guldalicoskun @ hotmail.com
 

Tartışamıyoruz. Keskin sınırlarımız, ön yargılarımız, hiçbir farklı fikre tahammülümüz yok.

Yok artık birbirimizden farkımız. Durduğumuz yerler, siyasi görüşler değişse de, değişmeyen tek şey, statükocu zihin dünyamız. Üstelik, bu zihniyetten şikayet etmiş olmak da bir şeyi değiştirmiyor.  Bu artık bizim genel bir sorunumuz. Bunca renkli coğrafyada sonunda ortak bir noktada buluştuk!

Herkes bulunduğu yerden yüzde bin emin, şaşmaz, yanılmaz. Aksini söyleyen de yüzde on bin yanılıyordur! Aslında ne dediğinin önemi de yok, biraz farklı olması bile yeter. Hemen, etiketlenip yaftalanmaya başlıyor muhataplar.

Çok değil, kısa bir süre önce büyük resimde, en büyük statükocu olan devlet ve onun partisi CHP ile mücadele ederken, tartışmalarda azıcık “sınırı” aşsanız; şeriatçı, Atatürk düşmanı, demokrasi karşıtı(!) gibi silahlarla vurulurdunuz. Haddimize mi düşmüştü, altı oku eleştirmek ya da Cumhuriyete tek laf etmek. Tek tip olmak zorundaydık. Benzer düşünmek ve benzer yaşam tarzları.

Batı’nın da desteklediği bir rejimimiz vardı. Sıkıntı olduğunda da darbeler işe yarardı! Fakat; bu hep böyle gidemezdi. Seyahatler, göçler, kitle iletişim araçları, eğitimin yaygınlaşması toplumda elbette bir etki yaratacaktı ve statükocu zihniyetin yok saydığı kesimler haklı olarak “yeter artık” diyecekti.

Küçük bir azınlık dışında şikayetçi olmayan yoktu. Ayrıca artan yoksullaşma, gelir dağılımındaki uç noktalar da oldukça kışkırtıcıydı.  Alevilerin büyük bir kesimi durumdan memnunlardı. Kendi taleplerinden ziyade, karşıt olarak gördüğü Sünni İslamcıların engellenmesi, bastırılması, kamusal alanda belli etmedikten sonra, sessiz sedasız durması daha önemliydi. Varsın cemevleri yasaklansın; yeter ki örtü üniversiteye girmesin, darbe yasaları da uygulansın, problem değildi.

(Yazarken aklıma geldi: Devletin biçtiği rolün/kimliğin dışına çıkmadıktan sonra sıkıntı olmazdı. İnkâr ve asimilasyona maruz kalmayan  yoktu aslında. Anası babası Türk olan kimlikten öte, bir “Türklük” olgusuyla karşı karşıya kalmışız. Kürtleri değil sadece Türkleri de Türkleştirmeye çalışmışlar ve Türkleri asimile etmede Kürtlere nazaran daha da başarılı olmuşlar. Ülke ve unsurun adı da illizyon vazifesi görmüş. Aslında sistemden memnun olanlar da hepimizin içinden asimilasyona yenik düşmüş olanlarıydı.)

Doğrusu, herkes yaralı. Öyle bir hale geldik ki, kazandığımız mevzilerin tekrar elimizden kaymasından korkuyoruz. Bu da her birimizi, “ötekine” karşı daha saldırgan, tedbirli, yer yer savunmacı, her şeyin altında bir bit yeniği arar hale getirdi. Her an birileri bize zarar verebilir endişesi yaşıyor ve ufak bir farklı sesten, eleştiriden nem kapıyoruz.

HDP ya da Demirtaş hakkında en basit eleştiri, destekçileri tarafından, karşısındaki Kürt ise “içimizdeki hain”, değilse “Kürt düşman”ı olmakla itham ediliyor ya da itibarsızlaştırılıyor.  Yaşanılan süreçte, “Kürtler de şurada yanlış davrandı” demenin ya da cari bir konuda eleştiri yapmanın karşılığı da hiç bıkmadan her seferinde tekrarlanan ajitasyonlar oluyor ve asıl mevzuu kaynayıp gidiyor. Tartışamıyoruz bile. (Hoş; onlar zaten tartışmadan çukur kazmayı anlıyorlar, naif gelecek şimdi bu ”tartışamıyoruz” isyanı.)

Oysa, hiç birimizin buradan başka bir ülkesi yok. Mağduriyetler şampiyonluğunda yarışmak yerine çözüm üretsek ve asıl sorunun sürekli “ötekiler” yaratıp duran kendi zihinlerimizde olduğunu kavrayabilirsek, ruh sağlığımıza daha iyi geleceği kesin.

AK Parti’ye gelince... On küsur yıldır canını dişine takmış insanların mücadelesi ve buna karşın içte ve dışta engellenmeyle karşı karşıya kalınma hali hiç kolay değil. Rejimin ötekileştirdiği kesimlerden birinin, en sağlamı, dirayetlisi ve gözü pek olan temsilcisi. Hikayesi, güçlü bir lideri ve halkın tercihiyle, ülkenin en büyük hareketi. Hepimizin şikayetçi olduğu yapının karşısında kaya gibi duran AK Parti ile bu günlere gelindi. Üstelik, son derece kifayetsiz bir muhalefet eşliğinde.

Partinin İçinde her sınıf ve kimlikten insanın olduğu ama en büyük korkunun, kazanımları kaybetme ve bu kaygıyla da her türlü eleştiriden rahatsızlık duyulduğu görülüyor. Eleştirinin içeriğinden çok kaygılarımız, korku ve endişelerimiz belirleyici oluyor. Bu da orta vadede partiye ve dolayısıyla davaya zarar verebilir.

Sistemin ötekileştirerek, canlarını yaktığı gerek İslamcı kesim, gerekse Kürtlerin eleştirilere karşı, daha sakin ve yapıcı davranmaları, sorunların çözümünü kolaylaştıracaktır. Hâla egemen olan bizler değiliz, zorlu merhalelerin aşılmasına rağmen. Ki; yersiz eleştirilerde bile yöntemi doğru belirlemeliyiz, onları çürütmeye çalışırken. Çok bilinen bir kural var hani: “Size yapılmasını istemediğinizi, siz de başkasına yapmayın!”. Hırs, kin, öfke, linç, yok etme, ezme, kibir ve tahammülsüzlük bizi esir almamalı ve tüm biz ötekiler, aklımızı başımıza alıp, hoşgörüyü elden bırakmamalıyız.

Yoksa tükete tükete tükeneceğiz. İnsan değirmeni olmanın, kime ne faydası var ki…
 

guldalicoskun@hotmail.com