“Bu siyaset denen nesne UFO değildir, “bir ışığın” peşinde dolaşıp onu galaksilerde, yıldızlarda, bulutlarda aramazsınız.
“Bir ışık gördüm, sen de gördün mü, gördüm şimdi şuradaydı ama birden kayboldu, ışığa bak, ışığı gördün mü, mavi bir ışık gördüm abi kestanecinin oradan sağa döndü, polis arabası oğlum o.”
Siyaset, sözlerden, kararlardan, eylemlerden oluşan somut bir iştir.
AKP’yi savunan yazar sayısı maaşallah ibadullah.” (Ahmet ALTAN)
…
Mantıklı bir giriş Usta’m. Akıllıca da üstelik. Tartışmanın boyutunu ve içeriğini değiştiren bir methoda yönelik.
Müthiş bir şey bu! İtiraf etmeliyim ki, size hayranlığım daha da arttı…
Tanrı, “kutsal kitabını” yazdı yine…
Müminleriniz için sorun yok da Deistler var bir de Ateistler…
Bırakın demogojiyi diyorsunuz, demogojinin en muhteşem heykelini dikerken!
Bir bir sıraladığınız maddeler yerinde mi yerinde…
Yazarken her birini, gol atmanın heyecanı yansımış satırlarınıza…
Oysa; gelecek cevaplarını bildiğiniz sorulardı.
Nihayet karşınızda, “ulusal çiçekçilikten derlenmiş bir orkide demeti” yok.
Sorun da burada değil mi zaten, aynı güzelliği görmek isterken, kimimiz tepelerden, kimimiz düz ovadan, kimimiz de çaresizce düşülen hendekten bakıyoruz.
Nüanslar da buradan kaynaklanıyor. Yoksa; yok birbirimizden farkımız.
Bir kere harika bir tartışma; benzemez, şimdiye dek olanlara.
Öyle yoruldum ve sıkıldım ki, bir tarafta darbetör zihniyetli bir adamla, diğer tarafta demokrasiden bahseden bir adamın, kısır çekişmelerini dinlerken, “inanamıyorum”, “ olamaz”, “zekaya bak” gibi kelimeleri kullanmaktan.
Epey bir zaman sürdü bu tartışmalar, zihnimin fukaralığına katkı yaparak…
Oysa, nasıl da güzeldir, aynı iklim insanının, hava değişimine yorumları…
İlke vardır, ortak bir zemin vardır, bir çerçevesi vardır.
Elittir, eğiticidir, düşündürücü ve de çarpıcı.
Aslında o maddelere bire bir cevap vermek, bir kalem ustasının tuzağına düşmektir.
Nihayet cevaplar belli değil mi!
O halde tartışılan ne mi diyorsunuz?
Sizin Kemalist yönteminiz! ( Yazdığınız hiçbir maddeyi demokrasi bağlamında onaylamayıp, sizi alkışlayanların yöntemi… Ne hikmetse! )
Hürriyet’in, Cumhuriyet’in yöntemi…
Selçuk’un, Özkök’ün yöntemi…
Bazı şeyleri yok saymak, görmemek…
Artık sıkılınmış bir sevgiliden kurtulmak için, kendinizi, kendinize rağmen provake etmek!
Seyahatte gördüğünüz güzel kızları, size hizmet ederken yıpranmış, doğumlarla kilo almış, çok bilmiş arkadaşlarının sözlerine kanıp, sizi biraz boşlamış ya da “sen ne yapıyorsun böyle” bu kadar özgürlük, ayrılık getirir diyenlere aldanmış aslında iyi niyetli ama yorgun, ama çaresiz, ama yalnız, ama korkutulmuş, ama zaman zaman köşeye şıkışmış “karınızla” kıyaslıyorsunuz…
Tepeden bakmak böyle bir şey işte!
Hendekten bakanlar ise, Dersim’i, Koçgiri’yi, Maraş’ı, Sivas’ı, Çorum’u, ve Başbağlar’ı hatırlıyor.
27 Mayıs’ı, 12 Eylül’ü, Diyarbakır Cezaevini, işkenceleri, boşaltılan köyleri, yağmalanan ambarları, faili meçhulleri, yasaklanan Kürtçe ıslıkları, adları, yok sayılan kimlikleri, susturulan dilleri hatırlıyor…
Öldürülen gazetecileri, aydınları ve yazarları hatırlıyor…
Fırlatılan bir kitapla bile, bir gecede devalüasyon zenginlerini hatırlıyor.
IMF’ye olan borcu, verilen tavizleri hatırlıyor. Kamu çalışanının önümüzdeki ay maaşını bile veremeyeceği devlet kasasını hatırlıyor. Hastane kuyruğunda ölenleri hatırlıyor.
Yabancı devlet adamları karşısında el pençe divan duran başbakanları hatırlıyor…
Düşen işsizlik oranını, krize rağmen, büyüyen iki üç ülkeden biri olduğumuzu hatırlıyor…
Artık, muhafazakarlaşmaya rağmen bir çok konuda rahat olduğumuzu, konuştuğumuzu ve yazdığımızı da hatırlıyor…
Ergenekon’un, Balyoz’un yargılanmasını hatırlıyor…
Ve… Bebek katilinden, Oslo’ya geçiş sürecini de hatırlıyor…
Ovadan bakanlar ise, hem tepeden hem de hendekten bakanların gördüklerini görüyor. Çünkü, bazen fazlaca tepede olmak, hendekten uzaklaşmaya neden oluyor.
Kendi adıma; neden üslubunun bu kadar sertleştiğini ve milliyetçiliğe kaydığını, neden hantallaştığını, neden bir kesimin oylarını daha fazla gözettiğini, Maastricht Kriterlerine gösterdiği önemi, neden Kopenhag Kriterlerine artık göstermediğini, neden o da eleştirdiği, değiştirdiği sistemin eski mağduruyken, yeni mağdurlara yol açan davranışları besleyen başka bir sistemi meşrulaştırmaya çalıştığını ve neden daha eleştiriye açık, ve alternatifsizliğin verdiği güvenle fazla rahat olduğunu soruyorum.
Ve daha bir çok şeyi…
Bu tartışmayı, bu yüzden çok önemsiyor ve ilgiyle takip ediyorum…
Taraf’daki insanlar, taraf olan insanlar; demokrasiye, insan haklarına ve özgürlüklere taraf insanlar… Aynı iklimin, ortak zeminin akıllı ve değerli insanları…
Bir bütün olarak bakıldığında tüm bu tartışmalardan, hem okuyucular yeni bir tartışma kültürü edinecek, hem de yönetenler ve tabii ki Erdoğan, artılarını eksilerini bir arada görecek…
Bu bağlamda, Sayın Usta’m, bendeniz yapılan hiçbir yorumu, sizin gibi, demogoji yapmak ya da boş konuşmak olarak görmüyorum…
Marulu bol, hamburgeri yavan gelmiyor; yazılanların her bir noktası ve virgülü benim için değerli ve ufuk açıcı…
Hem marulsuz hamburger de yavan gelir ve bıkabilir insan.
İyi ki, Yıldıray Oğur, Alper Görmüş ve diğer yazar arkadaşlarınız var…
İyi ki Taraf var…
İyi ki siz de varsınız…
Sevgi ve saygılarımla
.guldalicoskun@hotmail.com
twitter.com/gulcoskun34