Geçtiğimiz Temmuz ayında, Avrupa Konseyi’ne bağlı Irkçılık ve Hoşgörüsüzlüğe Karşı Komisyon (ECRI) bir rapor açıkladı. Raporda; ırkçılık, İslamofobi ve antisemitizmin giderek arttığı ve Avrupa’nın geleceğini tehdit eden bir sorun haline geldiği, internetin de nefret söylemlerinin paylaşıldığı bir platforma dönüştüğü belirtiliyor.
Avrupa’da ırkçı sitelerin insanları suça teşvik ettiğini, Norveç’te bir okulu tarayarak 77 kişinin ölümüne neden olan Breivik’in de ırkçı sitelerin sıkı bir takipçisi olduğunu hatırlayalım. Maalesef, sosyal iletişim sayfalarının bazı sakatlıkları normalleştirme işlevi var. Cihazı eline geçiren nefretini kusuyor ve bundan da hiç utanmıyor.
Nefret ve öfke, insanın içinde var olan bir duygu. Bunların ortaya çıkma nedenleri ve biçimiyle değerlendirmek ve durumun patalojik bir hale dönüşmesi, uzmanların alanına girer.
Irkçılık, İslamofobi ve antisemitizm gibi konular ve nefret söylemleri, hiç tartışmasız hastalıktır. Ancak her nefret ve öfke için sağlıksız bir durum denilebilir mi? Ayaklarından veya boynundan zincirlerle bağlanıp bir gemiye bindirilen Afrikalı kölenin, sahibinden nefret etmesinden daha doğal ne olabilir.
Sistematik olarak bir ırka işkence eden, (adil olmamak hafif kalır) “zenci ve köpek giremez” türünden bir ötekileştirmeyle politika üreten sistem ve kurucusundan da nefret edilebilir ama bu yine kişisel bir nefret değil, duruma karşı duyulan bir öfkenin haklı yansıması olur.
Ülkemizde bilinen anlamda bir ırkçılıktan ziyade, sisteme uyum gösterip, “ideal vatandaş” tanımına uyan kişinin ırkı, inancı çok önemli değildir. Irk ve inancını önemsemeyip Kemalizmi ve onun dayatmalarını kabul edenler her kademede görev alabilmişlerdi. Tabii bunu benimsemek, zaten kendi öz kimliğini öne çıkarmamak, hatta yokmuş gibi davranmak demekti. Hani, yaygın bir söylem vardır ya; kim ayrım yaptı, her yer ve görevde olabildiniz diye; işte tam da bu mühim detayın anlaşılamamasından.
Zulüm gören insanların o sisteme karşı nefretinden daha doğal bir şey olamaz. Dersimli’yi Stockholm Sendromu ile açıklamak ise hafif kalıyor. Bunun izahı kitlenin Kemalizm ile ortak düşmanda anlaşmış olmasıydı. Tabii mantık var mı, yok. Ortak düşman mı Dersim katliamını yapmıştı, hayır. Bu kitle; İnönü, Atatürk ya da Sabiha Gökçen’den nefret etmez yaşananlara rağmen. Yine bazı Kürtler de T.C. ve geçmişte uyguladığı inkar politikalarına rağmen de, uygulayıcıların hiç birinden şahsi olarak nefret etmemiştir. En azından bunu dile getirecek koşulları bile olmamıştır. Ulusalcılar ise kendileri gibi olmayan herkesten nefret ederler.
Nefret ve öfke duygusu, varolma mücadelesi veren toplumlarda, başarıyı tetikleyici bir güç olabilir. Ancak; mücadelenin adını böyle koyarken, gerçekte kendi sömürü düzenini kurmak için kitleleri, nefret duygusuyla manipüle etmek de ciddi bir çalışmanın ürünüdür. Oluşturduğunuz nefret objesi, gerçekte sizin varlığınıza ve kimliğinize karşı mıdır?
Bizde eğitim sistemi, halkın kendisine yabancılaşması üzerine kurulmuştur. Ne kadar iğrenirsen kendi kültüründen, o kadar modern ve gelişmişsin ve tabii “aydınsın”! Ne kadar uzaksan özüne, o kadar değerlisin! Maalesef, 80 yılda yaratılan “başarı” buydu! İlginç olan bu bakış açısı bir mihenkti ve farklı görüşten bile olanların benimsediği ana ilkeydi. Dolayısıyla, kendine benzemeyenden nefret etmek doğaldı.
İslamofobi, “aydınlar” için karşı durulması gereken şey olduğuna gore, kamuflaj yapacak başka bir nefret objesi gerekiyordu. Böylece özgürce nefret edebilirlerdi. Elbette kusursuz sistem ve insan yoktu ve malzeme de bulunabilirdi. Ancak asıl anlaşılmaz olan ceberrut yapıyı gören ve düzeltmeye, en azından gayret eden birinin müzmin nefrete obje olması.
Sosyal medyada nefretçilerin üç aşağı beş yukarı ortak noktası; İslam’ın, gelenek ve değerlerin, elit sınıftan gelmemenin, kiminin cahil-gerici(!) akrabasını anımsatan veya geçmiş kültürel bağlarının karşılarına çıkmış olması; ama bu kafanın, tezlerini çürütürcesine başarmasıydı onları rahatsız eden. Neydi eğitim sisteminin öğrettiği; biz kötüyüz, cahiliz, geriyiz, Batılı mükemmel! Bir liderin, şahsi özelliklerini sevmemek ayrı, temsil ettiği düşünce ayrı. Nefretçiler, objeyi kişiselleştirerek nefret suçu işlediklerini örtmeye çalışsalar da, nefretin adresi bu coğrafya halklarının ta kendisidir.
Yazıyı, İçlerinde kaç kitabı olan yazardan tutun, meslek sahibi “medeni” insanlara kadar bir kaç kişinin yorum yaptığı bir facebook paylaşımıyla bitirirken, artık uzmanları sorumluluğa davet ediyorum.
— Özal’a oy vermezdim, Mesut Yılmaz’a, Tansu Çiller’e ve Demirel’e de. Ama onlardan çok da nefret etmezdim. Yahu ben bu Uzun’dan neden bu kadar nefret ediyorum ?
— Ben hayatımda en çok Çiller’den nefret ettiğimi sanıyordum, bunu gördüm ya, Çiller şimdi gözüme hûri gibi geliyor valla…
— Hep aynı duygular.
— Adam nefretlik abidesi
— Onun bunun çoçuğu olmasın
— Aramızda kalsın, ben de aynı duyguları taşıyorum. Neden nefret ettiğinizi çözümlerseniz lütfen bana da bir haber verin.
— Sadece sen mi usta, bütün dünya nefret ediyor bu baş çalandan.
— O kadar çok neden var ki... Uzun, bir yazı konusu olur.
— O uzun adamdan yüzde yetmiş nefret ediyor
Nefret, prangadır. Huzurlu günlere...
guldalicoskun@hotmail.com