1988 yılında Saddam Hüseyin’in başında olduğu Baas rejimi, elma kokulu hardal gazıyla binlerce Kürdü katletti. Katliamın habercisi olan elma kokusu burunları okşarken, çocuklar “dayê, behna sevê te” yani, “anne, elma kokusu geliyor” diyerek annelerine koşmuşlardı. Bu, annelerine son sarılışları ve söyledikleri son sözleri oldu... Elma kokusu başta hoş gelse de saniyeler içerisinde binlerce masum sivilin katledilmesine neden olmuştu.
Bu örneği şunun için verdim; şakasıyla ünlü 1 Nisan günü, kötü bir şaka olarak 125 emekli büyükelçinin imzasıyla Kanal İstanbul’a karşı bildiri imzalanarak kamuoyuna sunuldu. Bildiriye yönelik ne iktidardan ne de sivil toplum örgütlerinden bir yanıt geldi. Derken, 3 Nisan’da bu kez kimine göre 103, kimine göre ise 104 emekli amiral muhtırayı aratmayan bir bildiri yayımlayarak geceye damga vurdu. Bu kez siyasetten sivil toplum örgütlerine kadar hemen herkes deyim yerindeyse ayaklandı. İktidarda göze çarpan bazı bakanlar paylaştıkları mesajlarla çok arada derede söylemler sarf ederken, Fahrettin Altun ve İbrahim Kalın gibi isimler ise bu bildiriyi en sert tepkiyle karşıladılar. Tam da bu olayın sıcaklığı gündemdeki yerini korurken, 5 Nisan günü ise aralarında eski MHP milletvekili Ertuğrul'un da bulunduğu 96 eski milletvekili bir bildiri yayımlayarak Kanal İstanbul projesine karşı çıkarak Montrö Sözleşmesi’ne destek veren açıklamaları teyit ettiler. MHP lideri Bahçeli'nin talimatıyla Ertuğrul, partiden kesin ihraç talebiyle disiplin kuruluna sevk edildi. 2004 yılında 313 generale "AK Parti'ye uyarı yapın" başlıklı 17 sayfa yazı yazan Bahçeli, amiral bildirisinde darbeye karşı tavır takınarak en sert tepkiyi vererek Ertuğrul'u da partiden ihraç etmek için girişimleri başlattı.
Halkımız sanki 15 Temmuz’u tekrar yaşayacakmışçasına teyakkuzda beklerken, bir kısım muhalefet partilerinden ise bildirinin “ifade özgürlüğü ve uyarı” olduğu yönünde bir takım açıklamalar yükseldi. Onların burnuna da tıpkı Halepçe katliamından birkaç saniye önce çocukların burnunu okşayan yalancı kokular gelmişti. Bu kokunun ne denli can alıcı olduğunu ancak 1980 darbesi, 28 Şubat post-modern darbe ile 15 Temmuz darbe girişimini bir daha yaşadıklarında anlayacaklardı...
Cumhurbaşkanı Erdoğan, bugün partisinin grup toplantısında yaptığı açıklamada, “bu bildiri buram buram darbe kokuyor” derken çok doğru bir tespitte bulundu zira siyasetten STÖ’lere, vatandaşlardan gazetecilere kadar hemen her kesimden tepki ile karşılanmasa belki de bugün darbe yapılmış olacaktı.
Tam da 27 Mayıs bildirisini okuyan Alparslan Türkeş’in Menderes ve arkadaşlarının katline giden sürecin yıldönümünde bu olayların tekrarlanması elbette tesadüf olamazdı. Alparslan Türkeş her ne kadar Türkiye’de siyasi parti kurmuş bir lider olarak addedilse de tarihi vesikalarda Menderes gibi sivil iradeyi temsil eden ve Müslüman ahali tarafından camilerde ezanın takrar orjinal haliyle okunmasını serbest bırakmış bir liderin idamına giden süreci başlatan kişi olması nedeniyle her bildiri okunduğunda ve darbe söylentileri çıktığında akla gelen ilk isimdir. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkeş'in mezarını her ne kadar siyaseten ziyaret etmiş olsa da, 27 Mayıs darbesinin yıldönümüne rastlayan ve beş günde üç bildirinin yayımlandığı şu günlerde bu ziyaret göze pek de iyi göünmedi.
Son minvalde, bugün bildiriye en şiddetli şekilde yanıt vermezsek, korkarım bir sonraki adımda yeni bir askeri darbeyi yaşayabiliriz.
Selam ve selametle…