Bir yalnızlık türküsü dillerde… Kime sorsanız mutsuz, kime sorsanız yalnız.
Fiziken yalnız olmasa da yalnız; sokakta yalnız, ailesiyle birlikteyken yalnız ve kalabalıklarda dahi yalnız…
Kime sorsanız, insanlar sevgisiz ve bencil ve kime sorsanız hep karşıdakinde kabahat.
Aynı koronun solistleri gibiyiz, yok aslında birbirimizden farkımız…
Tonlarımız ayrı olsa da, el birliğiyle tükettik, tüm sevda türkülerini.
Şef de yoruldu bizden, ne haliniz varsa görün dedi!
Modernlik ülkesine girmenin ilk şartı, geleneği gümrükte bırakmak idi.
Yeni dizayn insanda, köksüzlük makbuldü.
Yaşanmışlıkların birikimini, kültürü itti elinin tersiyle, bu yeni insan.
Artık; “bir ben yoktu, benden içeru” bir “ben” kaldı tek başına.
Uygarlaştık Elhamdülillah!
Lakin, aşk bizi terk eyledi…
Çağdaş insanın “kutsal bireyselliği” eski yalın aşklara izin vermiyor.
Ruhumuz, dehlizlerden oluşmuş dolambaçlı bir labirent gibi…
Kayboluyoruz kendi çıkmazlarımızda… Yalpalaya yalpalaya, sendeleye sendeleye!
Yaralı ve yarımsak, aradığımız da sevgiyse, neden bulduğumuzda öldürürüz…
Neden tüm sevgiler maktül, insanlık müebbette…
Neden!
Bir gün, yüksek bir binanın en tepesinden alabildiğince gözüm, akıp giden insan selini seyrederken buldum kendimi…
Yer yer komik ama daha çok hüzünlü geldi…
Elleri dolu, elleri boş, şık, zarif, güzel insanlar…
Zevkli zevksiz, kaba, çirkin, yoksun, yoksul, zengin insanlar…
Ama salt beden, ruhları yoktu…
Muhtemelen evde bırakıp çıkmış(tık)lar!…
Bir koşturmaca bir telaş…
Araçlar, amaç olmuş; amaç, neydi unutulmuş…
Sahi amaç neydi!
Öbek öbek, oradan oraya koşan, yürüyen, savrulan bedenler…
Evlerine dönünce ruhlarının kapısını çaldılar…
Kapıyı açan olmadı. Terk edilmiş, viran ve ıssızdı…
Modern insanın egosu, kendi ruhunu bile yanına alamayacak kadar, bencil ve şişman…
Kendi ruhuna ihanet eden, bir başkasını beklentisiz, nedensiz ve çıkarsızca sevebilir mi ki?
“Güzelliğin on par’etmez
Bu bendeki aşk olmasa.”
Demiş, gözleri görmeyen gönlü güzel Veysel.
Yine Sunay Akın şöyle anlatır, bir yaşanmışlığı:
“ …”Evden çıktığımdan beri, ayakkabımın içinde bir şey var beni rahatsız ediyor” der kadın…
Çıkartıp bakarlar ki!
Ayakkabısının içinde bir tomar para!
Kocası her şeyin farkında… Biliyor ki gidecek…
“Beni terk edecek ama bunca yıl çorbasını içtim, çamaşırlarımı yıkadı, ütüledi. Bana emeği geçti”
Yaban elde muhtaç olmasın diye!
O yoksul köylü;
Bütün parasını; başka bir adam için kendisini terk eden karısının, giderek kendinden uzaklaşan adımlarını attığı ayakkabısının içine koydu…
O güzel insanı…
O onurlu davranışı sergileyen…
O terk edilen adamı…
Hepiniz tanıyorsunuz! Bu memlekette töre cinayetleri, kadına karşı uygulanan şiddet mi yakışır? Yoksa… Âşık Veysel gibi hayatında hiç kitap okumasa, okuyamasa bile… Kitap gibi hayat yaşayan adamlara mı yakışır.”
Simdi; modernizmin tutsağı, her şeyin içini boşaltan modern insan mı, şalvarı ve sazıyla bir zamanlar Ankara’ya sokulmayan Veysel mi daha mutluydu acaba, diye sorulmaz mı?
Popüler kültür, tüketirken her şeyi, yeni tüketimler (aşklar ve sevgiler) için, sebepler üretti…
Sonunda da aşka ihanet edip, yalnızlığa sadık kaldı..
Oysa aşk, nedensiz, beklentisiz ve çıkarsız olmalı.
Ki; işte o zaman saf, temiz ve Aşk’ın en gerçek hali.
Nedensiz olmalı sevgiler…
Kim bilir, belki de böyle son bulur tüm cinayetler…
guldalicoskun@hotmail.com.
twitter.com/gulcoskun34