hanifialir @ sivildusunce.com

KÜRTLERLE TÜRKLERİN TARİHİ MÜNASEBETLERİ, İTTİFAKLARI, KIRILMA NOKTALARI VE HAYAL KIRIKLARI

                 Günümüz dünyasında, yaşadığımız çağda; bölgemiz ve coğrafyamızda kurulan devletler ve çizilen sınırlar hiçbiri tabii değildir ve hepsi 19. ve 20. yüzyılda Avrupalı Emperyalistler tarafından işlerine ve geleceklerine hizmet edecek şekilde masa başında çizilmiştir ve kurulmuştur. Kurulan devletlerin hiçbirinin özde homojen bir etnik yapısı yoktur. Ne İran’ın, ne Irak’ın, ne Suriye’nin ne de Türkiye’nin hiçbirinin etnik yapısı homojen değildir. Homojen olan değerler ise; bağlı oldukları ortak kültür ve inanç medeniyeti, tarihi birliktelik ve zorunlu coğrafi paylaşım ile tarihi süreç içinde kurulan akrabalık bağlarıdır.

                Bunca çelişkiye, bunca olumsuzluğa, bunca provokasyona, bunca siyası istismara ve ırkçılığa, bunca dış müdahalelere, Müslüman devletlerin bunca iç dış savaşlarına ve bu devletlerin bunca baskı ve haksızlıklarına rağmen Orta Doğu ülkeleri vatandaşlarının, halklarının birbirine kötü gözle bakmamanın hikmeti ne olabilir?

•             Birincisi: Bin senelik ortak bir medeniyete, inanca, kültüre ve geçmişe sahip olmalarıdır.

•             İkincisi: Asırlarca ortak bir gelecek tasavvuruna ait imparatorluklar bünyesinde yaşama alışkanlığıdır.

•             Üçüncüsü: Zorunlu ortak bir coğrafyaya sahip olmalarıdır.

•             Dördüncüsü: Yüzyılların getirdiği akrabalık bağlarıdır.

•             Beşincisi: Yılların getirdiği ortak ticari ve ekonomik bağımlılıklardır.

                      Zaten toplumları bir arada tutan temel etkenlerin başında: Ortak gelecek tasavvuru, ekonomik bağımlılık, kültürel ve inanç değerlerinin yarattığı yaşam biçiminin yanında; toplumların ilişki şekli ve biçimi hangi esaslar üstünde kurulmuş ise o esaslar üzerinde devam eder. Eğer ortak dini ve inanç değerleri üstünde bir araya gelmişler ise dini birlik üstünde devam eder, İslam imparatorlukları gibi. Eğer özgürlük, demokrasi, eşit haklar üstünde ilişki ve bir arada olmuşlarsa demokrasi üstünde yürür, ABD gibi. Eğer ideolojik ortak değerler üstünde bir arada olmuşlarsa ideoloji çökünce, ilişkiler de çöker, Sovyetler birliği gibi. Yok; eğer işkal, zulüm ve baskı üstünde ilişki kurulmuşsa çok iyi bilinmektedir ki zulmün ömrü kısadır.

              Orta Doğu’da ve İslam coğrafyasında Kürtlerin rolü ve yeri nedir?

•             Her şeyden önce: Kürtlerin rolü fedakârlık olmuştur. Kendilerini İslam’a ve İslam birliğine feda etmişlerdir. Kendi çıkarlarını en sona bırakmışlardır. Avrupalıların değimi ile şarkın en saf kahramanı Selehaddin Eyyubî’den, Kurtuluş Savaşı sürecinde herkes arkadan vururken ve bir tarafa savrulurken Kürtlerin toptan cihada katılmalarından tutun, Bediüzzaman hazretlerinin İslam toplumunun iman meselesini kendine dert etmesine kadar.

•             İkincisi: Kürt coğrafyası; altın hilal gibi verimli topraklarda, Mezopotamya gibi kısmen dünyanın önemli bir ilk yerleşim ve medeniyet kavşağında yer aldığı için hep süper güçler için iştah açıcı bir saha olmuştur. Kürtler; bunun faydasını göreceği yerde, hep işgallere ve savaşlara muhatap kalarak zararını görmüştür.

•             Üçüncüsü: İslam toplumunda; Kürtler, üç büyük gücün arasında kalmıştır. Arap dili, Kur’an dili olması hasebiyle tüm İslam toplumuna mal olup Araplara geniş bir hâkimiyet alanını sağlamıştır. Maturidi ve Hanefi mezhebinin çözümcü ve akılcı yapısı, Türklere Sünni İslam’ın temsili ile Sünni âlemin idareciliği bağışlamıştır. Farslar ise, kendi tarihsel kodları ile bağdaştırarak Şia İslam’ını yönlendirmişlerdir. Bu meyanda Kürtlere de ancak İSLAMIN YETİMİ olma rolü düşmüş olup her çeşit fedakârlık boyunlarının borcu olmuştur.

•             Dördüncü ve en önemlisi: Günümüz ortamında Kürtlerin Orta Doğu’da deneme tahtası ve şamar oğlanı pozisyonuna düşmesidir. Süper Güçler; Orta Doğu’da, İslam coğrafyasında bir sosyal mühendislik veya karışıklık projesini uygulamak isterlerse Kürtler üstünde çalışır veya test ederler. 

 Buna mukabil: Bölge İslam ülkeleri kimyasal silah denemek isterlerse- Halepçe gibi- önce Kürtler üstünde denerler ya da yeni bir silah icat edip veya temin edip ya da yeni bir savunma sistemine sahip olurlarsa, öncelikle Kürtler üzerinde kullanırlar. 

 Hatta Ülkeler içindeki siyasi gruplar, derin yapılar iktidara yürümek için veya darbelere zemin hazırlamak için her şeyden önce Kürtler üstünde ya provokasyon yapar ya da ırkçılık ve korku salarak iktidarlara yürümeye çalışırlar.

Garip değil mi? Tarihsel ilişkileri belli olan ve uluslararası ittifak cepheleri açık olan Türkiye ile İran; Kürtlerin kazanımı söz konusu olunca-Kuzey Irak Referandumunda görüldüğü gibi - aynı cephede birleşip tek ses olurlar.

Bunun için, açık bir şey varsa o da: ORTADOĞUDA VE İSLAM COĞRAFYASINDA KÜRTLER KAZANILMADAN NE HUZUR OLUR NE BARIŞ OLUR NE DE DEMOKRASİ KAZANILIR.

 

                   Asıl konuya gelecek olursak: Kürtlerle Türklerin ilişkileri ne zaman başlamıştır? Neden diğer Müslüman topluluklardan daha çok Kürtler, Türklerle ittifaklar yapmıştır? Ortak noktaları nelerdir? Neden Kürtlerle Türkler arasında evlilik yolu ile akrabalık daha fazladır? Neden hep Kürtler fedakârlık yapmıştır? Neden hep Kürtler hayal kırıklığına uğramıştır? Neden Kürtlerin en ufak bir insani kazanımına herkesten çok Türkiye karşı çıkmıştır ve bunu kendine zorunlu bir görev olarak bilmiştir?