığını görür, tıpkı İmam Rabbanî gibi imani meselelere önem verip Risale-i Nur’u yazar.

2] İKİNCİ SAİD: ŞEYH SAİD’İ PİRANİ

                         Şeyh Said’le alakalı onlarca çalışmalar, araştırmalar yapılmış ve onlarca eserler ortaya çıkmıştır. Ama halen Kürt Xalidi tarikatının şeyhi olan, alim, bilge, müderris Şeyh Said hareketinin arka planında ne vardı sorusu soruluyor ve bu konudaki tartışmalar devam ediyor. Çünkü bir ilim adamı, pirê fani, dinini tebliğ etmekten başka bir gayesi olmayan, adalet dağıtan, hayatında silah kullanmamış, siyasetle pek alakası olmayan birinin, silahla ve savaşla kurulmuş bir devlete karşı güç kullanması veya devleti devirmesi şansı ve ihtimali yoktur. Yapsa yapsa biat etmez, muhalefet eder veya halkı galeyana getirebilir.

                Şeyh Sait İsyanı’nın perde arkasında;

              1924 yılında Mustafa Kemal’in, eski silah arkadaşlarının Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası'nı kurmasına öfkelenip kendisine muhalif olan lider ve güçleri ortadan kaldırmak ve imha etmek mi yatıyordu?

             Bu isyanın arka planında, organize bir Kürt hareketi var mıydı?

             Şeriat isteyenlerin örgütlü bir İslami hareketi miydi?

             İşin içinde Musul Sorunu ile alakalı İngiltere’nin parmağı var mıydı?

             Yoksa, olaylar kendiliğinden mi başlamıştı ve hükümet bu zamansız ortamı provoke edip fırsata mı çevirdi?

            Ama sebebi ne olursa Şeyh Said’in hem Kürtler nezdinde hem de Müslümanlar nezdinde şu iki sözde tecelli eden değerini korumuştur,darağacına giderken söylediği son iki söz:

            “ Benim ölümüm Allah ve din için ise, darağacında asılmama perva etmem.

             Boynuzsuz keçinin ahını boynuzludan alırlar.”

3] ÜÇÜNCÜ SAİD: MOLLA SAİD ŞEMDİNANİ

                       Üçüncü Said ise; çok ilginç bir şahsiyet, çoğumuzun tanıması gereken, nedense pek bilmediğimiz Molla Said Şemdinani’dir. Kimdir bu Molla Said?

                       Kürt diline ve kültürüne Molla Mahmudê Beyazidî’den sonra, en çok hizmet eden, Kürt adetlerinin, geleneklerinin ve meziyetlerinin dünyaya tanıtılmasına vesile olan alim, bilge, edip, müderris ve aydın biridir. Ünlü araştırmacı, yazar ve Rus Diplomat Basil Nikiti’nin öğretmenidir.

                      Molla Said Şemdînanî, 1870’de Hakkari’de dünyaya gelir. Erbil’de medrese eğitimini alır. Şemzinan’ın (Şemdinli bölgesi) başkenti Nehri Şeyhleri, tekke ve medreselerinde müderrislik ve hocalık yapar. 1914’de Birinci Dünya Savaşı başlayınca Osmanlı Devleti “Cihad” ilan eder. Molla Said de aldatılacağına inanır ve cihad çağrısına karşı gelir. Tutuklanır. Mahkemesi Musul’da görüldüğü sırada öğrencileri tarafından kaçırılır. Molla Said, Urmiye şehrine yerleşir. Urmiye’de bir yandan siyasi ve toplumsal konularla ilgilenir bir yandan da Basil Nikitin’e Kürt dilini öğretir. Nikitin’in isteği üzerine Hakkari yöresinin toplumsal, tarihsel ve kültürel konularıyla ilgili yazılar kaleme alır. Maalesef 1918’de 48 yaşında Kürtler arasında çıkan bir arbedede öldürülür.

                   Basil Nikitin, Mayıs 1915'ten Nisan 1918 yılına kadar Çarlık Rusya'sının Urmiye Konsolosluğunu yapar. 1917 Ekim Devrim'inden sonra Rusya'ya dönmez, Fransa'ya yerleşir. Urmiye’de kaldığı yıllarda Kürt tarih ve folkloruna ilgi duyar.

                 Basil Nikitin, Paris’e gider ve Molla Said’in el yazmalarının bir kısmını Paris’te kitap olarak bastırır. Thomas Bois ve David MacKenzie isimli Kürdologlar geriye kalan el yazmaları üzerinde çalışma yaparlar ama bu el yazmalarını baskıya vermezler. Raflardaki bu elyazmaları; bir şekilde 1985 Şemdinli doğumlu, Boğaziçi İngiliz dili mezunu, yurt dışında kariyer yapmış Ergin Öpengin isimli bir araştırmacının özel arşivinde kendisine yer bulur. Ergin Öpengin de bu küçük hikayeler ve fabllardan müteşekkil el yazmalarını BEZABER ismiyle kitaplaştırıp yayımlar.

                  Molla Said'in kaleme aldığı ve Basil Nikitin'in beraberinden götürdüğü dört hikaye var. Bu hikayeler, Hakkâri ağzıyla Arap alfabesiyle yazılmıştır.

                   Basil Nikitin, Molla Said’e “Qaziyê Kurdistan” lakabını vermişti.